Temel, ilkokul öğrencisi… Her gün evden okula patika yoldan yürüyerek gidip gelir. Annesi Temel’e “Evladım, yollar dar, dikkatli yürü, düşersin” diye her gün uyarıda bulunur. Temel annesinin uyarılarına dikkat eder ve uyar.
Annesinin uyarmayı unuttuğu bir gün “Evladım, yollar dar, dikkatli yürü, düşersin” uyarısını unutmamak için, patika yolun üst tarafındaki büyük bir kayaya büyük harflerle yazar.
“Evladım, yollar dar, dikkatli yürü, düşersin”
Zaman geçer.
Temel üniversiteyi bitirir.
Köyüne döner.
Bir de ne görsün? Evlerinin yanından asfalt yol geçmiş.
İlkokula gittiği patika yol devre dışı kalmış.
Annesi rahmetli olmuş.
Köyde kendisini uyaracak kimse kalmamış.
Temel, patika yol üzerindeki büyük taş üzerine yazdığı annesinin uyarısını okuyabilmek için eve gidiş gelişinde aynı yolu kullanmaya devam etmiş.
Bir gün arkadaşları sormuşlar: “Temel; evinizin önünden geçen asfalt yolu niçin kullanmıyorsun da eski uzun, dar ve tehlikeli yolu kullanıyorsun?”
Temelin cevabı:
“Trafik memurları asfalt yol üzerinde ‘Evladım, yollar dar, dikkatli yürü, düşersin’ levhasını yazmayı unutmuşlar da o yüzden kullanmıyorum.”
Kıssadan hisse…
Tam gün, zorunlu hizmet gibi yaklaşımları, nedense doktorluk mesleğini taşıyan insanlarımızla ilgili olarak tartışırız.
Bu kavramlar neredeyse doktorlarla özdeşleşmiş olarak algılanmakta…
Ne demek “tam gün” çalışma?
Zaten her meslek sahibi 24 saat çalışıyor.
Ne demek zorunlu hizmet?
Zaten her meslek sahibi mesleğini sürekli hizmet için değerlendiriyor.
Yaklaşım tarzımızda sorun var.
Mesleklerle ilgili değerlendirmeleri sıfatlandırıp yozlaştırma ve evrenselliğinden “koparma” yerine, “verimlilik, performans, etik kavramlar bağlamında değerlendirme” daha doğru olur diye düşünüyorum.
“Zorunlu hizmet” zorunluluğunu yan dal ihtisası yapan doktorlara kadar uzatıp ‘3 kez’ bilimsel çalışabilme sürecini bozan bir yapılanmada, ne araştırmacı insan yetiştirebilirsiniz ne de öğretim üyesi…
Bir başka ezber:
Ya tam gün çalışacaksınız ya da part time.
Mekânsal sınırlamalara dayalı bu tür yaklaşımlar evrensel düşünceye uymadığı gibi, fonksiyonel de olamaz.
Tam gün çalışma yaklaşımını fonksiyonel hale getirerek daha yararlı olabiliriz.
Bunun için üç ilkeye uymalıyız:
- Hoca (öğretim üyesi) merkezli eğitim ve öğretim
- 24 saat eğitim ve öğretim
- Fonksiyonel eğitim ve öğretim
Bu ilkelerden hareket ettiğimizde, hoca nerede varsa orada eğitim-öğretim yapılır demektir. Bunun için tıp fakültesinde görevli öğretim üyelerinin tüm enerjilerini, birikimlerini ve potansiyellerini üniversitenin güçlenmesine ve geliştirilmesine katabilmeleri için çalışma altyapısı ona göre dizayn edilmelidir.
Part time çalışan öğretim üyelerinin gelirleri Avrupa Birliği standardına taşınmalıdır. Muayenehanede kazandıkları miktar, tam güne geçtiklerinde kendilerine ödenebilmelidir (Aylık asgari 8-10 bin YTL).
Muayenehaneler; eğitim ve öğretim için kullanılabilir bir mekân olarak (halkla irtibat bürosu) devam etmelidir.
Fakültenin devamı olan bir birim olarak sayılmalıdır.
Muayenehanede (halkla irtibat bürosu) öğretim üyesinin asistan yetiştirme (fakülteyle entegre) ve öğrenci yetiştirme (her öğretim üyesine 5 öğrenci, 2 asistan) sorumluluğu verilmelidir.
Saat 16:00’dan sonra öğrenci ve asistanların öğretim üyesi ile çalışma rahatlığı olmalıdır. Hasta bakımı ve küçük girişimler muayenehanede hoca kontrolünde eğitim ve öğretim amacıyla yapılırken, büyük girişimler, hasta yatırma ve takip üniversite hastanesinde yapılmalıdır.
Bu uygulama:
Eğitim-öğretimi güçlendirecek, öğretim üyesini fonksiyone edecek zamanı verimli kullanmayı sağlayacak.
Üniversite hastanelerine eğitim ve öğretim için hasta çeşitliliğini sağlayacak geliri artıracak.
Ekonomik yönetim, üniversite hastanesi profesyonel yöneticileri tarafından denetlenecek.
Akademik program, hoca tarafından dizayn edilecek.
Ve tam gün, yarım gün gibi garip kavramlar dilimizden düşürülecek.
Fonksiyonel bir işleyiş hayatımıza geçecek.
Önerilerin tartışmaya açık olduğu kadar, çözüme de açık olduğunu düşünüyorum.
Artık Temel’in 40 yıllık patika yolunu izleme çağının kapandığını algılamalıyız.