Yasa taslağının çelişkilerine girmeden önce, bazı olumluluklara değinmem uygun olacaktır: Yasa taslağının birinci maddesinde döner sermayeden yararlananlara sözleşmeli personelin de dahil edilmiş olması, aynı kurum çatısı altında çalışanlar arasındaki “Hakkın dağıtımında adalet” prensibine uygun düşmüştür.
Madde-7’de radyasyonla uğraşan sağlık personeli için abartılı ayrıcalıklar yerine getirilen doz koşulu ve buna dayanan önlemler yerinde olmuştur. Madde-8 ile nöbetlere verilen maddi bedelin arttırılmış olması yanında icap nöbetinin de ücretlendirilmiş olması olumlu bir yaklaşımdır.
Madde-10 ile Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanun yürürlükten kaldırılarak hekimlerin diğer memurlar gibi haftalık 40 saat mesaileri nihayet eşitlenmiş ve yıllardır olan haksızlık giderilmiştir.
Gelelim yasa taslağında olup sakıncalar yaratacak olumsuzluk ve çelişkilere:
Madde-1’de, “…bu ödemenin oranı ile esas ve usulleri; personelin unvanı, görevi, çalışma şartları ve süresi, hizmete katkısı, performansı ile muayene, ameliyat, anestezi, girişimsel işlemler ve özellik arz eden riskli bölümlerde çalışma gibi unsurlar esas alınarak Maliye Bakanlığının uygun görüşü üzerine Sağlık Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.” denilerek Sağlık Bakanlığının devlet hastaneleri ile eğitim veren hastaneleri tanımlanmış, fakat diğer tüm hastaneler gibi sağlık hizmeti ve eğitim hastaneleri gibi araştırma hizmeti yanında öğrenci eğitimi de veren tıp fakültelerindeki eğitim hizmetleri performansa dahil edilmemiştir. Yine akademik aktivitelerden olan dersler, kurum içi seminer, literatür, vaka sunumu aktiviteleri, konferansçı, panelist, oturum başkanı, kongre organizatörlüğü, dergi editörlüğü, tez danışmanlığı, öğretim üyeliği, uzmanlık veya doktora jüri üyelikleri, bilimsel makale, kongre bildirisi, bilimsel danışma kurulu üyeliklerine de yer verilmemiştir. Yapılan performans değerlendirmesi, sadece hekimlik aktivitelerine sınırlı durumdadır. Bu da eğitim hastaneleri ve tıp fakültelerinde araştırma aktivitelerini olumsuz etkileyecektir. Ayrıca üniversite öğretim üyeleri ve klinik şef ve yardımcıları, devlet hastanesi hekimlerine kıyasla hem eşit olmayan bir uygulamaya tabi tutulmuş duruma düşmekte, hem de maddi gelir yönünden mağdur edilmiş olmaktadırlar. Kısacası, eğitimsel ve bilimsel aktiviteler önemsenmemiş ve es geçilmiştir. Bu görüş paralelinde olacak ki, profesör, doçent ve yrd. doç.lerin bu eğitim hizmeti farklılıklarını saymayıp döner sermaye ödeneği, Bakanlık hastanelerindeki klinik şef ve şef yardımcıları ile aynı olmak üzere aylığın yüzde 800’ü oranında verilmiştir. Bu primin tamamını tutturacak hekimler çoğunlukla cerrahi branşlar ve girişimsel işlemleri yoğun olan branşlar olacak, dahili branş hekimleri ise ödemenin üst sınırını tutturamayacaklardır. Bu gerçeğe rağmen, tasarıda “Bu fıkrada belirlenen tutarların tamamını hak eden personele, nöbet hizmetleri hariç olmak üzere mesai saatleri dışında çalışmalarından doğan katkılarına karşılık olarak bu fıkradaki oranların yüzde 50’sini geçmeyecek şekilde ayrıca ek ödeme yapılabilir.” denilmektedir. Böylesi bir ek ödeme kapısı hem rutin olması gereken bazı uygulamaların mesai saatleri dışına taşınması gibi yakışık olmayan uygulamalara yol açabilecek, hem de yüzde 800 üst tavanı tamamlamak şartı nedeniyle kişilerin önce bu miktarı tutturmak üzere belki de endikasyon dışı koşuşturmalarına yönlendirebilecektir. Mesai saati dışı çalışma ile neyin yapılabileceği açıklanmamış ve muğlak bırakılmıştır. Yine biliyoruz ki mesai saati bitimi ile hastanede zaten nöbetçi doktor görevi başlamaktadır. Dolayısıyla diğer doktorlar katkı getirecek bir aktivite bulabilecekler mi? Bunun yerine, mesai saati dışında öğretim üyelerine ve klinik şef-yardımcılarına özel fark vermeyi kabul edenlerin özel muayenelerine müsaade edilmesi ile hem hastanın öğretim üyesine muayene olma hakkının ve psikolojisinin önü açılır, hem de döner sermayenin ortalama yüzde 15 kadar olan bu kalemden olan geliri devam ettirilmiş olur. Ancak alınan özel farkın çoğu hekime verilmeli ve döner sermaye kesintileri ile kuşa döndürülmemelidir. Öğretim üyesi veya klinik şefine özel olarak muayene özgürlüğünün engellenmesi, böylesi bir muayeneyi dost-ahbap işine, hediye verme yöntemine veya özel hastanelerdeki öğretim üyelerine yönlendirebilecektir.
