‘’Allah yeryüzündeki iradesini hâkim kılmak için iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Allah’ı kullanır’’
(Singer, DW. Giordano Bruno: His Life and Thought. 1950)
Bütün teoloji metinlerinde Aklın Hür Yaratıldığı ciddi bir şekilde vurgulanmaktadır. Aklın kullanılmasının tavsiye edildiği, hatta aklını kullanmayanların Tanrı tarafından ikaz ve tehdit edildiği, ahiret hayatında ebedi azaba mahkûm edileceği alenen beyan olunmaktadır. Dünyanın en aziz canlısı olarak var edilen insanların akıllarını kullanmakla mükellef kılınması (Bakara-76), davar sürüsü olmamaları gerektiği (Bakara-104) başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere tüm kutsal kitaplarda, tapınak yazıtlarında, felsefi eserlerde, şiirlerde… izhar olunmaktadır. Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy ise: ‘’ … Çalış! dedikçe dinimiz, çalışmadın, durdun, Onun hesabına birçok hurafe uydurdun! Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya, Zavallı dini çevirdin maskaraya! …’’ dizelerinde bu gerçeği inkârı imkânsız şekilde ifade etmiştir. Aklın kullanılması emir ve tavsiyeleri savaşı ve kötülüğü men ederken; barışa, huzura, iyiliğe ve hoşgörüye yönelmemizi gerekli kılar. Nitekim Hz. Muhammed (AS)’da bu hakikati: ‘’Cehalet bütün kötülüklerin nedenidir’’ hadisi ile özetlemiştir. Bu tip öğütlere en eski çağların ilk yazılı metinleri olan Upanişadlar’da, Vedalar’da, Avesta’da, Konfiçyüs metinlerinde, Zebur-Tevrat ve İncil’de, hatta batıl sayılan dinlerde bile rastlanmaktadır.
Evrenin yazılım ve donanım mühendisi olarak tanımladığım Tanrı’nın yarattığı evrenin yazılımını (Kelam) araştıran peygamberler ve nebiler kötülüğü men, iyiliği tavsiye ederken; Tanrı’nın yarattığı evrenin donanımını inceleyen filozoflar ve bilim insanları da bu donanım yasalarının tahrip edilmesi halinde evrenin ve dolayısıyla hayatın işleyişinin bozulacağını bildirmelerine rağmen bütün bu kötülükler neden işlenmektedir? Bu köklü ve belki de aklın sorabileceği en zor sorunun cevabını da yine, evrenin yazılım ve donanımını incelediği düşünülen ya da sanılan akıl ve beyinlerin kapasite ya da kapasitesizliğinde aramak gerekir.
Uzakdoğu’da ZEN, Ortadoğu’da DEYN, İbranicede DEYYAN, Farsçada DAENA, Soğdca’da DÖN, Hint dilinde DARM, eski batıda THRİ-OHEYA/ZİOS olarak adlandırılan ARAPÇA DİN: Hüküm, Örf, İtaat, Ceza, Ödül, Hesap, Adalet, Hak, Hukuk, Dürüstlük, Aklı Kullanmak, Yaratılışı Anlamak, Tanrı’yı Kavramak, Saygılı Olmak, Haksızlık ve Zulüm Yapmamak… gibi yüce ve ulvi değerlerin toplamını ifade eden çok zengin anlam kapasitesine sahip bir kavramlar topluluğunun adıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de dinci kavramını açıklayan harika bir ayet-i celileler vardır: ‘’Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de bununla biraz para alanlar gerçekten karınları dolusu ateşten başka bir şey yemezler. Kıyamet günü Allah onlara ne söz söyler, ne de kendilerini temize çıkarır. Onlara sadece acı veren bir azap vardır’’(Bakara-174/Elmalılı Hamdi Yazır). ‘’Allah’ın ayetlerini az bir paraya sattılar da O’nun yoluna engel oldular. Onların yaptıkları, gerçekten ne kötüdür!’’(Tevbe-9/Süleyman Ateş). İşte dünya literatüründe, hangi dinden olursa olsun, bütün çıkarlarını din uğruna harcayanlara DİNDAR; dini kendi çıkarları için kullananlara da DİNCİ denmektedir.
