İstanbul’da bir akşamüstü, takvim yaprakları 1870’li yılları gösteriyor. Güneş bile bu güzel şehirden ayrılmak istemiyor ama akşamüstü vaktinin gelmesiyle dükkânlar bir bir kapanmaya başlıyor. Paşabahçe’de bir atölyenin kapısı açılıyor, elinde kutularla dışarı çıkan Yusuf Ziya Paşa evine yol almak üzere atölyesinin kapısını kilitliyor. Taşıdığı kutular atölyesinde ürettiği mumlarla dolu. Güneş henüz batmadan Salacak’taki kırmızı renkli yalısının bahçe kapısından içeri giriyor Yusuf Ziya Paşa. Getirdiği mumları akşam yakarak kontrol etmeyi planlıyor. Salacak sahilinin üzerinde uçan martı sesleri arasında, güneş İstanbul’a son ışıklarıyla ağır ağır veda ederken, gece bu güzel şehri kucaklamaya hazırlanıyor. İstanbul gece ayrı bir güzel.
Kırmızı renkli yalıda yemekler yenildikten sonra, Yusuf Ziya Paşa kutulardan mumları özenle çıkarıyor. Birer birer yakıyor hepsini. 1870’li yıllarda İstanbul’da elektrik yok. Kırmızı yalının içinde yüzlerce mum yanmaya başlıyor. Gecenin tatlı karanlığında, Salacak’taki yalı yüzlerce mumla aydınlanıyor. Adeta bir şölen. Boğazın dingin deniz sularına yansıyor, boğazın temiz havasına sıcak bir tebessüm gibi yayılıyor mumların ışıkları.
Yusuf Ziya Paşa yanan mumları dikkatlice izliyor. Ne yazık ki o, mumların yarattığı sihirli ortamın güzelliğinde değil, mumlardaki fitillerin yanarken doğru şekli alıp almadığını takip ediyor. İstediği sonuçla karşılaşmayınca da, yüzü düşüyor, üzülüyor. Mum ışıkları deniz suyu üzerinde dalgalarla dans ederken, yalının duvarlarından gökyüzüne doğru heyecanla sıçrayarak geceyi aydınlatırken, bu masal ortamı içinde tek karanlık Yusuf Ziya Paşa’nın yüzüne düşüyor. Ama yalıdaki küçük oğlu parıldayan gözleriyle gecenin içinde haylazca dolaşan mum ışıklarını, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle izliyor. Çocuk kalbini ısıtan mumların geceyle oynadığı ışık oyunlarını hayallerinin heyecanıyla seyre dalıyor. Cemil çok mutlu.
Ramazan ayında minareler arasına asılı kandillerdeki mahya ışıklarını evinin içinde görebilmek ayrı bir sevindirir Cemil’i. Yüzünde parlayan, zihninde hayaller çizen mum ışıklarının sıcak mutluluğundadır yuvası. Ama bu ışığı çok erken yaşlarında kararır, bir verem salgınında annesini kaybeder. Kırmızı yalının boynu bükülür. O an bir karar verir Cemil; doktor olacak, vereme çare bulacak, salgın hastalıklarla mücadele ederek hayatlar kurtaracak, başka annelerin ölmesine izin vermeyecektir.
Kararının peşinde emin adımlarla ilerleyen Cemil Çengelköy’deki Askeri Tıbbiye İdadisi’ni (lisesini) birincilikle bitirmek üzeredir. Doktor olma hayalini gerçekleştirmek için Gülhane’deki Tıbbiye-i Askeriye’ye yazılacaktır. Ancak sınıf zabiti Hüseyin Efendi kötü bir haber verir: Diğer tüm derslerinde çok başarılı olmasına karşın resim dersinden sıfır almıştır! Cemil’in amacı bellidir. Salgınlarla mücadele edecek, hayatlar kurtaracaktır. Sadece bir ders kara bir bulut gibi çökmüştür hayallerine. O kara bulut gözlerine de oturur, gözyaşları yağmur olur yanaklarından akar.
