Evet, Tıp kitapları… Yeniden mi yazılmalı acaba? Çünkü son yıllarda bazı meslektaşlarımın teşhisleri, tedavi ve cerrahi endikasyonları, ameliyat yöntemleri, semiyolojik ve semptomatolojik temellere dayalı anamnez, fizik muayene esaslı laboratuvar ve radyolojik tetkik, çeşit ve talepleri, klasik tıp kaynakları ve literatür ışığında mukayese edildiğinde, bir hayli anlaşılmaz, izahı güç farklılıklar göstermektedir! Hele hele genç, cesur ve gözü kara(!) meslektaşlarımın özellikle cerrahi endikasyonlarına, şu ya da bu vesile ile şahit olunca, şaşkınlığım ve hayretim kat kat artıyor!
Kırk yıldır içinde bulunduğum şu tıp mesleği ile ilgili olarak neredeyse, dünyanın gitmediğim ülkesi, görmediğim üniversitesi, hastanesi ve teknolojisi kalmadı. Ama, bazı hekimlerimizin tıbbi kararlarını anlamakta zorlanıyorum. Aklım, izanım, bilgim ve tecrübem tatmin olmakta kifayetsiz kalıyor!
Öğrendiklerim ve öğrettiklerim, piyasa(!) uygulamaları ile mukayese edildiğinde, hocalığımı da sorgulayarak, nerede yanlış yaptım, sualine de cevap bulamıyorum(!). Bu yanlış eğitim ve öğretimin(!) yegâne sorumlusu şahsen ben olmuş olsa idim, bu kadar endikasyon ve cerrahi uyumsuzluk, uygunsuzluk, istatistikî olarak mümkün olmayacaktı. Yok, bu hatadan hocaların çoğu sorumlu ise, biz hocaların öğrendikleri, okudukları, yazdıkları, gördükleri, yaptıkları, yaptırdıkları, öğrettikleri ve gösterdikleri her şeyin yanlış olması gerekirdi(!). Bu durumun neden ülkemizde, asla rekabet kabul etmez düzeyde bir pervasızlık ve de insafsızlıkla, daha fazla temayüz ettiğini de anlamak mümkün değil… Acaba bu kitaplar, bu dergiler ülkemize gelirken ya da basılırken, gizli bir elin etkisi ile değişime mi uğruyorlar(!)?
Son dönemlerde çıkartılan kanun, yönetmelik, genelge, talimat ve bazı kendini bilmezlerin keyfi uygulamalarının, doktor düşmanlıklarının da rolü olabilir mi, diye de kafa patlatıyor, beynimde fırtınalar kopartıyorum… Yönetim, denetim ve işletim sisteminde bir patoloji olabilir mi? Ahlaki dejenerasyonun, şeref ve haysiyet değişikliklerinin, değer yargılarındaki anormal egoist ve materyalist hedeflerin etkisi olabilir mi, diye uykularım cehennemi fırtınalar, ağrılar ve sızılarla boğuşuyor, düşüncelerim metamorfotik ızdıraplar yaşıyor.
Kendisini, iradi ya da gayri iradi(!) bir trafik kazasında kaybettiğimiz, çocukluk arkadaşım, can dostum, aynı ülkü ve mefkûreyi paylaştığım kardeşim, sıra dışı vali, Merhum Recep Yazıcıoğlu’nun, “Bu ülkede eceli ile ölebilmek çok büyük şanstır.” ifadesi ile sanki kendi akıbetini görmüş gibiydi. Kendisini bir kez daha rahmetle anarken, bademcikleri, apandisiti, safra kesesi, dalağı, böbreği, intervertebral diski, nevüsü, lipomu alınmadan, orasına burasına bir çivi, bir vida, bir pil, bir şant, bir protez, bir rod, bir implant, bir stent, bir kafes vs. takılmadan terk-i dünya etmek, Hakk’ın rahmetine kavuşmak, toprakla ru-be-ru olmak, kefenlenip hayırlısıyla öteki dünyaya gitmek, mümkün olmayacak gibi gözüküyor(!).
Maşallah ameliyathanelerimiz harıl harıl çalışıyor, biz cerrahlar kan görmezsek çıldırıyoruz. Yirmi dört saat seri ameliyatlar yapmak, performansımızı-puanımızı arttırmak, fırsat buldukça da, bıçağımızı, bistürimizi daha da keskinleştirmek için, bileylemek (ya da bilemek) ile meşgulüz… Polikliniklerdeki hekimlerimiz muayene ettikleri değil, baktıkları insan sayısını arttırmak çabasında… Ha babam de babam, puanlarımız yükselsin gayretinde… Lüzumlu-lüzumsuz tahlil, diyagnostik talep, girişim, önü-arkası, gerekli gereksiz ilaçlarla dolu reçeteler ile haşır-neşiriz(!).
Her boynu ağrıyana boyun fıtığı teşhisi, her boyun fıtığına Allah ne verdiyse, diskektomi, yapay disk, vida, plak, takabildiğin kadar tak! Her beli ağrıyana, bel fıtığı teşhisi, her bel fıtığına ameliyat, rod, plif, yok vertebrektomi, yok asansör protez… Daha bilmem neler neler… Tak takabildiğin kadar!!! Oysa ki gerçekte, bel ağrılarının yaklaşık BİNDE BİRİ bel fıtığı ameliyatı gerektirir.
Bir yanlış var, ama nerede? Kitaplarda mı? Vicdanlarda mı? Hocalarda mı? Kanunlarda mı? Yöneticilerde mi? Anlayan beri gelsin.
Neyse, canınızı çok sıktım her halde… Herkesin, akıl, insaf, izan, irfan, bilgi, birikim, tecrübe ve duygu dünyası zenginliği çerçevesinde, nefis muhasebesini de dikkate alarak, kendince yorumlayıp, müşahhas ve müstesna anlamlar çıkartabileceği yeni bir rubaimiz ile “Nefes”lenelim.
İSTANBUL
Hazanımda olsa da, gel beni gülistan bul,
Duysan saba salamı, yine gel yaristan bul,
Aşklar, sevdalar sende, elem hüzün sır küpü,
Kutsal sena timsali, mazhar-ı gül İstanbul.