Bütün dinler ve özellikle İslam, aklı kullanmayı ve iyiliği emrederken, neden bu yüce değerler bazen kötülüğün kaynağına dönüştürülmektedir? Bu soruya makul bir cevap vermek için; Tanrı’nın yarattığı evrenin yazılımını inceleyenlerle donanımını inceleyenlerin akıl, bilgi kapasiteleri ile beyin yapılarının incelenmesinin farz olduğunu düşünmekteyim. Hakikatin, evrenin ve Tanrı’nın anlaşılması için gerekli akıl ve beynin özelliklerini günümüzün en müşahhas bilgileri ile açığa koymak zorunluluğumuz vardır. Kur’an’ın akıl ve bilimle ilgili ayetlerini ciddi derecede irdelemiş Hafız-ı kelam bir Müslüman ve beynin yapısını hem klinik hem de deneysel olarak önemli derecede incelemiş ve ömrünü bu işe adamış bir beyin cerrahisi profesörü olarak bu konuyu somut delillerle ortaya koymaya çalışacağım.
Beyin, bugün bilinen gerçekler eşliğinde ele alındığında, hala evrenin en karmaşık yapısı olarak karşımızda durmaktadır. Yani beyin henüz kendini keşfedememiş bir yapı olarak kendini anlama yolculuğuna devam etmektedir. O halde, en karmaşık yapı olan beyin kendini anlamak için adeta kendi karşısında yıllardır kendine bakmakta ve kendini anlamaya çalışmaktadır. Hatta Delfi Tapınağı’nın giriş kapısına da bir beyin: ’Kendini Bil’’ diye yazmıştır. Dolayısı ile beyin, akıl tarafından üretilen bir donanım; aklı ise beyin tarafından üretilen bir yazılımdır. Akıl ve beyin arasındaki ilişki ve kadar fıtri olursa insan o kadar AHSEN-TAKVİM, akıl ve beyin arasındaki ilişki ne kadar gayr-i fıtri olursa insan o kadar ESFEL-İ SAFİLİN olur. Tıpkı dindar ve dinci kavramlarında olduğu gibi, aklı kullanma işleminde de ele alınması gereken bir durum söz konusudur. Zamanını ve servetini aklını geliştirmek için kullananlar İNSAN-I RAHMANİ; aklını servet ve makam elde etmek için kullananlara da İNSAN-I ŞEYTANİ denmektedir. İşte Kur’an-ı Kerim’de, dinini ve aklını kendi çıkarları doğrultusunda kullananların dünyada bilahare rezil olacaklarına, ahirette de azapların en şiddetlisine uğrayacaklarına dair nice ayetler mevcuttur.
Aklını ve İnancını Kendi Çıkarları İçin Kullananlarla Kullanmayanları Akıl Yapısı ve Akıl Sağlığı Hakkında Düşünceler
Aklına ve inancına çıkarlarını feda edenlerde muhteşem gelişmiş bir akıl ve inanç varken; aklını ve inançlarını çıkarlarına feda eden kişilerde inkişaf etmemiş bir akıl ve kemale ermemiş bir inanç vardır. Şöyle müşahhas bir örnek verelim: Bir takside genellikle dört teker bulunur. Bu tekerlerden herhangi birisi, kendi havasının az olduğunu bencilce düşünür ve diğer lastiklerin havasını emerse hem kendisi patlar hem de kendisiyle beraber diğer lastikleri yırtar, taksinin ve içindeki yolcuların felaketine neden olurken, sebebiyet vereceği toplu kaza nedeniyle de çok ciddi miktarda genel felaketlere yol açar.
Aklını ve İnancını Kendi Çıkarları İçin Kullananların Beyin Yapısı ve Beyin Sağlığı Hakkında Düşünceler
Bu kişilerin beyinlerinde, insani özellikler sergileyen üstün zekâ ve ahlaki yetenekleri yöneten üst beyin alanları iyi gelişmemiş olmasına rağmen; hayvani dürtüleri yöneten alt beyin alanları ileri derecede gelişmiş durumdadır. Bu durumu hem klinik vakalarımızda, hem bazı adli vakalarımızda ve hem de deneysel çalışmalarımızla müşahede etmiş bulunmaktayız.
