İlk Peygamber Hz. Âdem’den son Peygamber Hz. Muhammed’e kadar gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin tebliğ ettiği dinin ortak adı “İslam”dır ve bu dinlerin tamamı “hak dinler”dir. Bunu bize haber veren Kur’ân-ı Kerim’in bizzat kendisidir. Ancak bu “hak dinler”in ihtiva ettiği iman ve ahlak esaslarına zıt/ters düşen bütün düşünce, fikir ve inançlar ise “bâtıl dinler” kategorisindedir.[1]
Dolayısıyla bundan böyle Allah Teâlâ katında tek hak din kıyamete kadar geçerli olacak olan Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği İslâm’dır.[2]Zira diğer tüm dinler zaman içinde hem din adamları hem de mensupları tarafından tahrif edilmiş, şirke bulaşmış ve tevhidden uzaklaşmışlardır.[3] Dolayısıyla İslâm’dan başka hiçbir din geçerli ve muteber değildir ve ahiret günü asla din olarak kabul edilmeyecektir.[4] Aksini iddia edenler Kur’ân ve sünnetin ilkelerini çiğnemiş, âyetleri görmezlikten gelmiş ve keyfi kararlar almışlardır.[5]
Mesela birisi kalkıp; “Bütün dinler vahye dayalı ve tevhid temelli olsun ya da olmasın farketmez; hepsi hakikat ve değer olarak eşittirler” derse bunu İslâm dininin kabul etmesi asla ve kat’a mümkün değildir.
Yahut bir başkası; “İnsanlar İslâm’a aykırı bir din ve ahlak anlayışını benimsemiş olsalar da fark etmez; onlar da Allah katında din olarak eşittirler ve tamamı kurtuluşa ereceklerdir” derse bu da kesinlikle doğru olmayacaktır. Böyle sözler söylemek cehaletin veya art niyetin bir ifadesi olup Kur’ân ve sahih sünnete aykırı içi boş söylemlerden başkası değildir.
Zira İslâm, “hak” ile “bâtılın” belli olduğunu, birbirlerinden açık bir şekilde ayrıldığını,[6] Allah katında tek hak dinin İslâm olduğunu haber vermiş ve mü’minlerin uyması gereken kuralları titizlikle tespit etmiştir.
Bir İslâm toplumunda farklı din ve inançlara mensup kimselerin temel insan hak ve özgürlüklerinden istifade ederek yaşamlarını sürdürmeleri gayet normaldir. Ancak bunun adı “dinî çoğulculuk” değil, İslâm’ın tanıdığı “din hürriyeti”dir. Zira “dinî çoğulculuk” tabiri, “sanki tüm dinler eşitmiş gibi bir izlenim” uyandırmaktadır ki bu kesinlikle doğru değildir. Zaten bu kavramı ortaya atanların da niyeti budur. Son din İslam’ı sıradanlaştırma ve etkisiz hâle getirme çabasıdır. Ancak bizim böyle bir kavramı kabul edebilmemiz hiçbir şekilde mümkün değildir.
Elbette bir müslümanın da farklı din mensuplarının ülkelerinde onların tanıdığı din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde kendi dinini yaşaması mümkündür. Zira herkesin kendi inancını baskı ve dayatma altında kalmadan yaşaması hukukî ve ahlâkî olandır. Dolayısıyla bu bir “dinî çoğulculuk” değildir. Farklı din mensuplarının bir arada, barış ve huzur içinde yaşamasıdır. Zira “dinî çoğulculuk” kavramı batılılara özgü bir kavramdır. Bunun içini anlamlı bir şekilde doldurmadan aynen tercüme edip kullanmak ve saf zihinlerin bulandırılmasına neden olmak son derece yanlıştır.
