Alain Badiou kendisiyle ve Jean-Luc Nancy ile yapılan bir söyleşide, Kant hakkında söylemediğini bırakmıyor. Saf yani teorik aklın insanlık tarihinin tanıdığı belki de en derin eleştirisini yapmış olan Kant’ı saplantılı olmakla suçluyor örneğin. Jean-Luc Nancy, Badiou’nün bir fikrine katıldığını belirttikten sonra “Fakat geri kalan hiçbir şeye kesinlikle katılmıyorum diyor”. Badiou espri dolu bir karşılıkla “Umarım öyledir! Yoksa bu tartışma çok sakin geçecek” diye gülümseyerek yanıt veriyor. Söz konusu son derece öğretici sohbet Metis Yayınları’ndan iki yıl önce çıkan Alman Felsefesi Üstüne Diyalog’da geçiyor. Badiou aslında “yoksa bu tartışma sıkıcı geçecek” demek istiyor. Sıkıcı olan sıkar. Sıkıcı olandan sıkılırız. Sıkıcı olan bize sanki bedenimizi gittikçe daha çok sıkan korse gibi gelir.
Badiou ile Nancy arasında geçen diyalogda gözlenen tartışmaya benzer bir tartışma bizde yaşansaydı ne olurdu acaba?
Sizleri, yani okurları tenzih ederek yazıyorum. Öfkelenmeler, zıplamalar, homurdanarak sanki ruhumuzda derin yaralar açılmış gibi geri dönüp öfkeyle gitmeler. O ben çok bilirim havaları. Sonra o -çocukça diyeceğim ama çocuklar bu durumlarda daha olgun davranıyor bence- ham bilgi ölçmeler, karşıdakinin bilgisini sınamalar, hatta etrafta birileri varsa onlara gösteriş olsun diye diğerinin bir şey bilmediğini fakat kendisinin çok şey bildiğini göstermek için sergilenen oyunlar, kurnazlıklar…
Bu tür gururlu, kibirli davranışları hepimiz farklı biçimlerde gözlemleriz. Bu ehven tartışma ahlakı bize nereden gelmiş acaba? Böyle ego patlamaları ve gösterişleri, Anadolu kültürüne ve insanına has değil aslında. Bu yuka insan ahlakından neden bir türlü kurtulamayız? Biz de bir gün tartışmasını yani karşılıklı tartma yöntemini ve ahlakını öğrenir miyiz acaba?
Bu ham davranışların hepsi bize ait ve bizde özellikle çok yaygın. Hele günümüzde. Hem de alçak gönüllülüğü erdem sayan köklü Anadolu geleneğine rağmen.
Badiou’nün sergilediği bu tavra çağdaş Alman filozoflarından Hans Heinz Holz “Lust am Widerspruch” derdi. Hatta 2007 yılında Berlin’de Humboldt Üniversitesi’nde uluslararası bir konferans ile kutladığı 80’inci doğum gününü bu başlık altında düzenlenmişti. Ne demek “Lust am Widerspruch”? “Çelişkiden haz” diye türkçeleştirebiliriz. Holz, konuşmacının karşı çıkanın karşı çıkması karşısında duyduğu olumlu ve yapıcı hazzı böyle tanımlardı. Çelişkiden, konuşmacının sözüne karşı çıkanın sözleri karşısında haz alabilmesi bir erdemdir ve alçak gönüllülüğü şart koşar. Söz karşı sözsüz olmaz. Fakat her şeyin anlamlı ve nitelikli olması koşuluyla. Büyüklük ve yücelik tutkusu, hele biriciklik saplantısı ise özellikle içinde yaşadığımız çağda gözlenen yaygın hastalıklı bir haldir.
Bize anlatıla gelen bildiğimiz Anadolu mütevazılığından ve erdeminden toplumumuzda hiçbir eser kalmadı mı yoksa? Tam bir kendimizi kaybetmişlik, tam bir kendimizi bilmezlik, her bakımdan kendimize yabancılaşmışlık durumu. Oysa Adam Smith’in Ahlaki Duygular Kuramı adlı eserinde işaret ettiği gibi alçak gönüllülük her durumda adil yargının ve karar vermenin, ilişkilerimizde açık ve dürüst olabilmenin ön koşuldur.
Belki de bundan dolayı, bizde diğerinin karşı çıkmasından haz alınır denmemiştir. Bizde “Dost acı söyler!” denmiştir. Sanki uyarmak istemiş büyüklerimiz zamanında bizi. Belli ki, sergilediğimiz hamlıklar karşısında uyarmak amacıyla böyle yakılmıştır bu halk deyişi. Acı söyleyen dosttur. Dost olmak istemese bile. Acı söyleyen acıtır çünkü açık sözlüdür, eleştirir.
Eleştirmek, diğerinin düşüncesi üzerine düşünmeyi şart koşar. Ancak diğerinin düşüncesi üzerine düşünen eleştirebilir. Eleştirmek, diğerini kendinin eşiti ve özgürü olarak ciddiye almak demektir. En yıkıcı eleştiri bile diğerini ciddiye almadan yapılamaz. En anlamsız eleştiri bile eleştirileni herhangi bir biçimde besler. Alay etmek, komikleştirmek, hatta aşağılamak bile. Alay etmek, komikleştirmek, aşağılamak ahlaki bakımdan bir sorundur. Alayı, aşağılamayı moralize etmeden, yani onurumuzu koruyarak aldığımızda besleyici olur herkes için. Diğerinin alayı, komikleştirmeleri, aşağılaması ancak müsaade ettiğimizde bizim için onur kırıcı olur. Fakat alayı, komikleştirme çabalarını, bir eleştiri olarak almak da bizim elimizde.
Eleştiri eleştireni de besler tabi. Kant “Aydınlanma Nedir?” adlı makalesinde kendi çağını bir “Aydınlanma Çağı” olarak tanımlıyor. Ve Kant “Aydınlanma Çağı” olarak tanımladığı çağını Saf Aklın Eleştirisi adlı eserinde aynı zamanda bir “eleştiri çağı” olarak da tanımlıyor ve aydınlanmayı eleştiriden bekliyor. Eleştiridir aydınlatacak olan.
Eğer dost acı söylüyorsa, böylelikle eleştiriyorsa dost, acı sözüyle aydınlatmak istemektedir dost bizi. İlaç acıdır, dost ilaçtır çünkü…
1 yorum
Sayın hocam, çok güzel bir yazı. Arkadaşlarımla da paylaşmak istiyorum müsadenizle..