İki gözü iki çeşme ağlayan Cemil’in ne kadar başarılı bir öğrenci olduğunu bilen Hüseyin Efendi bu öğrencisinin omzuna elini koyar. Üzülmemesini öğütleyerek, hemen Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı’na gitmesini ve oradan alacağı bir resmin altına imzasını atarak kendisine getirmesini söyler. Bunun üzerine Cemil hemen ayağa kalkar. Gözlerini hızlıca kuruladıktan sonra, Hüseyin Efendi’nin babacan gülümseyişinden aldığı güçle yola koyulur. Sahaflar Çarşısı’na bir solukta varır. Birbirinden güzel suluboya resimlere göz gezdirir. İçlerinden bir tanesini seçer ve satın alır. Satın aldığı suluboya resmin altına adını yazarak Hüseyin Efendi’ye teslim eder. Bu sayede, Cemil liseden birincilikle mezun olur ve 1881 yılında Tıbbiye-i Askeriye’ye kaydını yaptırır. Hüseyin Efendi’nin vicdanı çok rahattır. Ne de olsa bu çalışkan ve başarılı öğrencisi ressam değil, doktor olmak istemektedir.
O yıllarda Tıp Fakültesi’nin başındaki isim günümüzde bile çok iyi bilinmektedir. Sultan Abdülaziz döneminin bu çok ünlü doktorunun adı Marko Paşa’dır. Kendisi kimseyi ayırt etmeden, herkesin derdini başından sonuna kadar sabırla dinlemesiyle ün kazanır. Derdini dinlediği kişi sözünü bitirince “Anladım, anladım ama ne?” demesiyle de, derdini anlatan çaresizlik içinde yine söylediklerini baştan anlatırmış. Marko Paşa da her defasında yine dinler dinler ve aynı yanıtı verirmiş: “Anladım, anladım ama ne?” Böylelikle Marko Paşa doktorluğundan çok hiçbir şeye çözüm bulamamasıyla ünlenir. İstanbulluların ağzında yıllarca dolaşan “Git derdini Marko Paşa’ya anlat” ünlü deyimi de işte böyle doğmuş olur. Hatta yıllarca sonra 1946’da, Aziz Nesin, Sabahattin Ali ve Rıfat Ilgaz tarafından çıkarılan mizah gazetesine de “Marko Paşa” adı konulur.
Cemil giymeyi çok istediği doktor önlüğüne doğru koşarken, şimdi Marko Paşa’nın karşısındadır. Marko Paşa 15 yaşındaki Cemil’i asker elbisesiyle görünce şaşırır. Gülhane tarihinde o döneme değin bu kadar genç bir öğrenci olmamıştır. Derslerden en yüksek notları alan öğrencilerin hocalara sınıf muavinliği (yardımcılığı) yaptığı okulda Cemil, teşrih hocası Mazhar ve fizyoloji hocası Şakir paşaların yanında bu göreve layık görülür. Bu başarılı öğrenci hocalarının yönlendirmesiyle cerrah olmaya karar verir. Hastaların hamamdaki göbektaşında ameliyat edildiği ve sadece bir adet mikroskobun bulunduğu tıp fakültesinden mezun olur. Ve modern cerrahlığı öğrenmek üzere Paris’e gider.
Paris’te dönemin ünlü cerrahı Prof. Dr. Jules-Emile Pean’ın dikkatini çeker. Bir arkadaşıyla birlikte bu ünlü cerrahın bir ameliyatına davet edilirler. Ameliyattan sonra Pean’nın yardımcısı Cemil’e yüz frank uzatır. “Para için değil, öğrenmek için buradayım” diyen Cemil parayı ret eder. Arkadaşı biraz sonra koşarak yanına gelir. Elindeki yüz frank parayı göstererek, “Sana vermediler mi?” diye sorar. Parayı almadığını öğrenince de Cemil’le alay eder. Ancak Cemil’le alay eden arkadaşına daha sonraki hiçbir ameliyatta görev verilmezken, Cemil ise Pean’ın yaptığı her ameliyata çağırılır. Bu ünlü doktorun yanında cerrahlığın tüm modern sırlarını öğrenen Cemil çok sevdiği ülkesine geri döner.
Dr. Cemil Bey artık İstanbul’da Haydarpaşa Hastanesi’nde görev yapmaktadır. ‘Cerrah’ sözcüğünü ‘Operatör’ sözcüğüyle değiştirir. Operatör Cemil Bey antisepti uygulamasını başlatarak, hastalara enfeksiyon bulaşmasını engeller ve yaptığı başarılı ameliyatlarla kısa sürede dikkatleri üzerine çeker. Bu gencecik doktor sağlık alanında birçok yeniliği ilk kez dile getirerek fark yaratmaya başlar. Halası Zeynep Hanım ve eşi Kamil Bey’in Üsküdar’da yaptırdıkları hastaneye kalorifer sistemi kurulmasını sağlar. İstanbul bu sayede ilk kez kaloriferli bir binayla tanışır. Asansörün yine ilk kez kullanıldığı resmi bina da Zeynep Kamil Hastanesi olur. Operatör Cemil Bey padişah II. Abdülhamit’i sadece çocuk hastalıklarıyla ilgilenecek bir hastane kurulmasına da ikna eder. Böylece Şişli Etfal Hastanesi’nin inşaatına da başlanır.
