Bunun içindir ki, İsrâiloğulları’na: “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.
Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” hükmünü yazdık. Şüphesiz ki onlara peygamberlerimiz açık delillerle geldiler.
Yine de bundan sonra onların (İsrâiloğullarının) birçoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.
[Kur’anı Kerim: Maide Suresi 32. Ayet]
Sözlerin anlamsızlaştığı, kelimelerin kifayetsiz kaldığı günleri yaşamaktayız. İsrail bir haftadır Filistinli sivillerin de yaşadığı Gazze’yi bombalıyor. Ölü sayısı 400’ü, yaralı sayısı birkaç bini geçti. Ölen ve yaralananların çoğunluğu siviller, birçoğu ise çocuklar ve kadınlar. Masum insanların başına tonlarca bomba yağdırıyor 6 milyon nüfuslu, fakat uluslararası arenada çok nüfuzlu İsrail. İnsanlar yaralanıyor ve hastaneye gidiyor, İsrail hastaneleri bombalıyor. İnsanlar ölenlerin cenaze namazını kılmak için camide toplanıyorlar, İsrail camileri bombalıyor. Çocuklar okullara sığınıyor, İsrail okulları bombalıyor. Gerekçe?” Hamas Örgütü’nü yok etmek!” Kimse soramıyor “Hamas hastanede, camide, okulda ne gezer?” diye. Soranlara da cevap verme tenezzülünde bulunmuyor İsrail.
İnsanlar ölüyor, yaralanıyor; yaşayanlar aç, susuz, evsiz, perişan. Kimi ülkeler “yaşanan insanlık dramının” etkilerini biraz olsun azaltmak için ‘insani yardıma’ izin verilmesini istiyor, İsrail Dışişleri Bakanı Bayan Livni, “İsrail’de insanlık dramı yaşanmamaktadır. Her şey olması gerektiği gibidir.” diyerek dışarıdan gelecek yardımlara izin vermiyor.
Türkiye kendi çapında birşeyler yapmaya çalışıyor; Ziyaretler, telefonlar, Kızılay yardımı vs. Türkiye’den başka kılını kıpırdatan bir ülke de yok, basmakalıp “kınama mesajları” dışında. Amerika ve onun, dünyayı yönetmek üzere kurduğu Birleşmiş Milletler onu da yapamıyor. ABD, olanların sorumlusu olarak Filistinlileri gösteriyor, tıpkı Irak işgalinden Irak halkını ve Saddam’ı sorumlu tuttuğu gibi.
Gerekçeler ne kadar da çok birbirine benziyor. Irak işgalinin gerekçesi, var olduğu varsayılan, fakat geçen yıllara rağmen bir tek kanıtı bulunmayan nükleer silahlardı, tıpkı İsrail’in saldırısında var olduğu varsayılan ‘Hamas tehdidi’ gibi. Hatta Müslümanların başı üzerinde bir tehdit unsuru olarak sallanıp duran ve gerçekten var olup olmadığı belli olmayan El-Kaide ve Usame bin Ladin gibi.
Daha önce bir yazımda konu ettiğim üzere ABD askeri laboratuvarlarının Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nü de kullanarak “son model” virüsler, bakteriler ve mikro- organizmalar üretip sonra onlara aşı ve ilaç sattığı gibi; Saddam gibi, Usame bin Ladin gibi, Taliban gibi, Pol Pot gibi, Pinoche gibi, hatta Abdullah Öcalan ve PKK gibi “mikroplar” üretip söz konusu ülkelere silah satıp, müdahaleyi meşru hale getirmekteler.
Neden bugün bu, nispeten siyasi bir konuya girdim biliyor musunuz? Çünkü bugün Filistin’de ve Irak’ta, geçmişte Vietnam’da, Kamboçya’da, Kıbrıs’ta, Bosna’da ve Kosova’da yaşananlara beynim ve kalbim isyan ediyor. Yaşananların sebepleri, müsebbipleri ve sonuçları apaçık ortadayken medeni dünyanın bunu sessizce izlemesine, hatta bu sessizlikle mütecavizlerin iştahını kabartmasına dayanamıyor yüreğim. Daha birkaç hafta önce burada yazmıştım; “DSÖ, BM, UNESCO, UNICEF vs. gibi uluslararası örgütlerin varlık nedeninin başta ABD olmak üzere belli ülkelerin menfaatlerini korumak, zayıf ülkelerin zayıf, güçlülerin ise güçlü kalmasını garanti altına almak, dünyadaki bütün ülkeleri istekleri doğrultusunda kontrol altında tutmaktır. Yeni bir paradigma -bakış açısı- ve dünya düzeni kurulmadan bizim ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin bellerini doğrultması mümkün görünmüyor.” diye. Bu kadar erken haklı çıkmak istemezdim.
Bugün bu konuyu işlememin diğer nedeni, elinde büyük bir güç ve yetki olan hekimleri bireysel olarak bu mütecavizleri cezalandırmaya davet etmek. Ben kendi adıma ne yapacağımı söyleyeyim. İsrail’de düzenlenen hiçbir toplantıya katılmayacağım. Alternatifi olduğu müddetçe onların ve onların davalarına destek veren firmaların alet, cihaz ve hiç bir ürünlerini kullanmayacağım. Hükümetlerinin politikalarına, münferit birkaç cılız ses dışında ses çıkarmayan ABD ve İsrail vatandaşlarını bulunduğum her platformda protesto edeceğim ve onları insanlık suçu işleyen milletlerin vatandaşları olarak göreceğim. DSÖ, UNESCO, BM gibi uluslararası örgütlerden burs alıp, onların programlarına katılarak onlara meşruiyet kazandırmayacağım. Herkesi de bunları yapmaya davet ediyorum. Kötülüklere mani olmak adına mümkünse elimizle bir şey yapmak, elimizden gelmiyorsa dilimizle olanları protesto etmek, onu da yapamıyorsak kalbimizde onlara karşı nefret duygusu barındırmak gerekir ki, bu da erdemli olmanın en alt derecesidir.
“Bu yaptıklarımız ne ifade eder ki?” demeyin, file tekme atan karıncanın hikâyesini unutmayın. Ormanda zalim bir fil varmış, bütün hayvanlara ormanı cehennem etmiş. Bir gün aslan bu fille kavgaya tutuşmuş. Karınca da kavgaya karışıp file tekme atmaya başlamış. Karıncaya sormuşlar; “Senin tekmenle file bir şey olmaz, ne diye kavgaya karıştın?” Karınca cevap vermiş: “Ben de biliyorum benim tekmemle file bir şey olmayacağını. Maksat, hangi taraftan olduğum belli olsun!”