Onur kavramının ahlaki olduğu kadar hukuki bir anlamı vardır. Aynı şekilde kavram insana yüklendiği kadar dış nesnelere ve başka varlıklara da yüklenebilmektedir. Bu kısa yazda kavramın insana atfedilen ve ahlaki anlamı üzerinde durulacaktır.
Şükrü Erbaş, “Çürümenin Fotoğrafı” başlıklı kısa denemesinde onur duygusunu utanç ile utanmazlık, alçaklık ile utanç, dürüstlük ile sahtekârlık, rezillik yani utanılacak davranışlar sergileme, aşağılık, alçaklık ve bayağılık ile karakter sahibi olmanın, erdem ile erdemsizliğin, merhamet ile merhametsizliğin, kötülük ile iyiliğin, korkaklık ile cesaretin, çürüme ve yozlaşma ile ahlaklılığın, yıkıcılık ile yapıcılığın, toplumsal hastalık ile sağlıklılığın, tekleşme ile toplumsallaşmanın sınırına yerleştiriyor.
Şöyle diyor Erbaş Çırpınıp İçinde Döndüğüm Dünya adlı denemelerden oluşan derleme kitabında:
“İnsan bir kere onurunu yitirmesin, hiçbir yalan utandırmaz artık, hiçbir düşkünlük yüzünü kızartmaz, hiçbir rezillik küçük düşürmez, hiçbir doğru erdem kazandırmaz, hiçbir acı merhamet uyandırmaz. O artık sadece kötüdür, korkaktır, çürümenin fotoğrafıdır, şiddetin ruhudur, toplumsal bir urdur, bir yalnızlık iskeletedir.” (32)
Erbaş’ın onur kavramını yerleştirdiği bağlamlara ve sınırlara bakınca bu duygunun insanın kişiliği ve toplumsal yaşamı bakımından ne kadar merkezi bir öneme sahip olduğunu görüyoruz. Onur duygusu insanın neredeyse tüm iç ve dış ilişkilerinde ahlaken doğru ve yanlış, iyi ve kötü arasında sınırı belirlemektedir. Onur duygusunun çizdiği ahlaki duygu sınırını aşan, onur duygusunun çürümesine ve çürütülmesine müsaade eden, artık ahlaki bakımdan kan emici “sivrisineklerin” yuva yaptığı, uçuştuğu bataklığa çoktan batmıştır. Ozan, eğer insan, diyor, onur duygusunun insana kazandırdığı ahlaki yücelik duygusunu kaybederse sefilleşir, bir nevi çöle benzer: “İhtirasın ve ahlakın sefaleti budur: Utancın sularını geçmeye gör, varacağın kıyılar haysiyet çölüdür, insan çölüdür, sevgi çölüdür.” (32) Erbaş’ın bu açıklamaları onur duygusunun ahlaki bir varlık olarak insan açısından ne kadar kilit bir öneme sahip olduğunu gösteriyor. Bu nedenle onur kavramına açıklık getirmek büyük önem arz etmektedir. Fakat şair işi yukarıda alıntıladığım paragrafta görüldüğünden daha ileri götüremez. Şair kavramın anlamını ve önemini bilir, fakat kavrama açıklık getirmek filozofun işidir.
Güncel Türkçe Sözlük’e göre onur başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer, şeref ve itibar ile ilgidir. Sözcüğün Türkçe tanımı “kişisel değer” ve “şeref ve itibar” ibarelerini içermesi bakımından onur kavramının hem bir iç değere hem de bir dış değere işaret ettiğini göstermektedir. Bir dış değer olarak başkalarının gösterdiği kişisel değer ve itibar her şeyden önce kişinin kendisine karşı duyabildiği özsaygı ile ilgilidir. Bu nedenle Güncel Türkçe Sözlük’ün tanımının ikinci boyutu doğrudan insanın iç değeri ile ilgilidir: “İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, öz saygı, haysiyet, izzetinefis.”