Açıklamaya çalıştığımız bu konularda kişinin iradesi kadar toplumun ve çevrenin etkileri de inkâr edilemez. Tıpkı bilgisayarlar gibi, insan ve toplumların da adeta doğuştan tabi olduğu özel üretici firmaları (Mensubiyet) ve yazılımları (Kültür) vardır. Temel yazılım beyne doğuştan yüklenmiş olmasına rağmen, ana işlemci yazılımı doğduğu coğrafya ve yaşadığı toplum yükler. İşte temel problem de burada başlar. Ben herkesin doğuştan aynı beyin örgüsüyle gelmediğini, her beynin kendine ait bir modelde olduğunu yakinen müşahede eden biriyim. Belki de evren yasaları bunu böyle gerekli kılmıştır. Çünkü sonsuz evrenin ve varsa mimarının anlaşılması için bu model farklılıkları kesinlikle gereklidir. Ancak, bazı beyinlerin doğuştan eksik ya da hatalı parçalarla geldiğini de yakinen bilmekteyim. Bunun gerekçesini bilmediğim gibi üretici firmanın gerekçeli kararını da görmüş ve okumuş değilim. Ama bu son konuda insanın tabiat kanunlarına karşı işlediği suçların da etkin olduğunu düşünmekteyim. Mesela 85 desibel üstü mekanik ve elektronik seslerin olduğu bir ortamda gebeliğini geçiren annelerin bebeklerinde ciddi derecede beyin hasarları ve parça eksiklikleri olmaktadır. Savaşlarda bu tip hadiselere sıkça rastlanmaktadır. Bu nedenle ayın konusuna ithafen diyebilirim ki savaşın iyisi, barışın kötüsü yoktur.
Savaş ve Barış Ortamlarında Toplum ve Breyim Birbirine Uyguladığı Şiddet Örnekleri
Bu şiddet ya savaş ortamlarında olduğu gibi açıktan, ya da ezoterik ve şartlandırma yöntemleri ile sinsice yapılır. Sinsice yapılanı daha tehlikelidir. İşte burada akıl ve inanç önemli rol oynamaktadır. Aklını ve inancını barış için kullananlar müreffeh bir dünya kurarken; bu değerleri kendi çıkarları için kullananlar dünyayı yaşanmaz hale getirmiştir. Bu nedenledir ki; peygamberler tarafından refah ve barış için gelen din ile hayatı kolaylaştırmak için insanlarınca geliştirilen bilim çıkarcıların eline geçince savaş sloganına ve savaş araçlarına dönüşmüştür. Bazen de uyanmayı, aydınlanmayı ve aklı kullanmayı istemeyen bilim ve akıl takiyecileri tarafından bu değerler afyonlaştırılarak insanlık uyuşturulmuştur. Bu alanda uygulamaları ile tarihe geçmiş olup, tehlikeli olduğu söylenen bazı şartlandırma metotlarından kaynaklar eşliğinde bahsedeceğim.
Petrosian Şartlandırmalar
Hz. İsa ve ona gönderilen İncil (Müjde Kitabı), o dönemin zalim halk ve hükümdarlarına karşı bir uyarı ve barışa çağrı iken; tahrif edilmiş Petrosian söylem ve şartlandırmalarla Hz. İsa’nın sanki Tanrı tarafından çarmıha gerilmesine müsaade olunmuşçasına bir anlam yüklenip bu barış yolu kapatılmıştır. İncil’deki barış söylemlerinin tapınaklara yazılması gerekirken; çarmıha gerilmiş bir Hz. İsa figürü ile ezoterik/gizemli olarak İncil’in vermek istediği mesaj gölgelenmiştir. Böylece İncil’i tekellerine alan bazı rahipler, kendilerini de Tanrı’nın Vekili ilan ederek çarmıha gerilmiş Hz. İsa figürü ile toplumları korkutarak bu figürü kendi keyif ve saltanatları için bir kale olarak kullanmışlardır. Bu bilgiler bana Hollanda ve ABD’de çalıştığım yıllarda bizzat biyoloji-felsefe tahsili yapmış papazlar tarafından delilleri ile anlatılmıştır. Bu konuda daha net bilgilere İslam’ın karanlıkta bırakılmış kaynaklarında da rastlanmaktadır.