Çocuklukta kurduğu hayallerini bir bir gerçekleştirmeye başlayan Operatör Cemil Bey insanlara şifa dağıtır, hayatlar kurtarır. Bir yandan da sağlık alanında çağın gereklerine uygun adımlar atılmasına öncülük eder. Haydarpaşa’daki tıp fakültesinin kuruluşu sırasında, eczacı ve diş doktoru yetiştirecek okulların açılmasına öncülük ederken görürüz bu yetenekli genç doktoru. Geleceğin doktorları için de daima adımlar atmaya devam eder. Kendisinin öğrenci olduğu yıllarda yalnızca bir tane mikroskop bulunan tıp fakültesine, yurt dışından 200 adet mikroskop getirtir.
Cemil Bey’in hayatı Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın sadrazam olmasıyla değişecektir. Gazi Ahmet Muhtar Paşa Göztepe, Fenerbahçe tarafında gezerken, o zamana kadar hiç fark etmediği çok güzel bir köşk görür. Binanın mimari tarzına, köşk bahçesinin düzenine hayran kalır. Böylesine muntazam bir köşk acaba kime ait diye sorar hemen yanındakilere. Aldığı cevap: “Doktor Cemil Bey’in köşkü” olur. Sadrazam Muhtar Paşa Dr. Cemil Bey’le karşı karşıya geldiğinde hemen konuya girer; “Çiftehavuzlar’daki köşkünü gördüğümde, tam anlamıyla hayran oldum. Ve düşündüm ki, evinin içinde ve dışında küçücük bir Avrupa yaratan adamı Şehremini (Belediye Başkanı) yaparsam, İstanbul’u da pek güzel imar eder. Bir an evvel göreve başlamanı rica ediyorum.”
1912 yılında, Şehremini ve Operatör Cemil Bey insanların hayat koşullarını güzelleştirmek için sağlıklarının yanında, İstanbul’la da yakından ilgilenmeye başlar. Bu güzel şehrin temizliğinden itfaiye teşkilatına, esnafın denetlenmesinden tiyatro salonlarına kadar belediyecilik alanında birçok başarılı uygulamayı hayata geçirir. Soyadı kanunu çıkınca “Topuzlu” soyadını alan Cemil Topuzlu 1912-14 ve 1919-20 yılları arasında olmak üzere iki kez belediye başkanlığı yapar. İlk Şehremini görevi esnasında Topkapı Sarayının bahçesi olan Gülhane Parkı’nı halka açar. Ve kadınların da Gülhane Parkı’nda gezebileceğini dile getirir. Kadınların İstanbul’un gündelik hayatına daha çok katılmaları için elinden geleni yapar. Bu nedenle gerici çevrelerin manasız tepkileriyle de uğraşmak zorunda kalır ama asla yılmaz.
Sivil ve askeri tıbbiyeleri birleştirerek ‘Tıp Fakültesi’ kuran ve de ilk dekanlık görevini yürüten doktordur. Cemil Bey dünya tıp tarihinde de son derece saygın bir isme sahiptir. Operatör Cemil Bey 1897 yılında yaşanan Yunan Savaşı esnasında, Yıldız Askeri Hastanesi’ne Tesalya’dan getirilen yaralı askerleri, çekilen röntgen filmleri ile başarıyla ameliyat eder. Böylece röntgen ışınlarını bir ameliyatta kullanan ilk cerrah olur. Operatör Cemil Bey birçok cerrahi aletin tasarımını yapar. Bir meme karsinomu ameliyatında, kazayla yırtılan arteri dikme başarısını gösterir. Bu başarısı da tarihe geçer çünkü belirtilen operasyon tıp literatüründe bilinen ilk başarılı atardamar dikişidir. Öyle ki, bu ameliyat Fransız tıp kitaplarında “Arter Yaralanmalarının Cemil Paşa Yöntemiyle Dikilmesi” başlığıyla yer alır. Aşil tendonunun uzatılmasında yine kendi ismiyle anılan bir yöntem de geliştirmiştir.
Dr. Cemil Topuzlu’nun kurtardığı hayatlar, şifa olduğu hastalıklar, geliştirdiği yeni yöntemler, geleceğin doktorları için hayata geçirdiği öncü adımlar, İstanbul’u daha da güzelleştirmek için verdiği emekler saymakla bitmez. Çabalarıyla ışık olur insan hayatına. Umut olur karanlıklara. Başka çocuklar kendisi gibi ağlamasın diye, anneler sağlıkla yaşasın diye çalışmaya hep devam eder. Çocukken verdiği söze sadık kalır.
