Christopher Reeves tarafından canlandırılan Süpermen filmlerinin üçüncüsünde (Superman III, 1983) bir dolandırıcıyı oynayan Richard Pryor (Gus) tarafından alkolik, vurdumduymaz bir karakter haline getirilir. O güne kadar tüm kamuoyunun sevgilisi olan süper kahramana yönelen nefret inanılmazdır. O güne dek herkesin sevgilisi olan kahramana yönelen toplumsal nefret ilgi çekicidir. Benzer bir şekilde 2007 yılında çekilen ve Toby Maguire tarafından canlandırılan Örümcek Adam 3 filminde ise kostümüne karışan bir yaratık tarafından kötü hale getirilen Örümcek Adam’a yönelen nefreti izleriz. Bu filmlerde kötü kahramanın düşmesi değildir ilginç olan. Düştüğü zaman kendilerine yönelen nefret alelade bir suçluya nazaran çok daha fazla olmasıyla ilgi çekicidirler.
Bu filmler geçenlerde bir süpermarket alışverişi sırasında gözümün önünden hızla geçti. Oyun çağında çocuğu olan birçok baba gibi ben de ara sıra marketlerin reyonlarına veya oyuncak dükkânlarına hızla bir göz atıp oyuncakları gözden geçirmeyi seviyorum. Hatta arabamda daima yedekte tuttuğum birkaç oyuncak bulundururum. İşte böyle bir hızla göz atarken reyona asılmış bir kostüm dikkatimi çekti. Bu bir doktor kostümüydü ve bir doktorun kullanabileceği birçok malzemeyi içeriyordu. Beyaz bir önlük, gözlük, maske, enjektör, stetoskop, refleks çekici ve birkaç şey daha… Evet, bunlar bir doktor setiydi ve doktorculuk oynamak isteyen bir çocuk için harika geçlerdi. Bir anda olduğum yerde kalakaldım. Çocuklar, doktorculuk oynarken de bir süper kahraman olmak peşindeler galiba diye düşündüm. Aynen bir Hulk kostümü gibi, bir Süpermen kostümü gibi giyilen bu doktor kostümü ile çocuk bir süper kahramana dönüşebiliyordu.
Hepimiz İstanbul’da birçok hastanenin ve 112 ambülâns hizmetleri çalışanlarının karıştığı yenidoğan skandalıyla dehşete kapıldık. Henüz yeni doğan bebekleri bir kazanç kapısı görecek ve nice anne babayı dehşete düşürecek ve bu arada belki de kim bilir kaçının hayatına kast edecek kadar kötü olan bu kişiler kimlerdi? Bir insan nasıl bu kadar kötü olabilirdi? Ancak en önemlisi, en zayıf olduğunuz an elinizden tutan bir hekim bu işin içinde nasıl yer alabilirdi? Hatta bu tezgâhı nasıl organize edebilirdi?
Bu soruların yanıtları sadece kişilerin nitelikleri, onların ahlaki veya diğer özellikleri ile açıklanamayacak kadar karmaşık. Tüm sağlık sistemini göz önüne almadan bu süreci okumak mümkün değil. Üstelik bu tür yolsuzlukların tüm branşlarda popüler olan bir kazanç alanı olduğu, SGK zararları yanı sıra kim bilir kimlere ne zararlar verildi soruları zihnimizde bizi korkutarak ancak son derece gerçekçi ve yerinde olarak yankılanmakta. Bu durum, hiçbir hekime şaşırtıcı gelmemiştir. Çünkü sağlığın maliyeti sadece cirolarla tanımlanan bir ortamda kişilerin hedefe finansal araçlar koymaları ve insan sağlığını ve insan hayatını öncelemekten bir noktada vazgeçmeleri kaçınılmaz değil miydi? Bir yandan TTB etik yönergesinde yasaklanan sağlıkta pazarlama faaliyetleri son hız devam etmiyor mu? İlaç şirketlerinden medikal firmalara, özel hastaneler ve kurumların pazarlama departmanları ve pazarlama müdürleri yok mu? Kamu hastaneleri bile internet sitelerinde pazarlama faaliyetleri yürütmüyorlar mı hastanemize şu veya bu geldi, cumartesi poliklinik açıldı diye? Kamu hastaneleri verimlilik deneyimleriyle ciro ve finansal olarak hedeflerini tutturmaları açısından denetlenmiyor mu? Hastanelerimizde yaygın olarak kullanılan elektronik hasta yönetim sistemlerinin faturalama haricinde hasta yönetiminde faydaları var mı? Siz hiç hastane veya departmanların hastalara ne kadar şifa sağladıklarının sorgulandığını gördünüz mü? Hipertansiyon ilacı reçete edilmesi ve ödemesini konuştuğumuz oranda kan basınçlarının düzene girip girmediğini konuşuyor muyuz?