Sabbahiyan Şartlandırmalar
Hasan Sabbah, kendini hükümdar yapmak uğruna düştüğü cahilce ihtiras yüzünden o dönemlerde İslam’ın bayraktarlığını yapan Selçuklu Devletini yıkan fitilleri ateşlemiştir. Aslında çok zeki bir kişi olan Hasan Sabbah, aklını ve inançlarını öfke ve çıkarları için kullanmayıp kendi ve toplum hatta dünyanın huzurunu düşünseydi belki de çok muhteşem ve aziz bir kişi olarak tarihe geçecekti. Oysa Hasan Sabbah, çevresine aldığı bir grup gencin cinsel haz ve iştahlarını yöneten beyin alanlarına haşhaştaki kimyasallarla müdahale ederek onların bilinçlerini bulandırıp hayali inançlar aşılayarak hem onların, hem tolumun ve hem de kendinin hayatını mahvetmiştir. Hasan Sabbah İslam inancına ve birliğine de büyük zararlar vermiştir.
Pavlovian Şartlandırmalar
İkinci Dünya savaşında yenilmek üzere olan Rus ordusu, köpeklere uyguladığı Pavlovian şartlandırma yöntemi ile zafere erer. Kulübelerinde günlerce aç bırakılan köpekler, kulübelerinden salıverildiklerinde kulübe önlerine konulmuş Alman tank maketleri altına bilerek saklanmış olan etlerin kokusunu alınca tankların altına hücum ederler. Günlerce böyle şartlandırılan köpekler, tekrar uzun süre aç bırakıldıktan sonra karınları altına bomba bağlanır ve bombayı patlatacak bir de manivela gövdeye dikey olarak yerleştirilir. Köpekler sonra Alman cephelerine götürülerek salıverilir. Öğrendikleri üzere, tankların altında et bulmak ümidiyle tankların altına koşan köpeklerin sırtlarındaki manivela tankın altına değince bükülür ve bomba patlar. Böylece çok sayıda tank imha edilir. Köpeklerin canından olma pahasına Ruslar savaşı kazanır.
Gürültü Tekrarı ile Şartlandırma: Kendi Deneylerim
Canlılara her gün aynı sayıda ve aynı şiddette aynı gürültüyü verirseniz, beyinleri tahrip olanlar zamanla bu gürültüye alışır ve hastalıklı bir şekilde yaşamlarını devam ettirir; ya da beyinleri sağlam kaldığı için bu gürültüye alışamayıp kendilerine ve çevrelerine, hatta en tehlikelisi de gürültünün faillerine akıl almaz zararlar verebilirler. Her gün günde 8 kez olmak üzere 10 dakika süre ile beyin için tehlike sınırı olan 80 desibel şiddetinde müzik dinlettiğimiz ratlardan bazıları bu gürültüye uyum sağlayıp yaşamlarına devam ettiler. Lakin bunlarda aşırı kilo alma, tansiyon-şeker yükselmeleri, uyuşukluk ve irade yıkımı gözlendi. Beyinleri incelendiğinde, özellikle zekâ ve irade alanları başta olmak üzere tüm beyinde Alzheimer hastalığındakine benzer hücre kaybı ve erime izlendi. Beyinleri tahrip edildiği için bu denekler bu işkenceye adeta beyinlerini kaybetme pahasına boyun eğdiler ve çaresizliği bir hayat tarzı olarak kabullendiler. Gürültüye alışamayıp öğretilmiş çaresizlik fenomenine/olayına katlanamayanlarda kilo kaybı, tüylerde dökülme, iştahsızlık, saldırganlık, kafeslerden kaçmak gibi davranışlar gözlendi. Beyinleri incelendiğinde, özellikle zekâ ve irade alanlarının sağlam kaldığı görüldü. Çünkü canlıların beyinlerini tahrip etmeden onları kendinize köle yapamazsınız. Zira kır tavşanları laboratuvar tavşanlarından, sokak kedileri de ev kedilerinden daha sağlam bir beyine sahip oldukları için daha mükemmel bir zekâ ve iradeye sahiptirler.
