Bugün genel olarak din özelde İslam’ın konumu, toplumsal karşılığı ve statüsü ciddi olarak tartışma konusudur. İnsanların konuşmaları, toplumsal eğilimler ve değişimlere dikkatli bir şekilde odaklanıldığında, kurumsal dinlerin toplumlar nezdinde bir irtifa kaybına uğradığını görmemek mümkün değildir. Bunun temel sebebi; kurumsal dinlerin dünyadaki belirsizliği aşma ve sorunlara cevap üretebilme kapasitesindeki zayıflamadır.
Bu argümanı dile getirdikten sonra, bir noktayı açıklığa kavuşturmalıyız. Zikrettiğimiz problem kurumsallaşmış dinlere dairdir. Dolayısıyla “dinlerin devrinin sona erdiği” argümanı ile kurumsallaşmış dinlerin cevap verme kapasitesindeki zafiyet farklı durumlara işaret etmektedir. İnsanın en temel ihtiyacı olan dinin olmaması durumunda insanlar mutlaka icat ederlerdi. Nitekim yeni dini hareketler, dinimsi yapılar, postmodern paganizm içinde yaşadığımız çağda insanın yeni dindarlık anlayışının gönderme yaptığı unsurlardır.
Bu açıdan dinlerin devri sona ermemiştir. Bu bağlamda, Charles Taylor’un “Seküler Çağ” kitabının başında sorduğu; “söz gelimi 1500’lü yıllarda dine inanmamak neredeyse mümkün değilken, bugün niçin din alternatiflerden bir alternatif haline gelmiştir” şeklindeki soru da, kurumsal dinlerin yanına eklenen dinimsi yapılara bakarak aslında dinin alternatifinin de dinimsi (kendisini din formatında ifade eden) yapıların, yeni dini hareketlerin artmasına dikkat çekerek cevaplandırılabilir.
Öte yandan dinler ve ideolojilerin devrinin sona erdiğini buyuran söylem, söz gelimi tüketim gibi insan hayatına metafizikleştirerek girdiği andan itibaren “seküler kutsal” hüviyetiyle dinimsi bir yapı haline gelivermektedir. Hatta içinde yaşadığımız dünyada geldiği yer ve konum itibarıyla teknolojinin -evrim düşüncesini veri kabul ederek insana gelecekte ölümsüzlüğe kadar giden iyileştirme yollarını açtığı iddiası olarak tebellür eden Transhümanizm metafizikleşme yolunda ilerlemektedir. Dolayısıyla “bütün insanlar dindardır” şeklinde geliştirilecek bir yargı yanlış değildir.
Bu makalede temel problemimiz; özelde Müslümanların içinde yaşadığımız çağın ağır sorunlarına cevap verme konusundaki yetersizliklerinin, gerek yerel gerekse küresel ölçekte makro sorunlara eğilmek yerine mikro konularda yaptıkları patinajda görünür olduğudur. Daha uzun süreli çaba, perspektif ve tefekkür gerektiren makro sorunlardan kaçış, Müslümanları eşzamanlı olarak mikrolarda bir telafi arayışına sevk etmektedir. Böylece dünyaya külli, tümel bir bakış açısı geliştiremeyen Müslümanlar, Tanrı’yı tikellerde memnun etmeye çabalamaktadırlar.
İslam’ın evrensellik iddiasında bir din olduğu burada hatırlandığında, global ve makro ölçekte sorunlara cevap üretememesi aslında kendi içinde bir paradoksa işaret eder. Dolayısıyla dünyanın neresinde olursa olsun, bölüşümde adalet, özgürlük, insanca yaşama hakkı, tüketim, borçluluk, sömürgecilik vb. sorunlar Müslümanların üzerinde bilimsel olarak kafa yormaları ve öneriler getirmeleri gereken problemli alanlardır.
Yeni düşüncelerin, felsefelerin, peygamberlerin tarihe dahil olarak toplumlar nezdinde karşılık kazanmaları, onların kendi dönemlerinde yaşanan sosyal, ekonomik, siyasal vb. tıkanıklıklardır. Hz. Muhammed (SAV) bir yandan yaşadığı çağın ilişki ve kurumlarına itiraz edip eleştiri getirirken diğer yandan önerileri ile cari olan perspektifin yetersizliğini açığa çıkarmıştı. Tüm bunları kavramları yeniden tanımlayarak, içeriklendirerek gerçekleştirmişti.
Bugün insanlık derin bir kriz halinden geçmektedir. Nitekim insan büyük bir kuşatılmışlık içerisinde ağır sorunların ortasında yaşamaktadır. Raflardan “ürün seçme”ye indirgenen özgürlüğü tüketimin kuşatıcılığı içinde nefes alamamakta, Tanrı’dan özgürleşme vadiyle kandırıldıktan sonra Tanrı taklidi yapan temsiller hayatını kuşatmakta, hayatına musallat olan tanrı temsilleri ayrı ayrı “credo” beklerken insan kimlik ve kişilik olarak parçalanmakta, kendisinden koparacak mekanizmalar inşa edilerek insan yığınlaştırılmakta, yığınlaştıkça “tüketim”e mahkum olmakta, tüketmek için borçlandırılmakta, borçlandırıldıkça sömürülmekte ve emeği hiçleştirilmektedir. Yani kısacası bir insanlık sorunu vardır. Yani giderek ortada “insan” diye bir varlık kalmayacaktır.
Dini konular ve tartışmaların hiçbirisini değersiz görmem. Ancak bugün Müslümanlar çok özet olarak geçtiğim temel perspektife dair bu sorunları tartışıp öneride bulunmadıkça periferide dolanıyorlar demektir. Nitekim dinde teravih var mı yok mu tartışmalarına bakın. Bu tartışmaların şefaat, sırat köprüsü, cin, şeytan vb. kavramlara doğru da genişletildiğini düşündüğünüzde niçin insanlığın global asli sorunlarına gelemediğimizi anlayabiliriz. O sebeple bu yazı, insanlığın asıl sorunlarını ıskalayarak periferide dolaşma lüksünün kalmadığını büyük harflerle ifade etmeye çalışan Müslümanlara yönelik bir uyarıdır.
Müslümanlar hal diliyle şöyle mi demektedirler; “Tanrım sömürgeyi, borçlanmayı, insan haklarını, özgürlük, tüketimi halledemedik; onun yerine tespih çeksek olur mu?”