Kalkınma ve kazanç arasında iki yönlü bir ilişki olduğu, haklı kazancın sürdürülebilir fırsatlarla orantılı olduğu inancındayım. Kalkınma pek çok faktörlere bağlı olduğundan önündeki engelleri saymanın da çok fazla etkili olacağını düşünmüyorum. Zira kalkınma ülkelerden başlayarak bireye kadar inen ve pek çok faktörden etkilenen bir matristir. Sürdürülebilir bir kalkınma için Birleşmiş Milletler, küresel kalkınma hedeflerini içeren programlar oluşturmak suretiyle toplumların gelişmesine yardımcı olmaya çalışmaktadır. Birleşmiş Milletler tarafından 2000 yılında 8 ana başlıkta ilan edilmiş olan 193 ülke ve 23 uluslararası şirketin benimsediği Binyıl Kalkınma Hedefleri (BKH) ya da Milenyum Kalkınma Hedeflerinin süresi 2015 itibarıyla tamamlanmıştır. Süresi dolan hedeflere bakacak olursak; Aşırı Yoksulluğu ve Açlığı Ortadan Kaldırmak, Herkes için Evrensel İlköğretim Sağlamak, Cinsiyet Eşitliğini Teşvik Etmek ve Kadınların Güçlendirilmesini Sağlamak, Çocuk Ölümlerini Azaltmak, Anne Sağlığını İyileştirmek, HIV/AIDS, Sıtma ve Diğer Hastalıklarla Mücadele, Çevresel Sürdürülebilirliğin Sağlanması ve Küresel Ortaklık olarak sıralanmaktadır.
Yeni Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, Ocak 2016’da 17 adet olarak yürürlüğe girmiştir. Bunlar: Yoksulluğa Son, Açlığa Son, Sağlık ve Kaliteli Yaşam, Nitelikli Eğitim, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Temiz Su ve Sanitasyon, Erişilebilir ve Temiz Enerji, İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme, Yenilikçilik ve Altyapı, Eşitsizliklerin Azaltılması, Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar, Sorumlu Üretim ve Tüketim, İklim Eylemi, Sudaki Yaşam, Karasal Yaşam, Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar ve Amaçlar için Ortaklıklar şeklindedir.
Yukarıda verilen hem bin yıllık kalkınma ve hem de Yeni Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarına bakıldığında esasında kalkınmanın önündeki engellerin sıralandığı ve kalkınma için öncelikle bunlarla mücadele edilmesi gerektiğine işaret edilmektedir. Dolaysıyla her ülke kendine bir karne oluşturup bu maddeler doğrultusunda öncelikle kendi kendisini murakabe etmelidir. Bu düşünceden hareketle; mevcut yazımda yukarıdaki amaçların gerçekleştirilmesi için önemli olduğuna inandığım bazı hususlara kısaca dikkat çekmek istiyorum. Amacım haklı kazanç yolunda farkındalık oluşturmaya katkı sağlayarak hem insanları düşünmeye sevk etmek ve hem de işi uzmanlarına havale etmektir.
Tarihsel süreç içerisinde toplumsal evrimleşmede hem Kapitalist hem de Sosyalist düzenlerde toplumsal katkıyı olumsuz etkileyen olgulardan birisi yapılan işin mahiyetidir. Yapılacak işlerde bir fert lehine iltimas geçilmesi diğerlerine karşı avantajlı olmasına imkân vermektedir. Hatta her kademede hizmet ayrımcılığı devreye girdiği andan itibaren, işçiler çalışıyormuş gibi yaparak amirlerde emir veriyormuş gibi yaparak günü güne ekler ise neticede verimlilik düşmekte ve kalkınma da beklenilen seviyeye ulaşmak zaman almaktadır.
