Zaman bazen düşünce ve fikirleri kutsallaştırır.
Manevi bir otoriteye büründürür.
Bu düşünceler de topluma hakim kılınır.
Desene bugün, Müslümanlığı geçmişte arayanlar ile Müslümanlığı günümüzde arayanların farkındalığı zamanıdır.
Oysa mazi beşerin çocukluk dönemidir. Mazi ölmüştür.
Müslümanlar bugün ölü bir tarihi anlatıp dururlar.
Tarihe kutsallık atfedip günceli terk ederler.
Elbette tarihten ders alınmalıdır fakat tarihte kalınmamalıdır.
Desene nassın değil tarihteki zanni galip icmanın ve kıyasın tarihselliği.
Bugün düşünce üretim fabrikaları dondurulmuştur. Düşüncesi dondurulmuş bir milletin kıyameti çoktan kopmuştur. Bir tür modern putçuluğa demir atılmıştır. Desene her çağın ve her dönemin bir hakkı vardır.
Çağların ve dönemlerin ihtiyaçları ihmal edilirse; israf dönemleri başlar. Ruh ihmal edilerek şekil ve kabuk dönemi başlar. Nasları anlamada amaç ve araç problemimiz var. Desene amacı, araca kurban eyledik.
Tarihi kavramlar slogan haline getirilip “israf haramdır” denilse de bugün her tarafımızdan israf nehirleri akmaktadır. Her yanımızdan akan israf nehirleri büyük okyanuslar oluşturuyor. Adli gaye ihmal ediliyor. Dün problemlerin çözümü için bireysel veya ortak akılla kararlar alındı. Birine icma birine de kıyas denildi.
Ne yazık ki pek çok meselede olduğu gibi bu kavramların da mahiyetleri iyi anlaşılamadı. Zaman içinde dini veya hukuki konularda bireysel veya ortak akılla verilen kararlar kutsallaştırıldı. Evet bu kutsallaştırma iyi niyetle ve duygusallıkla yapıldı. Hala da devam etmektedir. Bizim ulema hala klasik eserlerde kutsallaştırdığı dünün çözülen problemlerini, bugüne taşıma gayretindedirler. Hala klasik düşünceyi bugünün problemlerine çare görürler.
Ebetteki tarihteki olaylara bir projeksiyon gibi ibret alınıp geleceği tanzim etmek önemli bir ilkedir. Klasik dönemin müçtehidine haşa dil uzatmak olarak görülmemelidir. Klasik dönem uleması da bugün bu ulemanın yaptığı fuzili israfı görse, bu insanlara kırk vurup bir saymayı emreder. Tarihte, ortak akılla verilen kararlar olduğu gibi bireysel içtihatlarla verilen kararlar da vardır. Dün icma ve kıyasın yasa ve yönetmelik mahiyetli kabul edildiği dönemlerden geliyoruz.
Hiç kuskusuz naslardaki sübut ve delaleti kati olan naslar konusunda, icmayı inkar küfre medardır. Ancak nasların zanni alanında yapılan icmalar, kesin bilgi degeri atfedilemez. İnkârı da küfür olarak da görülemez.
Ulemanın farz ve haram arasında kalan şer’i hükümlerinin her biri de zan alanıdır. Kesin bilgi kategorisine sokulmamıştır. Bu alanlardaki içtihat farklılıkları veya içtihat birlikleri kesin bilgi içermez. Bugün ne yazık ki pek çok alanda icma vardır diyerek günün pek çok probleminin önüne kütük koyulmuştur. Farkında olmadan dinin çağlara hitabına engel olunmuştur. Kendilerinin oluşturdukları dar bir bakış açısıyla tarihteki toplumu yaşatma gayretindedirler. İnsanların ve zamanların değişiminden bir haber yasamaktırlar.
Kendi nefislerini tatmin eden bu zümrenin, yaşayan ve gelecek nesle hiç bir faydası olmayacaktır. Bu mantıkla binlerce konferans veya şanlı sempozyumlar düzenleseler de kendilerinden başka kimseleri tatmin de edemeyecekler ve hakikate de varamayacaklardır. Tarihin bir döneminde pek çok çok zanni alanda icmanin varlığı iddia edilmektedir. Keza bu alanda en azından manevi mutevatirden bahsederler.
Sözüm ona birden fazla evlilik, Cuma namazının kadınlara farz olmaması, hayızlı kadının oruç tutamaması, kadının hakim, devlet başkanı, savcı ve şahitliği gibi pek çok konuda icmanin varlığı gerekçesini ileri sürülerek dinin ve düşüncenin önüne set çekerler.
Bugünün uleması da bunları tekrarlayıp durmaktadır. Bu bir metodoloji eksikliğinden kaynaklanmıyorsa tam bir fecaattir. Bu durum, İslam dininin asli felsefesinin global olarak anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır. Keza bu durum, dünya ve ahiret saadeti vadeden bir dinin mensupları olarak naslara kendi düşüncelerimizi ve akli terakkimizi söyletmekten başka bir durum olmasa gerektir. Bu düşüncede olanların niyetleri asla kötü de değildir. Onlar da dinin tahribata uğramaması için duygusal bir tarihi bağlılık gösterdikleri sanılmaktadır. Ne yazık ki zihinsel ve bilimsel özgürlük uzak, bilimsel objektiflikten de uzak yazılan ve söylenenler, günümüzün problemlerini çözmekten çok kendileri problem olmuşlardır.