Kaldı ki 8 Mayıs 2008 tarihinde yasalaşan 5754 sayılı “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” un Madde-45’in c fıkrasında “Kamu idaresi sağlık hizmeti sunucuları ise otelcilik hizmeti ile dördüncü fıkrada belirtilen istisnai sağlık hizmetleri dışında, sağladıkları sağlık hizmetleri için genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerden ilave ücret talep edemez. Aksine bir hüküm bulunmadığı sürece, kamu idaresi ve vakıf üniversitesi sağlık hizmeti sunucularında 4/11/1981 tarih ve 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nda tanımlanan öğretim üyeleri tarafından sunulan sağlık hizmetleri için bu fıkra hükmü uygulanmaz, Kurum öğretim üyeleri için alınacak ilave ücret için bir tavan belirleyebilir.” denilerek öğretim üyesi farkına müsaade edilmektedir. Tabii tam gün yasası ile “Aksine bir hüküm” getirilmezse, öğretim üyesi farkı zaten gerçekleşmiş olacak. Madem ki mesai dışında çalışmaya müsaade ediliyor, bu müsaade neden muayene şeklinde veya bir özel hastanede olmasın? Çünkü böylesi gönüllü bir çalışma, ciddi bir denetim mekanizması ile istismarlardan korunursa çok yönlü yararlar sağlayacaktır.
Yine bu maddeye göre ödenecek döner sermaye katkısı, ancak döner sermayesi güçlü ve giderler yanında prim ödemelerini karşılayabilecek kurumlarda söz konusu olurken, Anadolu’daki birçok tıp fakültelerinde, bazı şehir ve kasabalarda maalesef döner sermayeler, değil yüzde 800 sınırında, çoğunlukla çok daha altında bir oranda veya belki de bazı aylar ödemesiz gerçekleşmekte ve gerçekleşecektir. Dolayısıyla aynı işi yaptıkları hâlde, sadece döner geliri farklı olduğu için, öğretim üyeleri arasında gelir uçurumları olabilmekte ve yine olacaktır. Hele Bütçe Uygulama Talimatı’ndaki fiyatlara göre bu durum kaçınılmaz olmaktadır. Gerek maaş katsayısı, gerekse döner katkısına ait puanlar, üniversitelerin kuruluş zamanları ve gelişmişliklerine göre farklı ve ülke genelindeki üniversitelerde öğretim üyesi dağılımında olumlu katkı sağlayacak özellikte olmalıdır. Bu olumsuzluğu giderecek bir seçenek de, belki belirli bir kâr oranını sağlayan tıp fakültelerinden kesilecek belirli miktarlarla oluşturulacak “Ülke Döner Fonu”ndan yapılacak destekler olabilir.
En önemlisi, tasarıda maaşın yine az tutulması, güvencesi ve standardı olmayan döner ödemesinin maaştan fazla olması, fakat bu fazlanın özlük hakları olarak emekliliğe yansımamasıdır. Alınacak maaş mutlaka üst düzey bir memur maaşı (Milletvekili, birinci derece yargıç, üst düzey subay gibi) emsal olarak alınarak standartlaştırılmalı ve zaman içindeki komik bir rakama düşüşler engellenmelidir. Böylece aylık gelirin büyük kısmının maaş şeklinde olması, hekimin özlük haklarına otomatikman yansımış olacaktır. Benzer yapılanma, diğer sağlık çalışanları için de söz konusu olmalıdır.