1912 yılında, İstanbul çok büyük bir felaketle karşı karşıya kalır, Kolera salgını! Balkan Savaşı nedeniyle binlerce göçmen çeşitli yollarla İstanbul’a akın etmektedir. Şehirde binlerce aç, perişan, çaresiz insan bu amansız salgının pençesinde kıvranmakta, hayat mücadelesi vermektedir. Şehremini ve Operatör Cemil Bey bu acı çeken, çaresiz İstanbul tablosuyla karşı karşıyadır. Göçmenleri barındırma, besleme, hasta olanları tedavi etme görevi de belediyelere verilir. Oysa belediyenin kasasında para yoktur. Üstüne üstlük doktor, hastabakıcı daha da önemlisi hastane yoktur. Cemil Bey hiçbir zorluk karşısında pes etmez, karanlığa mum yakar. Binbir zorlukla para bulur. Birçok büyük oteli boşaltarak hastane şekline getirir. Bunlar da yetmeyince, boğazdaki yalılara da el koyar. Böylece hastalığın pençesinde acı çeken, yersiz yurtsuz, çaresiz insanları yerleştirebileceği doksana yakın hastane açmayı başarır. Tam işleri biraz yoluna koymaya başlamışken, çok kötü bir haber gelir; orduda da kolera salgını başlamıştır.
Kışın kendini sertçe hissettirdiği günlerde, Gülhane Parkı’na her gün binlerce hasta getirilmektedir. Dr. Cemil Bey Evkaf Nazırı Ziya Paşa’dan hastane yapmak üzere bir caminin kendisine verilmesini ister. Ancak Ziya Paşa “Olmaz efendim” diyerek bu isteğe şiddet ve hiddetle karşı çıkar. İyi ki o toplantıda Cemalettin Efendi de bulunmaktadır. Hemen sözü alan Cemalettin Efendi “Şehreminin verdiği şu gayet acıklı açıklama üzerine, ben Şeyhülislam olmak sıfatıyla, camilerin değil bir tanesinin, hatta hepsinin boşaltılarak koleralı hastalara ve muhacirlere tahsis edilmesine taraftar olduğumu söyleyeceğim. Hatta bu hususta arzu ettiğiniz taktirde, fetva dahi veririm” der.
Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin, bağnazlığa karşı insan hayatını savunan bu yürekli çıkışıyla Operatör Cemil Bey hemen Ayasofya Camii’nin halılarını söktürerek hastaneye dönüştürür. Yığınla gelen hastalar karşısında yetmeyince, Sultanahmet ve Şehzadebaşı camileri de hastane haline getirilir. İnançlı yüreklerin dualarının yankılandığı camiler insanların hayatının kurtarılmasına da ev sahipliği yapar. Kolera salgını böylesi zorlu bir mücadeleyle, Operatör Cemil Bey ve önderliğindeki sağlık çalışanlarıyla önlenir. Kendi annesini de bir salgında kaybeden ve annesinin mezarı başında insanlık bu acıları bir daha yaşamasın diye doktor olma sözü veren bir çocuğun yüreği bu acımasız kolera salgınını durdurmuştur.
Eminim ki bu satırları okurken, sizler de acısı çok yeni olan Covid-19 salgın sürecini ve yine bu süreçte insan hayatı için olağanüstü bir özveriyle çalışan sağlık çalışanlarımızı şükranla bir kez daha anımsamışsınızdır. Bizler için, insan hayatı için her zaman olduğu gibi, özveriyle çabalayan tüm sağlık çalışanlarımıza gönülden teşekkürlerimizi bir kez daha yollayalım. Bu topraklar, sahip olduğumuz bu derin kültür Cemil Bey gibi nice doktorlar ve böylesi güzel insanlar yetiştirmiştir. Paranın, çıkarın açgözlülüğünde değil, insan hayatının kutsallığının bilincinde çaba sarf eden nice Cemil Topuzlu’lar yetişmesi ülkemiz ve insanlık adına en büyük umuttur.