Öte yandan, kanun koyucu ve icra makamı açısından başka çıkmazlar bu sistemle çözülmeye çalışıldı geçen yıllarda. Ülkemizde büyük bir sorun olan yoğun bakım yataklarının artırılması için Sağlık Bakanlığı’nın ne büyük çaba içinde olduğu hepimizin malumu. Bebek ölüm oranlarında ise 1960’lardan beri sağlanamayan iyileşmeyi ancak 2000’li yıllarda sağlayabildiğimizi unutmamalıyız. Dolayısıyla birçok iyi iş yapıldı ve ihtiyaçlar hala devam ediyor. Dev ülkenin devasa ihtiyaçları büyüyerek artıyor.
Benim üzerinde durduğum konu ise kendim, kendimiz… Biz, birer hekim olarak bu insanlara karşı nasıl bir tavır alacağız? Meslek derneklerimiz bu soruşturmada nerede yer alacaklar? Hekim haklarının korunması ve hekimlerin iyiliği önceliğimiz ancak bu kişileri aramızda tutacak mıyız? Bu kişileri birer hekim olarak oldukları sürece bizler süper kahraman rolünü oynayabilir miyiz? Çocuklarımız bizim kostümlerimizi giyer mi? Düşmüş bir süper kahramandan daha kötüsü var mıdır?
Prof. Dr. Adil Polat
Kasım 2024
Bağcılar, İstanbul
1 yorum
Sağlığın ticarileştirilmesini kendi eylemleriyle; sağlığın vahşi rekabete maruz bırakılması gibi çarpık bir sistemi övgüyle karşılayan çok sayıda ki vatandaşlarımızın sorumsuzluklarını, “çıkar çatışmaları” ve ödevsizliklerini masaya yatırmak gerek. Ülkemizde 14.000 küvöz ihtiyacı nasıl oluştu, bu devasa sayı nasıl bir suç ve haksız kazanç kapısı hâline geldi? Gelin, bu düzenin nasıl adım adım hazırlandığını size “içeriden” anlatayım.
Bebekler doğuştan küvözlük olmuyor; tam tersine küvözlük “olduruluyor.” Örneklerle somutlaştırayım:
Hayatında hiç doktora gitmeyen, rahim sağlığını hiç sorgulamadan iltihaplı, polipli, miyomlu ya da retrovert bir rahime sahip olduğu halde hamile kalan ve ancak gebeliğin 4. veya 5. ayında fark eden kişiler salgın boyutunda artıyor. Küvözlük hale gelmiş, neredeyse yaşama şansı zor olan bebeklerle ortaya çıkıyorlar. 14000 nüfuslu küvözistana bu aileler ciddi destek veriyor.
Gebelik boyunca doktor doktor gezen, Jinekolog hekimle güven bağı kurmadan, bir doktorun emeğine saygı göstermeden sürekli gezen, o ları sürekli birbiri ile kıyaslayan, yıldızlayan gebeler, en sonunda “sorunlu” bir doğumla mağdur bir doktorun elinde kalıyorlar/patlıyorlar/gümlüyorlar . Yoğun bakımlık bebeklerle sonuçlanan bu durumda kim haklı, kim haksız?
