Bu; etrafın toz duman olduğu, göz gözü görmediği, akla karanın ve at izinin it izine karıştığı, yavrunun anneyi, annenin yavruyu, evladın babayı, babanın evladı, talebenin hocayı, hocanın talebeyi tanımadığı, rakip ve hatta hasım olarak bellediği ve karabasanların at oynattığı bu hengâmede hasta yakınları bir yana, hastaların ve onlara akıl hocalığı yapanların hiç mi suçu yok!
Hekimlikte “Hasta her zaman haklıdır!” felsefesi değişmez bir kaidedir ve art niyetsiz, hakkaniyet ve dürüstlük çerçevesinde öyle de devam etmelidir. Bunu biz böyle öğrendik hocalarımızdan ve böyle öğrettik talebelerimize, asistanlarımıza yıllarca…
Lakin her geçen gün daha da vehametinin arttığı hekim düşmanlığı hadiselerine şahit olduğumuzda, ne acıdır ki bazı onur ve deontoloji özürlü kendi meslektaşlarımızın da zaman zaman çanakdâr olduğu haksız kazanç teminindeki, akıl hocalarının da hayatlarında hiç olmadığı seviyelerde nemalandığı tazminat davaları, namuslu insanları da menfi yönde etkilemekte ve istikbale matuf endişelerimizi artırmaktadır.
Zira bazen hasta da var olan ya da olmayan hastalığını (!) kullanıp suistimal ederek, yapılan tedavi veya cerrahi müdahalenin eksikliğini, yanlışlığını iddia ile ve hatta kasta varan ithamlarla hekimi, cerrahı suçlayarak akıl almaz surette mahkemelerde süründürmekte, hastalığını kazanç kapısı görüp, astronomik tazminatlar kazanmaktadırlar! Hatta sırf bu gaye ile hastane koridorlarını aşındıran, hekim avcılığı yapan art niyetli şark kurnazı sahte hastaların olduğu haberleri de kulağımıza gelmektedir. Meslektaşlarımızı hayatlarından bezdiren, hekimlik ve cerrahlıktan soğutan bu kumpas içerisinde elde edilen haksız kazanç da muhtemelen ekseriyetle bu kirli organizasyonun üyeleri tarafından bölüşülmektedir! Bu durum, ister istemez (!) problemi daha da çözülmez ve girift bir mecraya sürüklemektedir.
Yangına körükle gidenlerin, aşağılık kompleksli tutum ve davranışlıların, kara para sahibi yontulmamış görgüsüzlerin, salon kabadayısı zavallıların, doymak bilmeyen aç gözlülerin, sadist ruhlu zalimlerin, hekimleri ırgat ve hatta köle gibi gördükleri çoğunluğun malumudur.
Sayılarını unuttuğumuz tıp fakülteleri habire mezun vermeye devam ede dursun; maalesef hekimler, bir müddet sonra ekmek parası için sabahçı kahvehanelerinde, duvar diplerinde, meydanlarda ve sokaklarda taşeronları bekleyen fındık ve pamuk toplama ve duvar-beton işçileri gibi kendi borsalarını (!) oluşturacaktır! Bunun da günahını ve cezasını bunda dâhil olan herkes çekecektir.
Nitekim haksızlığa uğrayan, hakkı yenen, mağdur edilen, olmadık maddi ve manevi işkencelere mahkûm bırakılan bir doktor eşin, bir annenin, bir babanın ve bir evladın yolunu bekleyenlerin bedduaları (!), müsebbiplerinin ve kötü zihniyet sahiplerinin yedi sülalesine yetecektir! Hekimlerin bir zerre miktarı dermanlarına muhtaç olduklarında ise vakit çok geçmiş olacaktır!
Makalemize başlık olan “Taşeron İşçiler” kavramı mı? Çok sevdim… Yarım asrı aşan ömrünü gece gündüz hastalarına fedakârca hasreden, biraz muhteris, biraz müşteki, biraz muteriz, ancak her şeye rağmen mütevekkil ve münzevi olmayı da başarabilen, kıskanılacak derecede kıvrak bir zekâya, enerjiye ve azme sahip bir meslektaşımın zengin ve yaratıcı kelime hazinesinden aşırdım!
“Rubâiyyât-ı Bircis”den bir rubaimizle sözlerimizi bağlayalım.
ÖLDÜR BENİ
— • — — /— • — — /— • — — /— • —
(Fâilâtün, Fâilâtün, Fâilâtün, Fâilün)
Yandı sînem hasretinden, bir sefer güldür beni.
İnciten hârlar değildir, bir yaban güldür beni.
Her yerinden koklasam, öpsem ne lâzımdır hayat!
Bir kez olsun sun şarâbın, bin defâ öldür beni!