‘’Tanrı zar atmaz…’’ diye buyurmuştu Einstein.! Oysa Niels Bohr, Tanrı’nın zar attığına inanıyordu.’’
(Tanrı Zar Atmaz/Grichka Bogdanov, Igor).
Tanrı maddeye cüz-i irade tanımayan Newton evreninde zar atmaz, lakin maddeye cüz-i irade veren kuantum evreninde zar atar…. Ama hangi zarları….?
(DADA)
Bu sonsuz evren, teorik kanunlarını matematikten, pratik kanunlarını fizikten, kanunlar arası kanaatlerini kimyadan, koku-renk ve tadını felsefeden alan çoğunlukla tasarım ve azınlıkla da cüz-i irade kapsamında serbest seçilimle tesadüf gibi gözüken serbest oluşum yasaları ile oluşan muhteşem bir düzenektir.
Tanrı yüksüz sıfır v<
Ve yüklü sonsuz partiküller evreninde…
Partiküllere cüz-i irade vermek için….
Yüklü artı’yı, eksi’yi var edip …
Kendini kendinden uzaklaştıran …
Kendini zıddıyla bütünleştiren…
Kuvveti de kendi içine koydu …
Birbirini itenleri toplayıp …
Sıfırdaki sonsuzlara…
Birbirini çekenleri toplayıp…
Sonsuzdaki sıfırlara doldurdu….
Ve evren oluştu….
DADA
Tanrı aslında zar atar…. Hem de sosuz çeşitlilikteki zarları sonsuz tarzda sonsuz farklı zemine atarak sonsuz sayıda satranç oyunu dizayn eder. Şöyle ki: normal bilinen zarları ışık hızıyla ya da sonsuza atar ve oyun asla başlayamaz…. Hamur tahtasına atar ve zarlar çok nadiren düzgün konum alır…. Kenarı ya da köşesi üstüne düşer… sayılar belirsiz olur…. Hamur sulu ise derine batar ve zarlar kaybolur… Sert bir zemine öylesine atar ki zarlar sonsuza kadar zıplar ya da döner… yine oyun başlayamaz…. Zarlar birbirinin yüzeyi, köşesi, kenarı… üstüne sonsuz kez düşerse oyun yine başlayamaz….. Nitekim bu zar atış biçimleri oyun içinde kullanılırsa oyun asla devam edemez ya da bitemez…..
Tanrı zarların yüzeyini irrasyonal ya da karmaşık sayılarla donatabilir ve klasik oyunlarda bunlara karşılık gelecek taş, piyon vs olmadığı için yine oyun başlayamaz. Sonsuz yüzlü zarlar yaratılır ve sonsuz sayı içinden seçilecek sayı belirleninceye kadar zaman biter, evren değişir…. Bunlar temin edilince de Tanrı yine başa dönerek zarları önceden tarif ettiğimiz gibi atabilir….. İş yine belirsizleşir…. Oyunun kuralları değişir….. Zarların yüzeylerindeki sayı çukurları nedeniyle yüksek sayılı olan yüzler sonsuz atılımda daha fazla üste gelebilir ve sonucu ciddi anlamda etkiler. Zarların bazı ya da tüm yüzeylerine mıknatıs tozu konur ve mıknatıslı bir tahtaya atılırsa oyun yine değişir….
Akıllı zarlar yaratılabilir, fiziksel olarak birbirinin hareketlerini yönlendiren zarlar var edilebilir. Zarların atıldığı mesafe atmosfer şartlarından etkilenebilir. Zarları atanların vücut ısıları, nemleri, nefes alış hızları, parmak uzunlukları, ellerindeki nem durumu ihtimalleri değiştirebilir ….
Prizmatik, sonsuz yüzlü ya da küresel zarlar yapılabilir……
Zarlar ve oyun taşları canlı olarak yaratılabilir ve çok uzun süren oyunlarda ihtiyarlayan, hastalanan, ölen, ceza alıp sahneden atılanlar olabilir. Yine oyun oynanamaz… Oyuncuların ömrü vefa etmez yine oyun sonlanamaz…..
Evrensel Demokrasi oyunu okey gibi oynanırsa sonunda puanı çok olan oyunu kaybeder…… Tavla gibi oynanırsa akıl sadece belli ihtimaller dahilindeki oyun kuralları arasında sıkışır kalır. Bu durumda taş sayısını artırır ve sonsuza doğru götürürseniz sonsuz taşlı tavla tahtasında az taşların dilimi tesadüf, sonsuz taşın dizilimi ise tasarım gibi gözükse de aslında hepsi tesadüftür. Ne kadar büyük sayılarla düşünürseniz o kadar daha fazla tasarım ve tesadüfün aynı şey olduğunu görürsünüz. Bunun için beynin hesap alanı olan iyi bir angular girusa sahip olmanız gerekir. Bazen kendinizi beyaz ve siyah olarak ikiye böler, Stephan Zweig’in Satranç ustası gibi kendinize karşı meydan okursunuz. Ya da Satranç oyununu icat eden dehaya bir ikramda bulunmak istersiniz… O da sizden ilk kareye bir, ikinci kareye iki, üçüncü kareye dört,…. ve n. Kareye 2n buğday koyarak bu kadar buğdayla ödüllendirmenizi ister. Siz matematik bilmeyen bir cahilseniz satranç dâhisine gülümseyerek: ‘’İstediğin bu mu?’’ dersiniz. Sonra Hint Hükümdarı bile olsanız bu kadar buğdayı yüz yıllarca temin edemeyeceğinizi anlamanın utancı içinde yüzsüz kalırsınız.