Madde-2 ile Yüksek Öğretim Kanunu’nun 36’ncı maddesinin (a) fıkrasının (2) numaralı bendine alt bent eklenmiş ve sanki üniversitede kısmi statüde çalışmaya devam ediliyormuş gibi cümleye “Tam gün statüde” ibaresi yerine “Kısmi statüde görev yapmakta olan” ibaresi ile başlanmıştır: \"d) Kısmi statüde görev yapmakta olan 657 sayılı Kanun’un 36’ncı maddesinin (III) numaralı bendindeki sağlık hizmetleri sınıfında (hayvan sağlığı hariç) sayılan meslek unvanlı profesör ve doçentler, özel kanunlarla belirlenen görevler ile araştırma-geliştirme faaliyetleri, seminer, konferans gibi faaliyetler ve telif hakları hariç olmak üzere, yükseköğretim kurumlarından başka yerlerde ücretli veya ücretsiz hiçbir suretle mesleklerini icra edemezler\". Tam gün çalışan bu öğretim üyelerinin özel kanunlarla belirlenen görevler ile ücretli olacak araştırma-geliştirme faaliyetleri, seminer ve konferans ücretlerinin ya tamamı öğretim üyesine ödenmeli veya şimdiki gibi döner sermaye üzerinden olacaksa, ücretin çoğu öğretim üyesine, az bir kısmı ise döner sermayeye kalmalıdır. Şu anda öğretim üyesinin maaşına yansıyan kısım çok cüzi durumda olduğundan, motivasyonu olumsuz bir etki söz konusu olabilmektedir.
Tıp fakültesi öğretim üyesinin kısmi statüde çalışması ve ek gelir sağlaması engellenirken diğer üniversite öğretim üyelerine (mühendislik, hukuk, ekonomi…gibi) ise bu yol kapatılmamış durumdadır. Bu duruma göre üniversite öğretim üyeleri arsasında sadece sağlık hizmetinde çalışanların hakkı gasp edilerek, üniversite öğretim üyeleri arsında açık bir ikilik yaratılmış olmakta ve açıkça sağlık sınıfına haksızlık yapılmaktadır. Bu ise eşitlik ilkesine açıkça aykırıdır.
Madde-3’te özellikli yerlerde (yoğun bakım, doğumhane, yanık, diyaliz, kemik iliği, kök hücre ünitesi, yeni doğan, süt çocuğu) çalışanlardan sadece personele yüzde 150 yerine yüzde 200 gibi bir farklılık sağlanırken, böyle bir farklılıktan nedense hekimler dışlanmıştır. Yine 2547 sayılı Kanun\’un yükseköğretim kurumlarında döner sermayeyi düzenleyen 58. maddesinin a. Fıkrasının 4. bendinde değişiklik yapılmış, döner sermayenin en az yüzde 35\’i kuruluşun ihtiyaçlarına ayrılmasından sonra dağıtılacak toplam payın belirlenmesinde tek söz sahibi üniversite yönetim kurulu iken, bu belirlemenin yapılabilmesi için Maliye Bakanlığının uygun görüşü şartı ile YÖK tarafından hazırlanacak yönetmelik kriterlerine bağlanmıştır. Sanki tüm tıp fakültelerinin döner sermayelerinin mali güçleri homojenmiş gibi!!
Madde-4: Anayasa ile olabilecek eşitsizlik ilkesini ihlal etmemek üzere askeri hekimlerin de tam gün çalışmaları düzenlenmeli ve maaşları, ek tazminatlarla üst rütbeli subaylarla dengelenmeli, ayrıca mesai saatleri dışında da askeri ve sivil özel sağlık hizmeti vermeleri sağlanmalıdır. Çünkü muayenehane açmaları serbest bırakılıyor ama SGK ile sözleşmesi olan hastane şartı gibi bulunmayacak bir barajı da önlerine koyunca, bu arkadaşlar cascavlak ortada bırakılmış duruma düşmektedirler. Neymiş: “Askeri doktorun muayenehanesine karışmıyoruz.” diyorlar sayın Bakanlık bürokratlarımız. Gel de hayret edip gülme!