Gebelik için herhangi bir bütçe planlaması (gebelik bütçesi) yapılmıyor. Herkes ama herkes, zengin de olsa fakir de olsa “bedavaya” ya da en ucuz muayeneye yöneliyor. İki dakikalık yüzeysel muayeneleri yeterli/üstün/eksiksiz/10 numara 5 yıldız görüyor; emeğini, akıl terini hak ettiği gibi isteyen doktorları ise “paracı/pahalıcı/paragöz” diye suçluyor. Sonuç: pert, küvözlük, yoğun bakımlık bebekler.
Gebelik takibini özelde yapıp doğumu devlete, doğumu özelde yapıp takibi devlete yaptıran bir “terör örgütü” gibi, tüm sistemi yozlaştıran bir yapı ortaya çıkıyor. Kendi bedenine ve bebeğine yatırım yapmayan, sorumsuzca davranan bu anneler, aslında kendi elleriyle küvözlük bebekler dünyaya (14000 nüfuslu küvözistana) getiriyorlar.
Bir jinekologun “günde” en fazla/maksimum/azami 15 gebe muayene etmesi gerekirken, sırf bedava ya da düşük ücretli olduğu için devlet hastanelerinde 30, 40 hatta 100 – 150. sıradan muayene olan, özel hastanelerde ise 65. sıradan muayeneye talip olan bir kitle var. Bu da kaçınılmaz olarak anne – aile kaynaklı ihmalkarlıklara ve yoğun bakımlık/pert/küvözlük bebeklere yol açıyor.
Gebeliğe minicik bir harcamada bile sanki bir servet ödemiş gibi davranan, bebeğine yatırım yapmayı “hırsızın eline para vermek” gibi gören bir zihniyet var. Bu anlayışın sonucu: 14.000 nüfuslu bir “küvözistan” ülkesi.
Bedava ya da ucuz gebelik takipleri ve doğum yapılan hastanelerde uzun kuyruklar oluşturan aileler de bu sistemi besliyor. Bebekleri küvöze alındığında sesleri çıkmıyor, çünkü gebelik ve doğumu “ucuza kapattılar.” Bu bir döngüdür ve anneler, aileler bunu besliyor. Bedava peynirin fare kapanı da olduğunu, bir hizmete, işe para vermediklerini malzemenin kendilerinin, bebeklerinin olduğunu bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar!
Paket paket sigara, alkol, uyuşturucu kullanan, tedavi ve takibi umursamayan annelerin küvözlük bebekleriyle karşılaşıyoruz. Bu annelerin sorumsuzluğu neden konuşulmuyor? Küvözistana rant üretmiyorlar mı?
Hastanelerin otoparkını dolduran lüks Avrupa arabaların sahipleri, yakıta en yüksek paraları öderken en temel gebelik testleri için bile ödeme yapmaktan kaçınıyor. “Fulleyelim depoyu ama bir hemogram istemeyin” zihniyeti bu ülkeyi küvözistana çevirdi. Neden bunu kimse konuşmuyor?
Sağlıklı gebelik ve doğum için hiçbir bedel ödemek istemeyen ama iş yoğun bakımlık bebek olduğunda kesenin ağzını açan sistemin bu ikiyüzlülüğünü konuşalım.
Bu sorunlar yalnızca belli bir şehirde değil; Ankara’dan İzmir’e, Antakya’ya kadar her yerde yayılmış durumda. Artık 14.000 küvözlük bebeğe sahip bir “küvözistan” oluştu ve bu düzen, bir rant kapısı olarak görülüyor.
Necip milletimiz bu yanılgıdan çıkmalı; gebelik döneminde bütçe yapmayı öğrenmeli ve gebelikte “tasarruf – kısıntı” anlayışını terk etmeli. Gebelik süresince canını, malını, parasını seve seve feda etmeyi kabullenmeli. Ve acilen bir jinekologun günde 15’ten fazla gebeyi muayene etmesi yasaklanmalıdır.
Ancak bu adımlar atılırsa küvözistana duyulan ihtiyaç azalır ve yönetilmesi gereken bir rant, Çeteler ortadan kalkar. Vatandaş da devlet de el birliğiyle doktorların emeğini sömürmeye devam ederken, dürüst hekimlerin sınırını zorlamamamız gerektiğini unutmayalım.