Binbir meşakkatle yarış atı gibi geçirdiğin safhalar sonrası kazandığın ve diğer fakültelerle süre, yoğunluk ve zorluk hususunda asla rekabet kabul etmez yegâne tıp fakültesini bitirdin, yallah kuş konmaz, kervan geçmez bir yere, mecburi hizmete!
Birinci derece sicil amirin, yakasında meri siyasi partinin rozetini takanlar ile kendini memleketin en akıllısı sanan, dalkavuk, yalaka ve haysiyetsiz çıkarcılardır(!). Yoksa alın teri, göz nuru, ananın sütü gibi helal olan diplomana kavuşamazsın.
Sıktın dişini, yumdun gözünü, azar, küfür ve hakaretlere tıkadın kulağını, şansın yaver gidip, goygoycu bir sapık tarafından katledilmezsen, taciz ve saldırılara ve yaralanmalara da “Ya Sabır!” deyip sineye çekersen, her ortamda senin doktor olduğunu öğrenen istisnasız herkesin “Ne doktorusun?” sorusunun da manevi ve psikolojik tacizi ile TUS için insanüstü bir gayret daha gösterip, istediğin ya da istemediğin, Allahın belası bir branşta ihtisasa başlarsan, yandı canım keten helva…
Sökmeyen şafaklar, ardı arkası kesilmeyen günaşırı nöbetler, kıdemlinden, başasistanından, hocalarından yediğin lüzumlu-lüzumsuz fırçalar bitip ihtisasını tamamlasan da gevşemek yok, hadi bakalım, biraz daha büyükçe, bazı devlet erkânının bulunduğu bir yerleşim yerine, tekrar mecburi hizmete… Sicil amirlerinin sayısının arttığını da aklından çıkarma! Aksi takdirde ihtisas diplomasını unut!
Zaman ve para bulup evlenmiş ve yan dal fırsatını da kaçırmışsan, bu ikinci mecburi istikamet, van vey(!) veya ayın bah şitraze(!), Çin işkencesine rahmet okutur! Eşin, bırak özel sektörü, devletin resmi bir kurumunda, bileğinin hakkı ile birçok imtihanı kazanıp, alın teri ile adam gibi bir görevde yıllardan beri bihakkın muvazzaf olarak çalışıyor olsa bile, stratejik personel veya bilmem daha hangi gerekçelerle, eş durumundan yararlanma gibi bir evrensel insani haktan mahrumsun ve mahkûmiyeti de hak(!) etmişsindir. Bir de çocuğunuz varsa, tuza ve bibere ihtiyacınız yoktur!
Alavera, dalavera, amca, dayı, yeğen muhabbetleri ve ayak oyunları ile “Enik Durumundan(!)” bir sandalye kapanlara bile bu “Eş Durumu” uygulanırken ya da vatan sathını duruma göre, A, B, C… ile isimlendirerek, kın-kılıf tevafuğu ve tesadüfi icra edilirken, sen sadist bir ortamın kucağında, laboratuvardaki sistematik desensitizasyon ve onursuzlaştırma deneğisin!
Sanki bu ikinci mecburi hizmet bitti de sen rahat mı edeceksin. Güldürme beni… Acilen bir “Dayı”ya ihtiyacın var temizinden! Yoksa, sürünmeye devam…
Tabii bu arada, seneler yerinde durmuyor, yılların senden, ailenden, varsa çocuklarından maddi-manevi neler alıp götürdüğünü fark edecek zaman bile bulamıyorsun! Enerjin, şevkin, heyecanın, idealizmin, hayallerin ve hedeflerin, birer birer sırra kadem basıyorlar! Sen kaderinle baş başa…
Evet… Allah aşkına nedir bu doktorların, bu mecburi hizmetten çektikleri!
Tabii ki vatanımızın her köşesi kutsal, her vatandaşımızın, nerede olursa olsun en iyi hizmeti alması hakkıdır. Lakin bu mecburi hizmete, sadece hekimler ve bazı meslek grupları mı mecburidir! Anayasal ve insanı hak olan bu “Eş Durumu” her devlet memuruna uygulanırken, neden çeşitli bahane ve akıl almaz düzenlemelerle hekimlere uygulanmaz.
Anlayan varsa, beri gelsin!
Ancak şurası da unutulmamalıdır ki; parçalanan ailelerin, anne-baba özlemi çeken yavruların ve eşlerin bâd-ı sabâ vakti ve teheccüdî beddualarının faizi, hak-hukuk gözetmeyenlere, müsebbiblerine ve hatta sülalelerine de fazlasıyla kâfidir.
Yine bir rubâîmiz ile aşka yelken açalım! (İsmail Hakkı AYDIN; Ya Hayy!, Avareyim Üzgünüm. Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014.)
ÂVÂREYİM ÜZGÜNÜM
Sen gideli geçmiyor, hicransız hiç bir günüm,
Hasretin cezasını kendime kestim gülüm.
Endülüs’lü Kurtûbî, İbn-i Arabî gibi,
Her şeyini kaybetmiş, âvâreyim, üzgünüm!