Madde-5’te yer alan yabancı hekimin ülkemizde çalışma koşulu olarak belirtilen diploma denkliğinin yanına Türkçe pratik-teorik sınav ile pratisyen ve uzmanlara yönelik merkezi tıp bilgisi sınavı gibi bir belirleyici baraj da eklenmelidir.
Madde-6: Hekimlerin kamu kurum ve kuruluşları veya Sosyal Güvenlik Kurumu ile sözleşmesi olan özel sağlık kurum ve kuruluşlarından sadece birinde çalışmaları kuralı getirilirken, muayenehanesi olan bir hekimin çalışmasına sadece Sosyal Güvenlik Kurumu ile sözleşmesi olmayan bir sağlık kurumunda müsaade edilmektedir. Böylesi bir ayrıcalıklı durum, bir taraftan hekimin özel çalışmasına hem bir müdahale olmakta ve serbest çalışan hekimin hastasını güvendiği özel kurumda yatırmasına veya girişimde bulunmasına sınır koymakta, hem de ticarette uygulanmakta olan serbest piyasa ekonomisi uygulamasına ters düşmektedir. Yine hastanın hekim ve hastane birlikteliğini seçme özgürlüğünü engellemekte ve işveren ile çalışanın karşılıklı anlaşıp birlikte çalışmalarına da ambargo koymaktadır. Özel hastanelerin hemen hemen hepsi SGK ile anlaşma yapacağına göre, muayenehane hekimi hastanesiz (yani silahsız bir silahşör) bırakılmış ve hekimliğin bağımsızlığına dayanan küçük de olsa tıbbi bir girişimi yapma, mesleğini uygulama hakkı da gasp edilmiş olmaktadır. Dolayısıyla SGK sözleşmesi olmayan hastanede hastalarını izleyebilirler sözü, apaçık bir aldatmacadan başka bir şey değildir.
Bu şart sadece hekimleri kapsamakta, diş hekimleri de bundan ayrı tutularak sağlık çalışanları arasında başka bir ayrıcalık oluşturulmakta ve yine sadece hekimlerin hakları gasp edilmektedir.
Muayenehanesi olan bir hekim, SGK sözleşmesi olan bir hastanede, hastayı SGK’dan yararlandırarak veya yararlandırmaksızın yatırıp gerekli tedavileri özel olarak yapabilmeli ve ameliyat edebilmelidir. Bunun için de SGK sözleşmeli hastane, kadrolu elemanı olmayan bu hekim ile bir protokol veya sözleşme yapabilmelidir ki işlemler kayıtlı olabilsin. Madem ki 8 Mayıs 2008’de yasalaşan Sosyal Güvenlik Kanunu’na göre SGK nasıl sağlık sunucuları ile sözleşme yapıyor, aynı şekilde bir sağlık sunucu kurum da muayenehanesi olan bir hekime hastaneden yararlanma sözleşmesi yapabilmelidir “Madde-45: ğ) Kurum, bu Kanun’un birinci fıkrasında belirtilen yöntemler dışında, kamu idarelerince verilecek sağlık hizmetlerini götürü bedel üzerinden hizmet alım sözleşmesiyle de sağlamaya yetkilidir.” Bir taraftan hekim açığı var diyoruz, diğer taraftan ise fedakârlığa talip olup mesai dışında hekimliğinden yararlanılmasını gönüllü olarak öneren hekimlere engelleme ve açığı kapatma fırsatını tepme olmuyor mu? Özel katkı değil de hasta başına çok az miktarda (bir musluk tamir ücretine göre bile gülünç gelen) bir ücretle bakmaya hekimlerin çoğu yanaşmayacağından, insanlara yararlı olmaya şartlandırılmış hekimi evde oturmaya veya bir kulübe gitmeye mahkum edip emek israfına gitmek pek akılcı gelmese gerek. Kaldı ki bu madde 15 Şubat 2008 tarihinde yasalaşan 26788 sayılı “Ayakta Teşhis Ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik” in Kısmi zamanlı çalışmaya müsaade eden maddeleri ile de çelişmektedir: “Madde-4/ç:Kısmî zamanlı çalışma: Sağlık çalışanlarının birden fazla sağlık kuruluşunda çalışabilmelerini, Madde-17: (1) Tabipler, adlarına çalışma belgesi düzenlenmesi şartıyla, sağlık kuruluşunda mesleklerini tam zamanlı veya kısmî zamanlı yürütürler. (2) Tabipler, muayene ve tedavilerini üstlendikleri hastaları gerektiği gibi takip etmelerini, kaliteli ve verimli hizmet sunmalarını teminen, çalışma sürelerini de belirtmek kaydıyla en fazla iki özel sağlık kurum veya kuruluşunda çalışabilirler. Madde-21: (1) …..Tıp merkezlerinde, hasta kabul ve tedavi edilen uzmanlık dallarında, tam zamanlı veya kısmî zamanlı çalışan uzman tabiplerin isimleri ve çalışma saatleri bulunan ve mesul müdür tarafından onaylanan bir liste, bekleme salonunda hastaların rahat okuyabileceği bir yere asılır.”