Onur kavramının bu şekilde hem iç hem de dış değerle ilişkilendiriliyor olması son derece anlamlıdır ve kavramın felsefi tanımına denk gelmektedir. Felsefi bakımdan onur genel olarak insanın kendisine insan olarak yüklenen şereflendirebilmek ile ilgilidir. ‘İnsana insan olarak’ yaklaşımı modern bir görünümdür ve bir iç belirlenim ile ilgili olan tanımın bu yanı dış şereflendirme ile tamlanır. İnsana başkalarının yüklediği şeref geleneksel olarak bir dış ve bu nedenle yabancı belirlenimdir. Dış belirlenimi itibar olarak alırsak iç belirlenimi onur alabiliriz ve onur kavramının modern ve bugün asıl anlamı budur.
İnsanlığın düşünce ve felsefe tarihinde onur kavramına insanı taşıyan en temel ahlaki kavram olarak içerik kazandıran ve anlam veren Immanuel Kant olmuştur. Kant insanın onurlandırılmasını ve insanın insan olarak yani ahlaki bir varlık olarak özbilinçliliğini insanın eylemlerinde kendisine temel alacağı yasayı yine kendisinin koyabiliyor olmasına dayandırmaktadır. İnsan “akıllı bir varlık olarak aynı zamanda kendisinin yasa koyucu olduğu yasadan başka bir yasaya itaat etmez.” Kant bu sözlerini Ahlakın Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı eserinde dile getirir. (BA 77) İnsanın genel olarak toplumda ve diğerleriyle teker teker ilişkisinde özgürlüğünü, eş deyişle otonomisini garanti eden kendi eylemlerinde özyasa koyucu olmasıdır. Zaten bir bakıma gönüllü eylemlilik anlamına gelen ahlaklılığın başka türlü düşünülmesi mümkün değildir. Dış yasallık ile iç yasallığın yani geçerli hukuk ile vicdan hukukunun çelişmesi durumunda, insan ceza tehdidi nedeniyle formel olarak dış yasaya uyma zorunluluğu karşısında iç yasallığı eleştiri olarak devreye sokabilir ve böylece akıllılığını muhafaza edebilir. Erbaş, adil olmayan ve bu nedenle anlamsızlaşabilecek, hatta dayanılmaz olabilecek dış yasallık karşısında insanın insanlığını yine onur duygusuna dayanarak muhafaza edebileceğine şöyle ifade ediyor: “Biz, öfkemizi bir onur nişanı gibi alın çizgilerimizde, gözbebeklerimizde taşıyarak, insan olmanın gururuyla biraz daha seyredeceğiz” dünyamızda olup bitenleri. (33)
Kant onur kavramına dair çözümlemesini onur kavramına yüklediği anlamda değer kavramıyla piyasalarda alınıp satılan eşyalara biçilen fiyat kavramını karşılaştırır ki bu hem Karl Marx’ın Das Kapital’de özgürlük kavramına dayalı bir meta (Ware) eleştirisi olarak giriştiği değer analizi ve eleştirisine kaynaklık ettiği gibi Friedrich Nietzsche’nin “tüm değerleri yeniden değerlendirme” talebine de kayak olmuştur. Kant’ın söz konusu karşılaştırması onun “insan hiçbir zaman yalnızca araç olarak” (BA 67) kullanılmamalıdır talebinin temellendirmesine hizmet etmektedir. Kant’a göre fiyatı olan yani alınıp satılabilen her şeyin yerine onu basit bir şekilde telafi edebilecek eş değerde başka şeyler konabilir. Fakat parayla satın alınamayan, diğer bir deyişle fiyat biçilmesi mümkün olmayan, dolayısıyla eş değerlisi de olmayan, bir fiyata değil, ancak bir onura sahip olabilir. İnsan gibi fiyat biçilmesi mümkün olmayan bir varlığın, fiyat konabilen eşyadan farklı olarak değeri göreli olamaz. Her bir insanın biricik olan iç değeri yani onuru vardır. İnsanlık, insanın eşyadan daha değersiz kılındığı Nazi kampları görmüş olsa da; insanın vahşi bir şekilde hiçleştirdiği savaşlar yaşamış ve yaşıyor olsa da; her bir insanın yaşamı biriciktir. Bu nedenle insan onuru dokunulmaz ve kutsaldır, çünkü insan canını basit hayvani candan farklı kılan her bir insana insan olduğu için gelen onurdur. Ne diyor şair: “insanlara iyilik duygusu veren bütün ahlak kuralları” (33), aynı zamanda insanın kendisine olan özsaygısını mümkün kılan onur kavramı üzerine kuruludur.