Pandemi ve ardından gelen Rusya Ukrayna savaşı gösterdi ki, dünyada en önemli konu karın doyurmak. Handiyse Kızılderilinin söylediği yere gelmiş gibiyiz. Ne demişti; “Son ırmak kuruduğunda beyaz adam paranın yenmeyeceğini anlayacak”.
Rusya ve Ukrayna dünya tahıl üretiminin % 13’ünü karşılıyorlar. Bakmayın siz savaş var diye gıda sıkıntısı olma riskinin ortaya çıkmasına, savaş sadece bir süreci hızlandırmış ve gözümüze sokmuş oldu. Dünyada bazı ülkeler gidişatın farkında ve gereğini yapma halindeler. Baksanıza, Çin iki yıldır gıda stoklarmış. Örneğin, Dünya buğday stokunun yarısı Çin’de imiş. Hatta Çin bizdeki politikaların aksine, vatandaşından gıda stoklamasını istiyor. Bizim buğday ithalatımızın % 80’inin, bu savaşan iki ülkeden olduğu düşünüldüğünde, daha ciddiyetli tedbirler almamız gerektiği muhakkak.
Buradan bir ders çıkarmamız gerekiyor. Buna göre kendi karnımızı doyuracak kadar tarımsal üretim yapmak durumundayız. Üretmek fiilini bir kere daha tekrarlayalım, yani yok öyle paramız var ki ithal ediyoruz demek, kaça mal olursa olsun üreteceğiz. Yeter ki karnımızı kendi ürettiğimiz ile doyurmanın garantisini sağlayalım. Şimdi bunun için daha önceki yazılarımda da paylaştığım bir formülü tekrar edeceğim. Buna göre;
Biz besicilik faaliyetlerini bir düzene sokamadığımız için, zaman zaman süt inekleri kesime verildi veya et ithalatından gümrük vergisi kaldırıldı gibi haberleri duyarız. Örneğin 2018 yılında 26 değişik ülkeden canlı hayvan ve karkas et ithal ederek et ihtiyacımızın % 25’ini dışarıdan karşılar hale geldik. Buradan devam edelim;
Diyelim ki etin kilosu 150 TL. Etin kilosu 200 TL olur ise benim evime giren et bir gr eksilmez, 100 TL olur ise de bir gram artmaz. Ben imkanım olduğu için, ihtiyacım kadar eti, fiyatına bakmadan alıyorum. Yani demem o ki; ithalat yolu ile etin pahalanması engellenir ise benim işime yarıyor. Ben fazla para ödemek
ten kurtuluyorum. İmkanı olmadığı için et alamayan kesim için değişen bir şey yok, çünkü onlar zaten alamıyordu, yine alamıyorlar. İthalata rağmen, kişi başı et tüketiminin her geçen yıl düşmesi bize bu gerçeği söylüyor.
Asıl önemlisi şu ki, et ithalat yöntemi ile ucuz tutulunca yem fiyatlarındaki artış nedeniyle yerli besicinin gelir gider dengesi bozuluyor, hayvanlarına bakamaz hale geliyor ve besicilikten vaz geçiyor. Halbuki besicilik para ediyor olsa, besici maliyetine bakmaz malının sayısını artırmaya devam eder. Demem o ki, bir an evvel eti ucuz tutma politikasından vazgeçilmeli, etin pahalanmasından kaynaklanan gelirin üreticinin eline geçmesini sağlayan bir mekanizma kurulmalı.
Besiciye yaptığı işten kar edeceği bir fiyat verilir ise, doğal olarak et pahalanır ve ete ulaşamayan kesimlerin sayısı artar. Bu durumu telafi etmek için devlet, bu kesimlere aylık protein ihtiyacına karşılık gelecek bir kupon verir ve insanlar bu kuponlarını istedikleri marketten et almak için kullanılırlar.
Et pahalı hale gelince cebimden daha fazla para çıkacak. Akaryakıta zam yapınca da cebimden daha fazla para çıkıyor. Akaryakıt vasıtası ile toplanan vergilerin bir kısmı ile üretici destekleniyor ama yeterli değil. Ben diyorum ki verdiğim fazla paranın tamamı üreticiye gitsin. Bakarsınız destek olsun diye daha fazla tüketim bile yapabilirim.
Bu yöntem süt, tahıl, Ayçiçek yağı gibi stratejik olan her gıda için geçerli. Yerli ve milli olmak diye ben buna derim.