Sonuç
Sıraladığımız tehlikelerden korunmak için bu şartlandırma yöntemlerinin kullanılması ahlaken ve hukuken suç sayılmalıdır. Nitekim bu hususta bizde ve diğer ileri ülkelerde gerekli yasalar çıkmaya başlamıştır. Mesela bizde artık 85 desibel üstü ses en hassas ve dokunulmaz olan kurumlarda bile bu hususta yönetmelik çıkmış ve tüm ülkede köydeki görevlilere kadar ulaştırılmıştır. Buna bir beyin cerrahı olarak müteşekkirim, her ne kadar uyulmasa da!…
Nasıl ki arabalar motor gücü, teker çapı ve yakıt tasarrufuna göre sınıflanıyor; nasıl ki bilgisayarlar hard disk kapasitesi ve RAM gücüne göre tasnif olunuyorsa; insanlar da beyin görüntülerinde elde olunacak beyin hacmi ve yüzey alanlarına, bilgi kapasiteleri ve onları kullanma kapasitesine göre tasnif olunmalı ve ona göre istihdam olunmalıdır. Mesela; önemli işlerde çalıştırılacak olanlar, beyin görüntüleme teknikleri ile incelendikten sonra hesap alanı iyi gelişmiş olanlar hesap işlerinde, hafıza alanı iyi gelişmiş olanlar hafıza gerektiren işlerde, görme alanı iyi gelişmiş olanlar da görsel yetenek gerektiren işlerde istihdam olunmalıdır. Bunun yanında bilgi testleriyle beraber zekâ ve yetenek testleri de uygulanmalıdır. Modern bilim bunu emrediyor. Zira bu bilgiler, bazı meşhurlara yapılan görüntü ve testlerin sonucunun bir özetidir.
Kaynaklar:
- Ivan Pavlov (Daniel P Todes; Oxford University Press, 2014-USA
- Kur!an Tercümesi: Elmalılı M. Hamdi Yazır, Ebabil Yayıncılık, 2011
- Kur’an-ı Kerim Meali, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, 2022
- Apologia, Pr. Charles Madrigal, Dharma Yayınları, 2009
- Tanrı’nın Tarihi, Karen Armstrong, PegasusYayınları, 2009
- Hasan-ı Sabbah: His Life and Thoughts: Ali Muhammed Rajputh, 2018, Amazon.com,
- Gerstmann Syndrome, Mehmet Dumlu Aydın; TJMS, 2003
- How We Learn: Stanislas Dehane, 2022, Paris
- The Number Sense: Stanislas Dehane, 2022, Oxford, 1997
TEŞEKKÜR: BU ÇALIŞMALARDA KULLANDIĞIM MİKROSKOBU, ŞAHSIM ÖNDERLİĞİNDE TÜRK VE İSLAM BİLİMİNİN GELİŞMESİ İÇİN HEDİYE EDEN TÜRK DİYANET VAKFI YETKİLİLERİNE TÜM İNSANLIK ADINA AKIL VE GÖNÜLDEN TEŞEKKÜR EDERİM.
2 yorum
Aklını ve İnancını Kendi Çıkarları İçin Kullananlarla Kullanmayanları Akıl Yapısı ve Akıl Sağlığı Hakkında Düşünceler ile ilgili benimde Nisa suresi 3. ayetin türkçe çevirileriyle ilgili söyleyeceklerim var:
Kur’an’ı açıklamak adına kendi görüşlerini ve rivayetleri karıştırarak farklı isimler altında yazılan ciltlerce kitapların içerdikleri hataların asla ve asla Kur’an ile alakası olmadığını; aksine ayetlerde de belirtildiği gibi sade, anlaşılması kolay olan Kur’an’ı, içinden çıkılamaz derecede parça parça edip anlamsızlaştırarak farklı kesimlerin çıkarlarına alet edildiğini ve Kur’ana tüm kalbiyle iman edebilecek, dürüst, namuslu, iyi ahlaklı kişilerin uzaklaşmasına neden olduğunu düşünüyorum.
