Madencilik, kalkınmanın temel taşlarından biri olarak kabul edilse de, çevresel etkileri nedeniyle siyasi tartışmaların merkezinde yer alır. Halbuki konforlu yaşam ve kalkınma için gerekli olan doğal kaynaklar, büyük ölçüde madencilik faaliyetleriyle sağlanır. Küresel örnekler, madenciliğin stratejik bir sektör olduğunu ve bu sektördeki faaliyetlerin sadece ekonomik büyümeye değil, aynı zamanda ulusal güvenliğe de katkı sağladığını göstermektedir. Bu nedenle, madencilik sektörünün durdurulması ya da aşırı sınırlandırılması, uzun vadede ülkenin kalkınma hedeflerine zarar verebilir.
Siyasi partilerin çevre politikaları, zaman zaman madencilik karşıtı bir retoriğe dönüşebilir. Çevreyi koruma adına üretimi sınırlandırmak ya da tamamen durdurmak gibi popülist yaklaşımlar, kısa vadede siyasi kazanç sağlasa da, uzun vadede kalkınma için gerekli olan üretim süreçlerini tehlikeye atabilir. İktidara gelindiğinde, bu idealist politikaların uygulanabilirliğinin sınırlı olduğu ve ülkenin kalkınması için madenciliğin kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu gerçeğiyle yüzleşilmesi gerekir. Çevresel kaygılar elbette göz ardı edilmemelidir, ancak bu kaygılar, üretimi ve kalkınmayı engellemeden sürdürülebilir yöntemlerle ele alınmalıdır.
Peki Maden ve Çevre İkilemi Neden Yanlış? Günümüzde madencilik ve çevre konuları, sıklıkla karşı karşıya getirilen iki kavram olarak görülmektedir. Geçmişte zaman zaman madenciliğin çevreye verdiği zararların öne çıkması, birçok çevre hareketinin madencilik faaliyetlerine karşı çıkmasına neden olmuştur. Ancak bu yaklaşım, madencilik-çevre ilişkisine dar bir perspektiften bakılmasına yol açmaktadır. Madencilik sektörü, uygun teknolojiler ve sürdürülebilir yöntemlerle çevre dostu bir şekilde yürütülebilir ve aslında kalkınma ile çevreyi uyumlu hale getiren bir stratejinin merkezinde yer alabilir. Bu bağlamda, özellikle Türkiye gibi zengin doğal kaynaklara sahip ülkeler, çevre koruma ve ekonomik kalkınma hedeflerini birbirine rakip değil, birbirini tamamlayan unsurlar olarak görmelidir. Uzay madenciliği ve robotik teknolojilerin gündemde olduğu günümüzde, madencilikte çevre dostu uygulamaların mümkün olduğu ve bu doğrultuda yeni bir yaklaşımın zorunlu olduğu açıktır.
Türkiye, dünya genelinde önemli endüstriyel, enerji, metalürjik ve yapı teknolojisi hammaddesi maden potansiyeli ve rezervlerine sahip bir ülkedir. Ancak, bu potansiyelin yeterince değerlendirilememesi, ekonomik kalkınma süreçlerinde bir engel olarak görülmektedir. Madencilik sektörü, Türkiye’nin ekonomik büyümesinde stratejik bir rol oynamaktadır; hem milli gelir artışı hem de yerel kalkınma için bu kaynakların verimli kullanılması gerekmektedir. Atatürk’ün Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki vizyonu doğrultusunda, doğal kaynakların değerlendirilmesi Türkiye’nin bağımsızlığı ve kalkınması için bir zorunluluk olarak görülmüştür. Atatürk’ün madenler konusundaki öngörüsü bugün de geçerliliğini korumakta ve doğal kaynakların ülkenin ekonomik kalkınmasındaki merkezi rolüne işaret etmektedir. Ancak, madenciliğin ülke kalkınmasında oynayacağı bu kritik rolün altını çizmek için, çevreye zarar vermeden sürdürülebilir üretim yöntemlerinin benimsenmesi gerektiği gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Türkiye’nin sahip olduğu bu potansiyeli, çevresel sürdürülebilirlik ilkeleriyle birleştiren bir madencilik politikası, ülkeyi uluslararası arenada güçlü bir konuma getirebilir. Gelişmiş Ülkelerdeki madencilik uygulamaları bu durumu teyit etmektedir. ABD, Almanya, Kanada Çin ve Rusya gibi ülkeler, madencilik ve çevre dengesini başarıyla kurabilmiş ve bu alanda yenilikçi politikalar geliştirmişlerdir. Örneğin, ABD madencilik faaliyetlerinde ileri teknoloji kullanarak çevresel zararları minimize etme stratejisini benimsemiştir. Özellikle atık yönetimi, geri dönüşüm teknolojileri ve katma değerli ürün üretiminde başarılıdır. Almanya, çevre standartlarına bağlı kalmadan sanayi devriminde madenciliği temel kalkınma motoru olarak kullanmıştır. Maden kaynaklarını verimli kullanarak sürdürülebilir bir ekonomi inşa etmiştir. Çin, dünyanın en büyük maden üreticilerinden biri olup, dış kaynaklara bağımlılığı azaltmak için büyük yatırımlar yapmaktadır. Çevresel sürdürülebilirlik alanında ise son yıllarda önemli adımlar atarak karbon emisyonlarını düşürme hedeflerine yönelmiştir. Rusya, büyük doğal kaynak rezervleri sayesinde, bu kaynakları hem ekonomik kalkınmada hem de uluslararası stratejik güç olarak kullanmayı başarmıştır. Kanada, günümüzde madencilik sektöründe çevre ve toplumsal sorumluluk politikalarını bir arada yürüten ülkelerden biridir. Yerel toplulukların haklarını gözeten ve çevre dostu madencilik uygulamalarını benimseyen Kanada, bu modelle çevre ile uyumlu madenciliğin mümkün olduğunu göstermektedir. Çok uluslu şirketlerinin ülkeleri dışındaki negatif uygulanmaları bir yana bırakılırsa, bu ülkelerden alınacak derslerle Türkiye, madencilik politikasını yeniden şekillendirip çevre dostu ve sürdürülebilir üretim yöntemlerini benimseyebilir.
