Tarım insansız, insan da tarımsız olmaz. Bu sebepledir ki; tarımı ne kadar konuşsak azdır, ama bir yerinden başlarsak ne olduğunu, ne olmadığını, sorunlarını, çözümlerini, sebep ve sonuçlarını daha iyi anlayabiliriz belki.
İnsanoğlu tarihin çok eski zamanlarında ve hatta avcılıktan da önceki zamanlarda, hayvanların yaptığı gibi açlıklarını giderecek hayvansal ve bitkisel ürünler arıyorlardı. Henüz ilerde adı tarım olarak konacak faaliyetler giyimde ve barınmada kullanılamıyordu. Ürünler doğal olarak şimdiki gibi kolayca saklanamıyordu da elbette. İnsanlar iklimin kendilerine bütün yıl topladıkları ürünleri biriktirme imkânı verdiği özel yerlerde yaşayabiliyorlardı. Çoğunlukla göçebe olarak yaşayan bu insanlar, bir mıntıkada tabiatın kendilerine verdiği mahsuller bittiği zaman yerlerini değiştiriyorlardı. Sonra avcılık başladı. İnsanların günün birinde saklama ve biriktirme yerlerinden toprağa dökülen tohum, yumru ve köklerin yeni bitkiler meydana getirdiğini fark etmeleri çok sürmemiştir. Nihayetinde yeni bitki yetiştirmek için tohumları ve meyvelerin çekirdeklerini elle veya sopa ile toprağa gömmesinin lazım geldiğini de çabuk anlamışlardır. Nitekim bu fark ediş çoğalan gıda ihtiyacını karşılamak amacıyla, toplama yoluyla yeterli ölçüde temin edilemeyen bitkilerin daha kolay temini için kullanılmıştır. Bu ziraat şekli M.Ö. 4000 yılından çok daha önce başlamış ve İlkel Ziraat (Tarım) olarak adlandırılmıştır. Bu ziraat şeklinin hayvancılıkla hiçbir ilgisi yoktur. İnsanların kendileri ile birlikte yaşayan ve besledikleri görülen hayvanların başlangıçta neşelenmek ve eğlenmek amacıyla tutulmuş oldukları kanaati vardır*.
Yani aslında denilen o ki, insan kendisiyle beraber tarımı da fark etmiş, büyütmüş ve geliştirmiştir. Günümüz modern tarımına ulaşıncaya kadar epeyce uzun bir süreç geçirmiş olan insan artık tarımı öğrenmiştir sanırım. Ya da acaba öğrenebildik mi gerçekten?
*Ritter K. (Çeviren: Köylü K.), Dünya Ziraat Tarihi, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1962.