Elektronik posta adresime isimsiz gelen yazılara cevap vermemin çok uygun olmadığı kanaatindeyim. Ancak bir istisna olarak “Hepimiz Ermeni miyiz? Bir de Lozan’a soralım” başlıklı yazıma atfen, aşağıda sorularını ciddiye aldığım bir okuyucuma, bir tarihçinin kitabından alıntıyla cevap vermek istiyorum. Bu konuda söz tarihçilerin olmalı.
Nicolae Jorga
Beş ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu Tarihi” (1300-1912 yılları arası) Tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık kitap için şöyle diyor:
“Jorga’nın yazdığı her satır bir fikir tohumu taşır; araştırılacak problemler ortaya atar ve okuyanda ilgi uyandırır; bunlar olmadan hiçbir tarih eseri canlı bir bilim dalı olamaz, ölü bir söz olarak kalır.”
OKUYUCUNUN SORULARI:
1) Otokton halk kavramı ne demektir? Ve Ermeniler hangi tarihten itibaren Anadolu’da yaşamaktadırlar?
2) 1895 ve 1905’te Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Zeytun’da, Hoçın’da, Varto’da, Van’da, Urfa’da neler yaşandı?
3) Hınçak Taşnak gibi tedhiş örgütleri ne zaman kuruldu ve genel olarak Ermeni halkı, özellikle köylü Ermeniler arasındaki etkileri ne kadardı?
4) İttihat ve Terakki’nin gerek nüfus gerekse ekonomik sermaye birikimi açısından ulusallaşma çabaları var mıdır?
5) Hamidiye Alaylarının kuruluş amacı nedir?
6) 1915 tehciri çoluk çocuk, şehirli köylü tüm Ermenilerin seyahat etme ihtiyacından mı kaynaklanmaktadır?
7) Türkiye’ye vatandaşlık bağıyla bağlı ve bu ülkeyi her şeyiyle sevdiği belli olan bir insanın katli ve neticesinde bu tasaddiyi kendi vicdanına da yapılmış sayan insanların maktül ile kurdukları empati hissinin tezahürünü taa Lozan’la alakalı hale getirilebilir mi?
8) Bu durum olan bitene meşruiyet kazandırma riski içerir mi?
9) Türk tarih yazıcılığı dışında bir tarih yazıcılığı var mıdır? Bizim tarih tezleriyle tamamen uyuşmakta mıdır? Değilse sebebi nedir?
10) Medeniyetler nasıl teşekkül eder? Pax Romara, Pax Ottomana farklılıkları dışlayarak mı uzun yıllar hükümran oldular?
11) Sorunların ertelenmesi, baskı altında tutulması, görmezden gelinmesi sorunu çözmenin geçerli bir yolu mudur? Yoksa sorunla yüzleşmek farklı düşüncelere görüşleri de dinlemek ve bazı uzlaşma gayreti içinde olmak daha iyi bir yöntem midir?
12) Ülkenin entellektüellerinin görevi mevcut tarih tezlerini savunmak mı olmalı?
TARİH OLMUŞ OLAYLARA TARİHÇİDEN CEVAP
“Bir yüzyıldan beri yavaş yavaş Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine geçen Meşrutiyet Türkiye’si, milletlerin özgürce gelişimini engellemeyen, ama aynı zamanda devletin güvenliğini de sağlayamayacak daha mantıklı bir federalizm ve Suriye ile Arabistan’ı da içine alarak, Türk ve Müslüman unsurların Trakya ve Anadolu’da, milli gelişimin doğal kanunlarına direnmeyecek şekilde yavaş yavaş yoğunlaştırılması arasında bir seçim yapmak zorundadır. Parlamenter rejim, hatalarına rağmen, gün geçtikçe daha yoğun bir gerçekçiliğe dönüşmekte olup, vazgeçilmez bir unsur haline gelmiştir. Geçmiş, geri getirilemez bir biçimde geçmişte kalmıştır. Devletin, özgürlük rüzgârlarının estiği bir çağda bile katkısını esirgemeyen Batı sermayesinin vasiliğinden kurtuluşu, ancak daha gelişmiş bir kültür üzerine kurulan milli bir ekonomi ile mümkün olacaktır. Daha ölçülü hayaller kurmak; Batı devletlerinde bile artık ölmek üzere olan siyasî kuramlara ilişkin daha az mücadelelerde bulunmak ve karşılığında ulaşılması gereken hedeflerin, mevcut şartların ve en dahi siyasetçinin bile aşamayacağı, kudretli bir el tarafından konulan sınırların ve engellerin bilincine varmak-tüm bunlar, Osmanlı tarihçilerine göre normal bir Türk-Müslüman gelişimi için en güvenilir yollar gibi görünmektedir. Neticede “Osmanlı İmparatorluğu” bir hatıradır, hem de tehlike getirebilecek bir hatıra. Bugüne kadar Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin, ayrıca 16. ve 17. yüzyıllarda yaşayan devşirmelerin haleflerinin hükmündeki İstanbul’da ve Rumeli’nin, Makedonya’nın ve Anadolu’nun köylerinde, beş yüzyıldan beri atalarının cesareti ile kurulan devletin gidişatından tamamen soyutlanmış bir halk yaşamaktadır. Aynı devlet, zorunlu askerlik hizmeti uygulanmaya başladığından beri, artık neredeyse sadece köylüler ve fakir vatandaşlar tarafından silah altında köleliğe benzer bir askerlik hizmeti ile savunulmaktadır. Bu halk, Türk halkıdır. Jöntürkler’in misyonlarını yerine getirmek için yapabilecekleri en güzel hizmet, bu gayretli, namuslu, çalışkan ve kanaatkar, son derece misafirperver, fedakâr -hele ki herşeyden kâr sağlamayı çok iyi bilen bencil Bulgarlar, Rumlar ve Ermenilerle karşılaştırılınca!- ve dindar halkı, tefecilerin ve genelde başka soylardan gelen memurların baskısından kurtarmak ve Fransızca kitaplar okumasa, gazete çıkartmasa ve mecliste bir konuşmanın ne anlama geldiğinin bilincinde olmasa da, bu halka tarihi rolünü geri vermektir.
Bu, neredeyse tamamı savaşmasını bilmeyen ve hiçbir şeyi feda etmek istemeyen Selanik’teki gürültücü Yahudilere, kalben Osmanlı Devleti’ne düşmanlık besleyen Fenerli Rumlara, Makedonya’nın içine kapanık Bulgarlarına, Erzurum’daki intikam ateşi ile yanan Ermenilere, kâinatın tüm dillerinde dayanışma ve birlik içinde yeni bir Osmanlı vatanseverliği hakkında vaazlar vermekten çok daha güzel ve çok daha faydalı bir iş olacaktır!”.
Sayın okuyucu, görüldüğü gibi 1912’den önce yazılmış bu sözler “tarih” olmuştur. Biz, bugün, Osmanlı toplumunun, yoğunlaşmış ve kaynaşmış, bütün etnik kökenlerden oluşan farklılıklarının bütünlüğünü temsil ediyoruz. Milliyetçiliğimiz vatanseverliğimizdir. Türkiye’yi böyle anlamalıyız. Notlar:
1. Geçen sayıda yayımlanan şiirimin 15. kıtasında “ırk” kelimesi sehven “ırak” razılmıştır. Düzeltir, özür dilerim.
2. Adres ve telefon vermeyen okuyucularımın e-postalarına cevap vermeyeceğimi bildirmek isterim.