*
Örneğin birden çok kadınla evlenmek bir dönemde adeta nükleer silah elde etme gibi savaş aleti sayılırken; daha sonraları savaş aleti değiştiğinde neslin devamına indirgenmiştir.
Ama bizim ulema bu konuda kısır döngü söylemini hala bir şekilde sürdürmektedir. Fazla evliliğin istisnai ve özel durumlara tahsis edilmesi gerekirken kendisine icma ile verilen bir hak gibi düşünülmüştür. Tarihten ders alınmamıştır, tarihte kalmıştır. Keza kadınların Cuma namazı farz olmadığı hususunda manevi mutevatir olduğunu bu konuda bir tür icma olduğunu ileri sürerler.
Allah (cc) “Ey iman edenler! Cuma günü çağrıldığınız zaman, Cuma namazına koşun” ayetini de sadece Ebu Davut’ta zikredilen bir mürsel hadisle tahsis ettirilerek bir yol ayrımına sokulmuştur. Kadınlara Cuma farz değilse de kılarlarsa öğle yerine geçer demektedirler. Bu hadiste dört kimseye Cuma namazı farz olmadığını ileri sürerler.
Bu mevzu veya mürsel hadiste, çocuk buluğa erene kadar, köle kölelikten azad edilene kadar, yolcu mukim olana kadar, kadın ise özel halinden çıkana kadar ruhsat tanımıştır.
Bilindiği gibi erkeklerin cumaya devam konusunda mazeretleri daha da azdır. Kadınların zaman içinde bu mazeretlerinin daha fazla olması bu konuda Cuma’nın kendilerine farz değildir algısını oluşturduğu, zamanla bir tür icma varlığı iddiasıyla genel kabule doğru sürüklenmiştir. Keza kadınlardan savcı ve hakim olamayacakları konusunda bir tür icmanın varlığı da ileri sürülmüştür.
Kadınların, had ve kısas davalarında şahitlikleri kabul olmayacağı konusunda bir tür icma olduğu, hukuk davalarında ise bir erkek iki kadının şahitliği konusunda da bir tür icmanin varlığı iddia edilerek, kadınlar konusunda bir genel kabul oluşturulmuştur. Gerçi günümüz hukukunda buna dikkat edilmese de klasik eserlerdeki rivayetler bu istikamettedir. Keza hayızlı kadının oruç tutup tutamayacağı konusundaki rivayetler de aynı durum da icmanın varlığı iddia edilmiştir. Öyle ki klasik eserlerde hayızlı kadının oruç tutamayacağı konusunda icma varlığı ibareleri bulunmaktadır.
Bu konuda hayızlı kadın oruç tutup tutamayacağı bugün de tartışılmaktadır. Kimi orucun bir ibadet olduğundan; taabbudîlik gerekçesiyle meseleye yaklaşırken, kimi de talilik noktasında yaklaşmaktadır. Sonuçta hayızlı kadının oruç tutamayacağı konusunda da icmanin varlığından bahisle bir tür mutlak doğru kategorisine sapıldığı görülmektedir. Bu ve benzer yüzlerce konuda, dini problemlerin çözümsüz kaldığı da bir gerçektir. Sebep ise icma anlayışındaki kısır anlayıştan kaynaklandığı sanılmaktadır.
Bir kesim aşırı muhafazakar ve duygusal diğer kesim de icmanin ve kıyasın mahiyetindeki metodolojik hata yapıldığından hareket etmişlerdir. Her iki grup bilginler, karşılıklı ok atıp her biri ifrat ve tefrit noktasında hareket etmektedirler. Diyanetimize bu konularda da önemli görevler düşmektedir. Diyanetimizin önderliğinde, alanında uzman heyetin uzun müzakereleri neticesinde bu konularda sağlıklı bir karar vermelerini umarız. Burada her iki tarafın görüşlerine yer verilmiş olup diyanet üst kurulunun vereceği karar birlik ve devlet terbiyesi açısından hepimizi başlayacağını düşünüyorum.
Diyanetimiz, her alanda mutlak müçtehit anlayışından bir an önce vazgeçmesini uzman heyet anlayışına geçmesini öneririz.
Saygılarımla.
5 yorum
Keşke islam alemi bu incelikleri anlayabilse. Harika bir yazı
Çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız… Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak hepimizin asli görevidir. Saygılar
Çok tesekkur ederim güzel insan…Duaniz..
Çok teşekkür ederim medeni ve güzel insan. Sizlerin varlığı bizlere güç veriyor. İyi ki varsınız.. Saygılar
İslama ve çağa uygun çok güzel bir yazı, İslamın sadece ölülere değil aslında Dirilere hitab eden bir din olduğu sonunda biri tarafından ifade edilmiş. Çağımızdan koparılmış, hurafelere örf ve Adetlere bulaşmış bir hal almıştır. Hz Ömerin Devesinin nasıl oturup kalktığı TV lerdeki para Canbazları tarafından tam tamına yarım saatte anlatılmakta cahil bırakılmış halkımız Huşu içinde bıkmadan usanmadan bunları dinlemektedir. Artık İslamda reform yapma zamanı çoktan geçmiştir ve acil olarak bu işin uzmanları tarafından ele alınmalıdır.