Toplumlarda kargaşalara yol açan ve kalkınmayı olumsuz etkileyen bir durumda akraba kayırmacılığı adı verilen Nepotizmdir. İslam dünyasında bu durum Hz. Osman (ra) zamanında çok belirgin hale gelmiş büyük sorun olmuştur. Partizanlık adı verilen siyasi kayırmacılık ile toplumlarda çeşitli imtiyazlı gruplar oluşmakta, Kronizm adı verilen eş-dost kayırmacılığı ile de yine kalkınma süreci hem olumlu ve hem de olumsuz doğrultuda etkilemektedir. Gelişmiş ülkelerde örneğin üniversitelerde eşlerin aynı bölümde görev almasına dahi sıcak bakılmamakta hatta aynı birimde çalışanların evlenmeleri durumunda en az birinin başka birime geçmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Yapılması gereken iş hastalık ortaya çıkmadan önce tedbir almaktır.
Yüce Allah (cc) Kuran-ı kerimde Mutaffifîn Suresinin 1. ayetinde “Eksik ölçüp tartanların vay haline!” buyurarak insanlara sahtecilikle kazanç elde edilmemesi yönünde uyarıda bulunmaktadır. Bunun yanında belli bir değeri temsil eden paraların ve çeşitli belgelerin sahteciliği, fahiş fiyatla satılan mallarda gelişmenin önündeki engellerdendir. Yapılması gereken iş ürünün raflara gelmeden önce sadece birkaç örneğini vermiş olduğum bu ve benzeri hususlara karşı önlem almaktır.
Sürdürülebilir kalkınmayı olumsuz etkileyen diğer hususlar ise marka sahteciliği ve haksız rekabet olarak karşımıza çıkmaktadır. Hemen her sektörde görülebilen marka sahteciliği durumunda ürünlerin ucuz olması ile tüketiciler cezp edilmekte ve haksız kazanç sağlanmaktadır. Asıl dikkat çekmek istediğim husus ise, kültürümüze yerleşen “Pabucu dama atmak” deyimine yönelik sistemlerin devreye girmesini gerektiren haksız rekabet durumudur. Bir örnek verecek olursak 2 firma düşünelim. Her birisi ekmek satıyor olsun. Birisi çok kaliteli ürünlerden elde ettiği ekmeği A fiyatına satsın. Diğer üretici ise kaliteli olmayan maddelerden elde ettiği ürüne aynı kalite etiketini koyarak biraz daha düşük olan B fiyatına satsın. Bu durumda kaliteli üretim yapan firmaların malları rafta kaldığı için uzun vadede hem tüketiciler hem de üreticiler zarar etmektedir. Bu durumda yapılabileceklerden biri bölgesel merkezi denetlenebilir özel sektöre ait laboratuvarlarda her ürünün belli bir kod ile kodlanarak üretim yapan her firmanın ücretini de kendisi karşılamak suretiyle tarafsız ve standart analizler yaptırılmasıdır. Bu sayede ürünlerde kalite ve fiyat derecelendirilmesi yapılabilir. Çocukluğumdan beri pek çok ürün tüketiyorum. Kalitelerinde hemen hemen hiçbir gelişme ya da ürünlerde çeşitlendirme olmadı. Neden? Çünkü derecelendirme yok. Oysa ki bağımsız laboratuvarlarda yapılacak standart analizler hem dış hem de iç pazara yönelik kaliteyi arttıracaktır. Bu sayede yeni istihdam sahaları açılacağı gibi tüketicilerde üreticilerde korunmuş olacaktır.