Çünkü, bir satranç tahtasında ilk kareye bir buğday koyarak, ikinciye birincinin iki katı, üçüncüye ikincidekinin iki katı ….. şeklinde devam ettiğiniz sürece üstel bir dizi oluşturursunuz.
Burada yaklaşık bir hesap yapalım: Bu hesap buğday sayısı aleyhinedir. Herkes anlasın diye böyle pratik bir yol kullanıyorum.
Yani: 1000.000.000.000.000.000.000 tane buğday gerekir. Şimdi bu buğdayların kaç ton olduğunu bulalım. Buğdayların iyi cins olduğunu düşünelim. Bu durumda 1000 buğday 40 gram alınabilir. O zaman 1000.000 yani bir milyon buğday 40.000 gram yani 40 kg olur. Geriye 18 sıfırımız yani 10 18 kaldı. Bunu 40 ile çarparsak:
Sonuç olarak 4.000.000.000.000.000 yani 4 katrilyon ton buğday eder. Eğer hesabı logaritmik denklemlerle tam olarak çözse idik bu sayı 1.4 kat daha fazla olurdu…..
Dünyayı gıda krizinin saracağı söylenen gelecekte buğday bulabilmek için biz de tarlalrı satranç tahtası biçiminde evleklere bölerek oralara buğday ekelim…..
Buğdayların Türküsü
Resimde görülen mümine hanımefendi 25 Mayıs 2021 günü Palandöken dağlarına buğday tohumu gibi, kardelenler gibi, mor laleler gibi…. ektiğimiz annemdir.
Hayatını tarım ve hayvancılıkla geçiren ve şimdi kutsal ruhla beraber olan bu azize hanım efendi ekmeğini taştan çıkarmış, taşta ekmek yoksa taşı ekmeğe çevirerek bizlerle beraber binlerce insana gıda temin etmiş bir amal müminesiydi…. Ona göre asıl amel, tarlayı ve çayırı seccade olarak kullanmak, tanrının asıl kitabı olan evreni okumak ve anlamakla yapılandı. Zira yüce Allah ahirette kelam defteri değil amel defteri verecekti. Anneme göre peynir gemisi lafla değil koyun, manda, inek ve hatta develerden elde edilen sütle yürürdü. Yandaki resimde kendi biçtiği buğdaylardan elde ettiği unla ekmek pişiren annem izlenmektedir.
Aşağıdaki şiiri onun ruhuna ithafe, ve buğday yetiştirme seferberliğine katılmak isteyenlere de hitaben armağan ediyorum. Bu vesile ile sabanı kalem, toprağı kağıt ve harfleri buğdaylar olan tüm Ülkem ve Dünya köylülerine en derin saygı ve sevgilerimi iletiyorummm…..
Kara toprakların yanık bağrına
Bu bağrı yanığın çatlak elleri
Ekti bizi biz toprakla can bulduk
Sonra bizi büyütenler göçünce
Birer birer tarlalarda,
Ambarlarda… , marketlerde yok olduk……
Elleri patlamış bu bilgeleri…
Tanıtır çilenin günlük defteri
Olan yüzündeki kutsal belgeler…
Tarlaları ekip biçmeyen bize…
Sitem ile elbet soracak birgün…
‘Ekmek buluyor musunuz..?….’
Diye, bu kutsal bilgeler…
Buğdaylar dile geldi ve dediler ki;
Eyyyy bizi ekenler, biçenler… biz sizin için
Saçtığınız topraklarda çürüdük….
Çürüdükçe toprakların koynunda
Geometrik dizi gibi büyüdük…
Bilmez bizi … bizi terk eden sizler…
Bizim çün tükenen ömrünüz için,
Biz de bu toprağın karanlığına
Gömülerek, sonsuzlaşmak aşkıyla
Dolgun dolgun başı bükük başaklara hazırız …
Yeter ki uyanın uykudan sizler…
Bizim her birimiz bir kalem gibi
Yazarız toprağa hayatınızı,
Bu emellerle can bulur topraklara düşenler…
Ve adsız bilgeler yaşasın diye
Parçalanır değirmende birer birer taneler…..
(Dada)