İyi bir Nisan ayı geçirdiğinizi umut ederek, bu ay da sizlere en iyi dileklerimi sunuyorum.
Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO), kötü süt, sahte bal derken, yaşamımızda her gün yeni bir gerçeğe merhaba diyoruz. Bu ayki konuma geçmeden önce GDO’daki son durum hakkında kısaca bilgi vermek isterim. Ulusal Biyogüvenlik Kurulunun, genetiği değiştirilmiş mısır, soya, pamuk, kanola, şeker pancarı, patates ürünleri ile bakteri ve maya biyo kütlesinden oluşan GDO’lu toplam 32 çeşide izin verdiğinden bahsetmiştik. Bunun üzerinden henüz birkaç ay geçmişken, bu kez de yargı bu onayları hukuka ve mevzuata aykırı buldu. Ziraat Mühendisleri Odası ve sivil toplum kuruluşları izinlere karşı Ankara 3, 4 ve 6. İdare Mahkemelerinde davalar açtılar. Mahkeme kararında; yeterli risk ve sosyoekonomik değerlendirme yapılmadığı, komite değerlendirmesinde de son derece dar kapsamlı ifadelere yer verildiği belirtilerek; gen çeşitlerinin risk oluşturmadığı, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliğe herhangi bir zararının bulunmadığı yönünde bilimsel komite tarafından alınan kararlarda hukuka ve mevzuata uyarlık tespit edilemediğini bildirdi.
Yargının GDO’lara karşı veriye dayalı olarak gösterdiği bu hassasiyetin son derece yerinde bir karar olduğunu düşünüyorum.
Gelelim bu günün konusuna, duymuşsunuzdur, son günlerde yiyeceklerimizde bulunan bir böcek maddesinden söz ediliyor. İsmi “Karmin Kırmızısı”. Karmin, aslında Dactylopius coccus (eski adıyla Coccus cacti) böceğinden elde edilen bir tür renk pigmentidir. Bu böcek, Opuntia cinsi kaktüs bitkisinin üzerinde, daha çok tropikal Güney ve Ortadoğu Amerika’da yaşar ve bitki üzerinde diğer böceklerin yaşamını engelleyerek pigment üretir. Pigment, böceğin yumurtalarından ve vücudundan elde edilir. Bu pigment, hâlâ yerel halk tarafından organik bir sinek kovucu olarak kullanılmaktadır. 19. yüzyıldan itibaren tekstil boya maddesi olarak kullanılmasının yanı sıra, gıdalarda da yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kek, bisküvi, içecekler, reçel, dondurma, sosis benzeri işlenmiş etler, kurutulmuş balık, yoğurt, elma şarabı ve domates ürünlerinde bu yıllardan itibaren bir renk verici olarak kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyılın ortasında Avrupa’da gıda ve tekstil için birçok yapay boyanın üretilmesi ile bu boyaya talep hızla azalmıştır. Fakat birçok üretici ve tüketicinin sentetik boyalar yerine doğal boyaları tercih etmesi sonucu, son yıllarda ticaretsel anlamda tekrar değer kazanmış ve bugün de E120 adıyla sıklıkla kullanılmaktadır. Birçok dinde böcekten üretildiği için haram sayılmakta ve vejetaryenler için uygun bulunmamaktadır. Bir kilogramını elde etmek için en az 150 bin civarında böcek kullanıldığını da düşünürsek, pek doğal olduğu da savunulamaz.
Bu konuda pek çok şehir efsanesi olmakla birlikte, aslında günümüz Türk Gıda Kodeksi’ne uygun yasal bir madde olarak kabul edilmektedir. Yediğimiz pek çok yiyeceğin içinde E120 adıyla rastlamak da mümkündür. E120, bugün için zararı henüz kanıtlanmamış şüpheli katkı maddeleri arasında yer almaktadır. Bilinen tek zararlı etkisi, sadece böcek allerjisi olan kişilerce alındığında allerji belirtilerine neden olmasıdır. Ancak, yaptığım basit bir PubMed taramasında ne yazık ki bu konudaki son yayının dahi yaklaşık 10 yıl öncesine ait olması (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/13679965) bu maddenin olası etkileri üzerinde yeterince çalışılmadığının en açık belirtisidir. Bugün için ne yediğimizin ne de içtiğimizin içinde ne olduğunu ve ne olacağını bilebiliyoruz.
Ne diyelim, yaşam belki de artık bizim için bir tür “survivor (sağ kalan)” yarışması. Ne de olsa “Kalan sağlar bizimdir.” değil mi? Esen kalınız.