Bu itibarla, “farklı din ve inançların hepsini aynı kategoride ve eşit” olarak değerlendirmek asla doğru değildir. Çünkü hak din İslâm’dır ve İslâm’a göre günümüzdeki diğer bütün dinler “bâtıl dinler”dir. Ve onların bâtıl dinler kategorisinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Sanki o bâtıl dinleri de “hak dinlermiş” gibi takdim etmek ve o din mensuplarının da cennete gireceğini iddia etmek zinhar doğru değildir. Böyle yapmak, aslında o insanların da gerçeği bulmasını engellemek suretiyle onlara zulmetmektir. Değişik amaçlar ve çıkarlar uğruna böyle konuşanların çok büyük bir yanlış yaptıklarını ve birilerinin oyununa geldiklerini söylememiz boynumuzun borcudur.
Öte yandan muhtelif dinlere mensup insanlar, müslümanlarla bir arada yaşarken İslâm’a savaş açar veya müslümanları vatanlarından etmek için doğrudan ya da dolaylı olarak düşmanla işbirliğine girişirlerse bunlarla mücadele etmek ve hak ettikleri cezaya çarptırmak da dinimizin bir emridir.[7]Dolayısıyla “hak din” ile “bâtıl dinler” bellidir. Bunlar kesinlikle birbirine eşit değildir. Yüce Allah’ın razı olduğu tek ve gerçek din, “hak din İslâm”dır.[8]İslâm’ı yaşayan kurtuluşa erecektir. Son din İslam gelmiş ve tahrif edilmiş diğer dinlerin hükmünü ortadan kaldırmıştır. Yahudi ve hıristiyanlar inatlarından ve kıskançlıklarından dolayı bir türlü Hz. Muhammed’i ve tebliğ ettiği dini kabul etmemişlerdir.[9] Dolayısıyla onlara şirin görünmek adına dinî değerlerden taviz vermek ve onları da “hak din kategorisine” dâhil etmek asla ve kat’a doğru değildir.
Diğer taraftan farklı din mensuplarıyla oturup konuşmak, dünyanın ortak sorunlarına çareler aramak ve karşılıklı ticaret yapmak elbette mümkündür.[10]Ancak onlara açık ve net bir şekilde İslam’ı tanıtmak, inandığı değerleri güzelce ortaya koyup savunmak, eğip bükmeden, kıvırtmadan “doğru Allah, peygamber, ahiret, kader, varlık, âlem tasavvurunu vs.” haber vermek gerekir. Kaldı ki böyle yapmamak vebaldir. Zira İslâm’da istikamet üzere olmak vardır; takiyye ve yalana asla yer yoktur.[11]
Sonuç olarak, Allah Teâlâ katında tek hak din İslâm’dır, diğer bütün dinler bâtıldır ve bâtıl dinler kategorisindedir. Bu konuda belirleyici olan temel ilkeler Kur’ân ve sahih sünnetin prensipleridir. Yaptığı davranışlarla cenneti kimin hak edeceğini ve cehennemi kimin boylayacağını Yüce Allah şimdiden haber vermiştir. Zira Yüce Allah kuralları belirlemiş, insanları seçimlerinde özgür bırakmış, onlara akıl vermiş, elçiler göndermiş ve kutsal kitaplar inzâl etmiştir. Dolayısıyla bu kuralları kaynağından yani, Kur’ân ve sünnetten okuyarak haber veren kimselerin iyi niyetli uyarılarını kabul etmeyerek hüsnü kuruntularla kendilerini avutan, diğer bâtıl din mensuplarına bol keseden cennet dağıtan ve kendi dinlerini bu şekilde yanlış tanıtanlar ciddi bir vebali omuzladıklarını bilmelidir. (21.03.2014)
[1] et-Tevbe 9/33; el-Fetih 48/28.
[2] Âl-i İmrân 3/19.
[3] et-Tevbe 9/31.
[4] Âl-i İmrân 3/85.
[5] el-İsrâ 17/81; es-Sebe 34/49.
[6] el-Bakara 2/256.
[7] el-Mümtehine 60/9.
[8] el-Mâide 5/3.
[9] el-Bakara 2/90, 109, 213; Âl-i İmrân 3/19; eş-Şûrâ 42/14; el-Câsiye 45/17.
[10] el-Mümtehine 60/8.
[11] eş-Şûrâ 42/15.