Nisa suresi 3. Ayetin Türkçe tercümesi inanılması imkansız derecede hatalıdır. Bu tercüme kasıtlı olarak aslından saptırılmıştır. Tefsirler tamamen hayal mahsulü, ayetle ilgisi, alakası olmayan açıklamalarla doludur. Yetimleri koruyabilme imkanı olan kişiler zaten olgunluk çağına gelmiş, evli barklı kişiler olmalıdır. Bu kişilerin yetimle evlenme isteklerinin olduğu ayetin neresinde vardır. Ayetin konusunun yetimlerle evlenme olduğu da nereden çıkmıştır.
Kur’anda köleliği onaylayan veya uygulamayı tasvip eden hiçbir ayet olmamasına rağmen, sayısız cariye sahibi olmayı, cinsel köleliği ve fuhşu yasallaştırarak uygulanabilir kılmak için bir hüküm icat etmek maksadı ile oluşturulduğunu düşündüğümüz “مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ – Ma meleket eymanukum” (=yasal evlilik, evlilik taahütnamesini, evlilik anlaşması) ifadesi, çeviriler veya açıklamalar ile tümüyle kendi istekleri doğrultusunda oluşturulmuş ve halen de düzeltilmeyerek aynı şekilde meal verilmeye devam edilmektedir.
Aklını ve İnancını Kendi Çıkarları İçin Kullanmayanların yani Aklı başında olan insanların Nisa 3 ayetinin türkçe çevirisi ile ilgili olarak cevaplaması gereken sorular vardır. Bu ayetin Türkçe meallerinde akıl almaz hatalar ve Allah’ a iftira vardır. Nisa suresi 3. Ayet okunmadan önce Bakara suresinin 220. ayetinin okunmasında yarar vardır.
Ayetin türkçe çevirisine bir örnek:
Diyanet İşleri (Yeni) Meali Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.
Kur’anda kadın cinsel bir obje olarak değil, erkek ile aynı hak ve sorumluluklara sahip bir birey olarak görülür. Allah’ın katında ve kitabı Kuran’da cinsiyet üstünlüğü yoktur. Hiç kimse kendi seçimi olmayan cinsiyetini, övünme ya da yerinme unsuru olarak görmemelidir. Kadınların kiminle evleneceğine dair özgür iradeleriyle karar verme hakları vardır. Evlilik, kadın ve erkeğin kendi iradeleriyle karar verdikleri, kutsal ve erdemli, ayrıca toplumun da onayını gerektiren resmi bir müessesedir. Kadın ve erkek birbirinin libas’ıdır.
Sorular:
1- Yetimler konusu Bakara suresinin 220. ayetinde gayet açık bir şekilde Allah tarafından açıklanmıştır. Nisa suresi 3. ayetin türkçe çevirisinde bu konunun sanki daha önce hiç bahsedilmemiş gibi bu şekilde tercüme edilmesi akıl alır gibi değildir.
2- Ayette yetim kızlardan bahsedildiği nereden çıkmıştır?
3- Yetim kızlarla ilgili adaletsizliğe düşme korkusu varsa (Bakara 220 de böyle bir korkunun olamayacağı açıkca sabittir) bu korku ikişer, üçer, dörder evlenmekle nasıl giderilecektir?
4- İkişer, üçer, dörder üleştirme sayı sıfatıdır. Bundan en fazla dört sonucu nasıl çıkar?
5- İkişer, üçer, dörder evlenildiğinde de adaletsizlikten korkulup, korkulmayacağı nasıl anlaşılacaktır? Allah, kullarına deneme-yanılma yolu önerir mi?
6- Kuranda Muhammed suresi 4. ayette esirlerin ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverileceği bildirildiği halde, bu ayette sahip olunan cariyeler ile yetinilmesi ne demektir? Allah’ ın kuranda cariyelerden bu şekilde bahsettiğini söylemek doğrumu dur?
Kur an daki “مَلَتْ أَيْمَانُكُمْ” (meleket eymanukum) ifadesi, “MÜLKİYET SAHİPLİĞİ YEMİNİNİZ“ “مَلَكَتْ” (meleket) kelimesinin sonunda gelen “ت”eki, “مَلَكَ” (edinmek, ele geçirmek, efendi olmak, malik olmak) fiilini isim fiile dönüştürür. evlilikte birbirimizin mülkiyetine sahip olma yeminine girmemizi talep eder. Ancak Kur’andaki bu ifade ‘sağ ellerinizin sahip olduğu’ şeklinde; ‘kölelerine sahip olma hakkının sadece efendilere verildiği ve kölelerin efendileri üzerinde böyle bir hakları olmadığı, köle kızlar veya cariyeler’ anlamı verilerek, yanlış bir şekilde tercüme edilmiş ve açıklanmıştır.