Tam bu noktada, ülkemizin, insanlığın yaşadığı salgınlar olsun, depremler olsun, krizler olsun tüm felaketlere bakıldığında, yaşanılan acıların en büyük nedenlerinden birinin eğitimin yetersizliği olduğu hakikati gün yüzüne çıkıyor. Bir başka ifadeyle, aile, toplum etkisiyle ve tabii ki eğitim sistemiyle yetiştirilen insan kalitesi yaşanılan acıların en temel kaynaklarından birisi. Önce iyi insan yetiştirilemezse, iyi öğretmen, iyi doktor, iyi veri analisti, iyi mühendis, iyi hukukçu ya da başka herhangi bir meslek erbabı yetiştirilemiyor. İnsan iyi değilse, dünyanın en önemli tıp fakültesinden mezun olsun yine de Cemil Topuzlu gibi insan hayatına katkı veren bir doktor ya da dünyanın en önemli mühendislik fakültesinden mezun olsun yine de Mustafa İnan gibi insan hayatına değer katan bir mühendis olamayabiliyor. İyi bir doktor, iyi bir öğretmen ya da iyi bir istatistikçi olabilmek için önce iyi bir insan olabilmek gerekiyor. Para hırsıyla hayatı zehir eden, vicdansızca çıkar peşinde koşan, insan hayatını üç kuruşluk dünya malı için görmezden gelebilen insanlar yerine, insan hayatına güzellik katan Cemil Topuzlu gibi doktorlar ve meslek uzmanları yetiştirebilmek için eğitime, yani geleceğimiz olan çocuklarımıza yapacağımız yatırıma en büyük hassasiyeti göstermemiz elzem bir gerekliliktir.
Liseyi bitirmesine engel olabilecek yani annesinin mezarı başında verdiği sözüne engel teşkil edebilecek resim dersi için, yüreğinde amansız bir belirsizliğin sancısı, gözlerinde yaşlarla Sahaflar Çarşısına koşar adımlarla ilerleyen Cemil’in yanına gidelim şimdi. Görebiliyor musunuz? Çarşının içinde nefes nefese dolanıyor. Çeşit çeşit suluboya resimlere bakıyor heyecanla. Birden kalp atışları yavaşladı, seçeceği resmi buldu Cemil. Uzandı ve tezgâhtan suluboya resmi aldı. Parayı satıcıya uzattı. İleride nice hayatlar kurtaracak elleriyle resmi şöyle bir açtı, sessizce bakıyor. Çarşının kalabalık sesini hiç duymuyor bile. Az önceki ağlamaklı yüzünde yavaş yavaş bir gülümseme belirmeye başlıyor. Tıpkı kırmızı yalıdaki yanan mumları gördüğünde yüzünde beliren sıcacık gülümseyiş gibi. Bu suluboya resmin altına özenle Cemil yazdı şimdi. Doktorluğa yolunu açan, alt köşesinde Cemil yazan bu kâğıdın üzerindeki resmi görebilmek için merakla eğiliyoruz biz de. Ayasofya Camii’nin suluboya resmi…
Not: Bu yazıyı yazarken ana kaynak olarak Sunay Akın’ın ‘Şiirli Yastık’ kitabından yararlandığımı belirtmek isterim. Renkli kalemiyle, bir cerrahın ustalığıyla tarihin derinliklerinden nadide insan manzaralarını bulup çıkartan Sunay Akın’ın bu harikulade eserini okumanızı gönülden tavsiye ederim.
6 yorum
Bize, sağlık alanındaki öncülerimizden olan Cemil Topuzlu büyüğümüzü tekrar anımsattığınız için teşekkürler. Onun açtığı yolda ilerleyen torunu, merhum Prof Cemalettin Topuzlu genel cerrahi ve onun da kızı da pediatrik cerrahi hocası.
Öncelikle nazik sözlerinize teşekkür ediyorum. Ne kadar güzel bir katkıda bulunmuşsunuz. Sayenizde bu kıymetli bilgiyi de öğrenmiş olduk.
Hekimlikte çok özel bir kişilik. güzel bir anlatım. İster istemez insana günümüzde önemli görevdeki hekimlerin durumunu akla getiriyor!
Çok teşekkür ediyorum. Söylediğiniz gibi, geçmişten günümüze ayna tutan, önemli hikayelerden biri.
Kaleminize sağlık Çağdaş Hocam, çok değerli bilgileri harika bir anlatımla paylaşmışsınız. Ne kadar zorlu mücadeleler içerisinde ve dönemin kısıtlı imkanlarına rağmen hem İstanbul’a, hem insanlığa hem de tıp dünyasına muazzam katkılar sunmayı başarmış Doktor Cemil. Yarattığınız farkındalık için size teşekkür ediyorum. “Şiirli Yastık” kitabını da ilk fırsatta okuyacağım.
Çok teşekkür ediyorum nezaket dolu değerlendirmelerinize ve kıymetli tespitlerinize.