Yatırım maliyeti ve süresi çok fazla olan madencilik sektöründe çokuluslu şirketler, global kaynakların kullanımında büyük rol oynamaktadır. Bu şirketler, çevreyi koruma politikalarına uyduklarında, yerel ekonomilere katkı sağlarken, aynı zamanda çevresel etkiyi en aza indirgeyebilirler. Türkiye, çokuluslu şirketlerin madencilik alanındaki iyi uygulama örneklerinden yararlanabilir ve kendi sektöründe sürdürülebilirlik ilkelerini uygulayan bir strateji geliştirebilir. Bu bağlamda, entegre tesisler ve katma değerli üretim süreçleri, madencilikte kritik öneme sahiptir. Uç ürün üretimi modeli gibi yaklaşımlar, madenlerden elde edilen kaynakların işlenip yüksek katma değerli ürünlere dönüştürülmesini sağlar. Böylece Türkiye, sadece ham madde ihraç eden bir ülke olmak yerine, işlenmiş ürünlerle daha fazla ekonomik fayda sağlayabilir. Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkeler, sanayi devrimi döneminde bu modelin öncüsü olmuş ve hızla kalkınmışlardır. Türkiye de benzer bir stratejiyle madencilik sektöründe yüksek katma değer yaratarak ulusal ekonomiye daha büyük katkı sağlayabilir.
Ancak ne yazık ki madencilik sektörü Türkiye’de siyasi gündem ve polemiklerle sıkça zarar gören bir alandır. Muhalefet çevreyi koruma adına madenciliğe karşı çıkarken, iktidarın mevcut uygulamaları da yeterince verimli ve sürdürülebilir değildir. Madencilik gibi stratejik bir sektörün, kısa vadeli siyasi çıkarlara alet edilmesi yerine, uzun vadeli kalkınma hedefleri doğrultusunda siyaset üstü bir yaklaşımla yönetilmesi gerekmektedir. Özerk bir yapının kurulması ve bu yapının çevresel sürdürülebilirlik, teknolojik yenilikler ve yerel toplulukların hakları gözetilerek yönetilmesi, Türkiye’nin madencilik sektöründe ihtiyaç duyduğu yapısal dönüşüm için kritik bir adımdır. Ayrıca, devletin, üretici firmaların, yerel yönetimlerin, bilim insanlarının, meslek odalarının ve çevreci sivil toplum kuruluşlarının birlikte çalışarak bütüncül bir strateji oluşturması, Türkiye’de madenciliğin hem ekonomik hem de çevresel sürdürülebilirlik açısından ileriye gitmesine katkı sağlayacaktır.
Bu çerçevede madencilik sektöründe sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için atılması gereken temel adımlar şunlardır:
Çevre Dostu Teknolojiler: İleri teknoloji kullanarak çevre dostu madencilik süreçlerine yatırım yapılmalı ve bu alanda Ar-Ge çalışmalarına öncelik verilmelidir.
Entegre Tesisler ve Katma Değerli Üretim: Madenlerin işlenip yüksek katma değerli ürünlere dönüştürülmesi sağlanmalı, böylece sadece ham madde ihracatı yerine işlenmiş ürün ihracatına odaklanılmalıdır.
Özerk ve Siyaset Üstü Yönetim: Madencilik faaliyetleri siyaset üstü bir yapı tarafından yönetilmeli ve uzun vadeli kalkınma stratejileri doğrultusunda şekillendirilmelidir.
Çok Paydaşlı İş Birliği: Devlet, üretici firmalar, yerel yönetimler, bilim dünyası, mesleki ve çevreci sivil toplum kuruluşları ile yerel topluluklar birlikte hareket ederek madencilik faaliyetlerinin sürdürülebilir ve çevre dostu olmasını sağlamalıdır.
Sonuç olarak Türkiye’nin zengin doğal kaynakları, doğru stratejilerle değerlendirildiğinde, ülke kalkınmasına ve milli gelire büyük katkı sağlayabilir. “Maden-çevre ikilemi” olarak sunulan yaklaşım, popülist söylemlerin bir ürünü olup, günümüzün teknolojik ve çevresel gerçeklikleriyle uyumlu değildir. Çevre dostu madencilik, sürdürülebilir kalkınmanın temelini oluşturur ve bu alanda alınacak her karar, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda çevresel ve toplumsal sürdürülebilirliği de gözetmelidir. Atatürk’ün vizyonu, Türkiye’nin zengin doğal kaynaklarını verimli bir şekilde kullanarak kalkınması gerektiğini vurgularken, bugünün dünyasında bu vizyon, çevre dostu ve sürdürülebilir bir madencilik yaklaşımını zorunlu kılmaktadır. Bu dengeyi kurmak, geleceğin teknolojik ihtiyaçlarını karşılamak ve ekosistemi korumak için kritik bir adımdır. Türkiye’nin gelecekteki ekonomik başarısı için de vazgeçilmezdir.
1 yorum
Siyasilere ders niteliğinde bir makale.