Karanlık Çağ kölelik kültürünün ve cariyelerin temsilcileri; yasak olan köleliği İslam’a getirmek için Kur’an’ın gerçek ifadelerini çarpıtmış ve sayısız cariye ya da köle kızın yanı sıra, resmi eşleri olanları da araçsallaştırarak yasadışı bir cinsel zevk yolu açmışlardır.
Oysa Kur’andaki “مَلَتْ أَيْمَانُكُمْ” (meleket eymanukum) kelimeleri, kadınları ve haklarını korur ve onlara ‘kocalarının ve eşyalarının’ mülkiyetini verir. Aynı şekilde, Kur’an aynı Evlilik Yemini (مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ) ile ‘erkekleri ve haklarını’ eşit derecede koruyarak onlara da eşlerinin ve eşyalarının mülkiyetini verir.
Arapça çok zengin bir dildir. Ayetin bu şekilde anlaşılması son derece sakıncalıdır. Ayetin başka türlü anlamı olabilir mi? Elbette, doğru anlamı aşağıda verilmiştir.
3- Eğer, atalarının inançlarından kopmuş olup, hakikati arayanlara sunulan değerlere, onların doğruluk içinde sahip çıkamayacağından çekiniyorsanız, nefsini anlama yolundan döneceklerini düşünüyorsanız, o zaman onlara; tekrarlaya tekrarlaya ve birleştirerek ve Rabb şuuruna ulaşarak hakikatlere bağlanmalarını söyleyin. Eğer onların hakikatleri anlama, sizin de hakkıyla anlatamama çekinceniz varsa, artık tüm varlıkta tek olan gücü ve sizlerdeki gücünsahibinin sizler olmadığını anlayıncaya kadar onlara yardım edin. İşte bu doğruluktanayrılmamanız için uymanız gerekendir.
Son söz olarak: “Rabbimizin, bizden kaynaklanan hatalarımızı affetmesini ve sadece kendisinin razı olduğu kullar olmak isteğimizi kabul edilmesini diliyoruz.”
Ayetteki arapça kelimelerin türkçe anlamları:
Ve in hıftum ellâ tuksitû fîl yetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum minen nisâi mesnâ ve sulâse ve rubâa fe in hıftum ellâ tadilû fe vâhideten ev mâ meleket eymânukum zâlike ednâ ellâ
teûlû ve in hıftum : eğer, korkmak, çekinmek, tereddüd, tedirğin,
“خِفْتُمْ – Hiftum” kelimesi aynı zamanda; yükü hafifletmek, rahatlamak ve rahat nefes almak anlamına gelir.
ella tuksitu : değil, yok, adil, haklı, doğruluk,
Ayrıca, “قسط – kıst” kök kelimesinden türetilen “تُقْسِطُواْ – tuksitu” kelimesi; ‘birini düzenli olarak desteklemek, birisine yaşam gereksinimlerini vermek, birinin hayatında adil bir şekilde pay vermek ve birisine düzenli destek, özen ve ilginiz konusunda güvence vermek’ anlamına gelir. Aynı zamanda ‘birini uygun şekilde tedavi etmek’ için kullanılan tıbbi tedavi terimidir.
Fi el yetama : atalarının inancından kopmuş hakikati arayan, yalnız,
• “أَلاَّ تُقْسِطُواْ فِي الْيَتَامَى – ella tuksitu fil yetama” ifadesi; ‘imkânları kaybedilenler veya yetim olanlar arasında haklı, tam bir güvence tesis etmediği sürece / olmadan / sağlanmadıkça’ anlamındadır.