Kalkınmayı olumsuz etkileyen bir diğer husus eğitimde görülen eşitsizlik durumudur. Devletimizin alt yapı olarak her yere aynı hizmeti götürmesine rağmen aynı kalite de eğitimin verilmesi çeşitli faktörlere bağlı olarak oldukça güçleşmektedir. Burada bir örnek vermeden geçemeyeceğim. İlk okuldan itibaren İngilizce alan çocuklarımız üniversiteyi bitiriyor konuşamadıkları gibi bir de yapılan sınavlarda 50 puan dahi alamıyorlar. Amacım kimseyi ya da sistemi eleştirmek değil, olumlu katkı sunmaktır. Bu bakımından bir hesaplama yaparak gerçeğin altını çizmek istiyorum. Bir ders döneminde 14 hafta olduğu kabul edildiğinde haftada 2 saat ders alan bir öğrenci toplamda 28 saat ders almış olmaktadır. 1 mesai günü 8 saat olduğuna göre bu öğrenci yoğun bir eğitime alınmış olsaydı sadece 3,5 gün/dönem ders almış olacaktı. İlk okul 4’ten itibaren hesaplarsak üniversiteyi bitiren bir öğrenci toplam 12 yıl İngilizce dersi almış oluyor. Yani toplamda sadece 84 saat ders almış oluyor (12 yılda 24 sömestr). Bu değer sadece 10,5 mesai günü demektir. Peki bu durumda öğrenci ne yapsın? Hoca ne yapsın? Sadece10 günde İngilizce öğrenilip öğrenilemeyeceğini okuyucularımın ve uzmanların profesyonel muhakeme güçlerine bırakıyorum.
Dil öğrenmenin diğer bilim dallarından farklı olduğunu adeta balon şişirmeye benzediğini düşünüyorum. Balon şişirirken avurtlarınız acır ama balonu bir kez şişirince hiç ağrı olmadan patlatana kadar hava üfleyebilirsiniz. Dil puanı yüzünden oluşan dezavantajlardan sadece bir tanesine örnek verecek olursak; A öğrencisi 90 üzerinde bir ortalamayla mezun olsa dahi minimum dil puanı istenmesi nedeniyle iş başvurusunda bulunamıyor. Bu dezavantajın giderilmesinde başvuranların sınava girmesine müsaade edilerek dil becerilerinin daha sonra sağlanması şeklinde yapılacak esnek uygulamaların etkili olacağı inancındayım. Meseleyi ifade edebildiğim ümidiyle konuyu uzmanlarına havale etmenin doğru olduğuna inanıyorum.
Bir öneride bulunmadan önce şu soruyu soralım “nasıl oluyor da 12 yılda dil öğrenemeyen bir öğrenci 3-6 ay yoğun dil kurslarında dil becerilerini geliştiriyor?” Anlaşılacağı üzere hazırlık sınıfı olan okullardan mezun olan öğrenciler diğerlerine karşı daha işin başında çok büyük avantaj sağlamaktadır. Ülkemizde bazı devlet liselerinde hazırlık okutulmasına karşın çoğusun da böyle bir imkan sunulmamaktadır. Eşit fırsat verilmesi bakımından bu liselerin sayısı arttırılmalıdır. Ayrıca özel liselerde de bu sayı oldukça düşüktür. Paralı okullarda hazırlık sınıflarının mecburi tutulması ödenen paranın ve verilen emeğin karşılığının alınması bakımından önem arz etmektedir. Meselenin özünün anlaşıldığı inancıyla durumu işin uzmanlarına havale ediyorum.
Altyapı dengesizliği de kalkınmayı olumsuz etkileyen bir başka husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Altyapı bakımından eşit olmayan bölgeler ile gelişmiş olan bölgelere verilen teşvikler ve geri ödemeler dikkate alındığında bir avantajın söz konusu olduğu görülmektedir. Ancak bu avantajı kullanabilecek alt yapıya sahip olunmadığında arzu edilen verimlilik düzeyi sağlanamamaktadır.
Ülkemizde doğalgaz, duble yol ve hava yolu nimetleri artık sıradan hizmetler arasına girdi. Ancak bunların içinde toplu taşımada etkili olan karayolları ve demir yollarının istihdam, üretim ve dış göçü önlemeye yönelik faktörlerin en başında geldiği inancındayım. Hayalim bir gün Ağrı-Erzurum arasında hızlı trenle yolculuk yapmak dahası Horasan metro durağında inecek var diyebilmektir. Yorumunu işin uzmanlarına havale ediyorum.
Birleşmiş Milletlerin yukarıda arz etmiş olduğum sürdürülebilir kalkınma hedefleri dikkate alındığında başka örnekler vermek elbette mümkündür. Ancak konunun anlaşıldığı düşüncesiyle yazıma son verirken tüm okuyucularımızı saygıyla selamlıyorum.