Madde-8’de nöbet saati ücretinin genel bütçe yerine, zaten gideri fazlalaşacak olan döner sermayeden karşılanmasının önerilmiş olması, döner sermayeden olacak katkı payı ödemelerinde azalmaya yol açacaktır. Dolayısıyla nöbet parasının döner sermayenin toplam gelirinden oluşturacağı azalma hekimin performansını azaltacak, böylece nöbet parası bir şekilde hekimin performansından ödenmiş olacaktır. Bu da yasa tasarısının başka bir aldatmacası.
Madde-9 ile sanki çok abartılı bir maddi katkı sağlayacakmış gibi “Görev tazminatı” verileceği ve bununla tam güne geçişin özendirileceği vurgulanmakta ise de Bakanlar Kurulu gösterge rakamının, diğer tazminatların olmadığı memur aylığı katsayısı ile çarpımı sonucu elde edilen rakam olan görev tazminatı sadece 500-750 YTL arasında tutan ve emekliliğe de yansıyacak bir miktar kadar maaş artışı sağlamaktadır.
Diğer öneriler: İnsan sağlığı gibi hayvan sağlığı ile uğraşan veteriner sağlık personelinin de sağlık personeli sınıfından kabul edilerek benzer haklara dahil edilmeleri sağlanmalıdır. Muayenehanesi olup 1 Ocak 2008’den önce alınmış tıbbi cihazları olan hekimlerin bu cihazları, belirlenecek kriterlere göre fiyatlandırılıp satın alınmalı ve ihtiyacı olan sağlık kurumlarında değerlendirilmelidir. Yoksa tıbbi cihaz çöplükleri oluşturulacak ve her biri milli servet olan cihazlar atıl edilecektir. Sağlık kuruluşu olmayan Emniyet, Milli Eğitim, belediye, il özel idaresi, banka hekimlikleri, gibi kurum hekimlikleri ve bunların mali durumları hakkında yasada herhangi bir açıklama yer almamaktadır. Bu hekimler de Sağlık Bakanlığına devredilip tazminatlardan yararlandırılarak mevcut eşitsizlik giderilebilir ve kurumların Sağlık Bakanlığından hizmet almaları yoluna gidilebilir. Sadece 5, 8 ve 10’uncu maddelerin yasanın yasalaşması ile beraber, diğer özlük haklarının ise 1 Ocak 2009’a bırakılması, halen tam gün çalışmakta olan sağlık çalışanlarını ve sözleşmeli personeli mağdur etmeyecek mi ve yasadan önce tam güne geçmiş olmaları nedeniyle pişmanlık duymalarına neden olmayacak mı? Eşitsizliklerle boğulmuş duruma gelecek olan hekimlik mesleği, cazibesini daha da yitireceğinden, tıp fakültelerini tercih edenlerin düzeyi iyice düşecek ve hastalar maalesef şimdikinden çok daha farklı hekimlere teslim edilmiş olacaklardır. Anladığım kadarıyla Bakanlık, her meslek grubunda olduğu gibi hekimler arasında da rastlanabilen istismarları engellemek için (sanki böylesi istismarların yeri sadece muayenehanelermiş gibi) güçlü bir denetleme ve cezalandırma yolu yerine, istismarın ancak bir kanadı olan ve hastane çalışmasını tam zamanlı hekime göre sadece bir saat aksatan muayenehaneleri perişan ederek, elini kolunu da bağlayarak yasaklama ve kapatma şeklindeki en kolay yolu tercih etmektedir. Hastanın aksayan, hastalanan yönünü tedavi yerine, bir nevi hastayı öldürmeyi seçmiş bulunmaktadır.