fe inkihû : o zaman, nikâh, katmak, birleştirme, bağlanma, uygun
mâ tâbe lekum : dönmek, tabi olmamak, uymamak, uygun değil, siz
Min en nisâi : nefsini anlama yolunda olan,
Mesnâ : tekrarlanmış, devamlı hikmetler öğütler, sağlam,
ikişerli
ve sulase : üçe mensub, birleşmiş, dahada sağlam, aklı terk etmek
ve rubaa : rabbe dönmek, vücudların sahibi, rabbde fani olmak,
Fe in hıftum : eğer, korkarsanız, çekinmek, tedirğin, tereddüd,
ella tadilu : değil, adil olamama, doğruluk, eş, hakkıyla
anlatamama
Fe vâhideten : artık, bir olan, tek olan, benzersiz, tüm varlıkta bir olan
Ev : ve, veya, ya da, yahut, meğer ki, belki, aksine, hatta
ma meleket eyman kum : değil, güç, sahip, el, gücünüz, diri, yemin, siz
Zâlike edna : işte bu, daha uygun, aşağı, pek az, yakın, gerekli olan
ella teulu : değil, yok, haksızlık etmemek, adalet, doğruluk, yüce
Jinekolojik ve obstetrik bilgiye sahip olunmadan ahkam kesmek mağduriyet yaratır. illiyet bağını da herkeste size sunamaz.
“‘Aklını kullan’ demek, olayları basitleştiren ve eksik bir yaklaşımı yansıtır. Bir insan neden aklını kullanamıyor? Bunu sorgulamadan, doğrudan aklını kullanmasını beklemek, insan doğasını göz ardı etmektir. İnsanlar birden bire akıllarını kaybetmezler; bu durum çoğunlukla doğumdan itibaren başlar ve göz ardı edilir. Bebekler küçük ve sevimli oldukları için, erken belirtileri fark etmemeyi ya da zamana bırakmayı tercih ederiz. Ancak bu, ciddi bir soruna dönüştüğünde bile insanlar ve hatta yaratıcı bile ‘aklını kullan’ demekte ısrar eder. Asıl sorun ise kimsenin neden aklını kullanamadığını sorgulamamasıdır.
Eğer bir kişi ana rahminde kötü muameleye maruz kaldığı için aklını kullanamıyorsa, ona ‘aklını kullan’ demek, o kişiyi suçlamaktan ve hatta tekrar mağdur etmekten başka bir şey değildir. Beyin gelişimi anne karnında başlar. Beyin dokusunun, besin eksikliği, kansızlık, enfeksiyonlar, yoğun vajinal akıntı gibi nedenlerle zarar görmesi, kişinin aklını tam anlamıyla kullanmasını, muhakeme etmesini engelleyebilir. Bu tür durumlara maruz kalan birinden aklını kullanmasını beklemek, zorlamak ise acımasızlıktır. Sadece fiziksel faktörler değil, rahmin yapısındaki sorunlar – miyomlar, polipler, rahim eğriliği veya yaşlanmış, yorgun bir rahim dahi anne karnındaki bebeğin beyin gelişimini, akıl etmesini olumsuz etkileyebilir.
Bu nedenle, bir insanın anne karnında kötü koşullara maruz kalması, onun akıl yetisinin zayıflamasına neden olur. ‘Sadece Aklını kullan’ demek, empati yoksunluğudur, kişinin kimsenin görmediği, bilmediği, yapayalnız döneminde yani kor halinde maruz kaldığı, unutulmuş geçmiş dönemde yaşadığı durumunu anlamamaktır. Ayrıca, bu durumun anne ve ailenin gebelikte gösterdiği ihmalleri de gizler, aklar. Anne karnındaki bir bebeğin beyin gelişimi, dış faktörlere bağımlıdır ve bu dönemde yeterince özen gösterilmezse, maddi kaynak ayrılmasa, olduğu kadarıyla doğsun denirse, doğumdan sonra ‘aklını kullan’ demek sadece bir haksızlıktır.
Bu yüzden, nitelikli zihinsel yetilerini anne karnında kaybetmiş çocukların doğmasını önlemek, teolojik değil, tamamen jinekolojik bir sorundur. Her anne ve aile, bu sorumluluğun farkında olmalı ve gerekli önlemleri almalıdır.” Gebeliklere 10/5/2 kuralı bireyin aklını kullanmasını artırmaya yardımcıdır. Ana rahminde ki bebeğe zalim olmayın, zülüm yapmayın diye cuma hutbeleri neden verilmez, yapılmaz?