“Ya bir yol açın, ya bir yol bulun, ya da yoldan çekilin.” Ted Turner
Bu haftaki yazıma başlamadan önce özel bir duyuru yapmak istiyorum. Medimagazin’de artık her hafta sizlerle birlikte olacağım. Yazmaya başladığım 2 aydan bu yana iki haftada bir olan Ruha’dan seslenişim, gerek Medimagazin’in yazı işlerine gerekse bana yansıyan olumlu geribildirimler sonucu bu haftadan itibaren her hafta olacak. Yazılarıma gösterdikleri teveccüh ile bana bu cesareti veren bütün Medimagazin okurlarına şükranlarımı sunuyorum.
Bu haftaki yazım bir ‘taşra üniversitesi’nde öğretim üyesi olmak üzerine. ‘Taşra’, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Bir ülkenin başkenti veya en önemli şehirleri dışındaki yerlerin hepsi” olarak tanımlanmış. Yani, ‘en önemli şehirleri’nden ne anladığınıza bağlı olmakla birlikte, tanım gereği Türkiye’nin 8-10 şehri dışında kalan her yer taşra sınıfına girmekte. Dilimizde kullanılan şekli ile olumsuz anlam yüküne sahip olan bu kelime daha çok Sinop-Adana hattının doğusunda kalan yerler için kullanılmakta. Dolayısıyla bazı şehirlerimiz ne kadar ‘önemli’ olursa olsun taşra olarak anılmaya mahkum görülmekte. Burada şehir adı vererek kimseyi üzmek istemediğimden sadece kendi yaşadığım şehri örnek vereceğim. Aslında pek çok bakımdan çok ‘önemli’ olduğu iddia edilebilecek olan Şanlıurfa bir taşradır ve Harran Üniversitesi bir taşra üniversitesidir. Dolayısıyla ben de, bir ‘taşralı’ öğretim üyesiyim. Eğer ‘taşralı’ öğretim üyesi iseniz bazı şeyleri baştan kabul etmek zorundasınızdır. Asla unutmamalısınız ki siz kuruluş aşamasında pek çok muhalefetle karşılaşmış, “Oralara da üniversite mi kurulurmuş?”, “tabela asmakla üniversite olunmaz”, “Yeni üniversite açacağınıza eskileri kalkındırın” denmiş, fakat buna rağmen ‘Siyasi bir karar’ ile açılmış bir üniversitenin elemanısınızdır. Bunu söyleyenler daha çok o gün için mevcut olan üniversitelerin öğretim üyeleri olduğundan, sizler aslında meslektaşlarının bütün itirazlarına rağmen açılan bir kurumun çalışanlarısınızdır. Dolayısıyla onların gözünde meşruiyet kazanmanız çok zor olacaktır.
Bakmayın bugün bir vesile ile sizin üniversitenize ‘teşrif’ ettiklerinde gerek sizler gerekse üniversiteniz hakkında güzel sözler söylediklerine, bu çoğu zaman sahte misafir nezaketi veya kendisine harcanan parayı hak etme çabasının sonucudur. Bu, ülkemizde hep böyle olmuştur. Ne zaman bir üniversite açılma girişimi olsa, başta, mevcut ‘büyük’ üniversitelerden olmak üzere itirazlar yükselir. Sanki o yeni kurulacak üniversitelere kendileri gidip çalışacaklarmış, o üniversitelere ödenecek paralar kendi ceplerinden çıkacakmış ve sanki o üniversitenin kalitesi kendilerinin çok umurlarındaymış gibi. Ama ‘taşralı’ üniversite çalışanı buna alışmak zorundadır. Çünkü bunları söyleyenler kendi alanlarının ‘büyük’ hocalarıdır. O kadar büyüktürler ki onlar asla taşraya gelip çalışmayı düşünmezler. Zira bu üniversitelerin binaları onlara dar gelmektedir. Her şeye rağmen ‘taşralı’ hoca burada mutlu olmaya çalışır. Ama bir şeyi asla unutmamalıdır. O, diğer meslektaşları ve öğrencilerinin gözünde, büyük ve önemli şehirlerdeki üniversitelerde kadro bulamadığı için buralara gelmiş birisidir.
Doçentlik sınavlarında da benzer sorularla karşılaşırlar; “Sen bu çalışmayı o taşrada nasıl yaptın?”, “Dersleri bilgisayar üzerinden data projektör ile mi anlatıyorsunuz? Sizin orada data projektör var mı?”, “Sen nasıl bu ameliyatı büyük merkezlere, mesela bize, göndermez de oralarda yaparsın?”
Sizin onların çoğundan fazla bilimsel yayınınızın olması, uluslararası düzeyde tanınmanız, deney hayvanları laboratuarınız olmadığı için balkonda fare besleyip, banyoda diseksiyon yapmanız, bölgenizin insanına bilimsel, sosyal ve kültürel pek çok katkıda bulunmanız çok önemli değildir. Daha önceki bir yazımda ‘kongre meselesi’ne biraz deyinmiştim. Malum, tıpta klinik bilimler ile cihaz alımı yapan temel bilimlerdeki öğretim üyelerinin yurt dışı toplantılarına katılımları ‘hayırsever’ ilaç ve tıbbi cihaz firmaları tarafından karşılanır. Ve bu öğretim üyeleri de, “Sen benim için bu binlerce doları niye harcıyorsun?” diye sormadan bu toplantılara giderler. İşte bu toplantılara katılma şansı bulan ‘taşralı’ hoca, kendilerine tanınan kontenjanın aslında devenin kulağı olduğunu, ‘büyük’ üniversitelerin ‘büyük’ hocalarının bu toplantılara ‘hayırsever’ firmalar tarafından maaile getirildiklerini görmek, fakat hayretlerini gizlemek zorundadır. Bu toplantılara katılan bir yardımcı doçentse, ‘hayırsever’ firma yetkilileri ile, yaşına ve makamına hiçte yakışmayan şekilde bir ilişki içinde gördüğü ‘büyük’ üniversite hocalarının aksine ‘fakir ama gururlu’ bir taşralı genç gibi davranmak zorundadır, çünkü bilmelidir ki ‘en üst kurul’ taşralı profesörlere de fazlaca güvenmediğinden doçentlik jürisine mutlaka bu ‘büyük’ üniversite hocalarından birkaç tanesini atayacaktır.
Ancak taşra üniversitelerinin hoş da bir yanı vardır. Üniversite Sınavı, mastır/ doktora jürisi, konferans verme veya kongre katılımı vesilesi ile şehrinize gelen meslektaşlarınız sizin kendinizi iyi hissetmenizi sağlarlar. Onlara göre siz, gürültüden ve trafikten uzak, bölüm içi ‘Bizans oyunları’ olmadan asude bir hayat yaşamaktasınızdır. Hatta çoğu, “keşke senin yerinde olsam” der, ama hiçbir zaman olmazlar. Kendileri olmadığı gibi çocuklarını ve yakınlarını da göndermezler buralara, ne asker olarak, ne doktor olarak, ne de öğrenci olarak. Sorunlarınız yurt dışına gidince de bitmez. Hele ki biraz da başarılı bir akademisyenseniz. İnandıramazsınız kimseyi Ankara, İstanbul veya İzmir dışında bir yerden olduğunuza. Hani Antalya, Konya, Bursa da değil ki anlatasın. Nasıl inandırırsın adamı, Suriye sınırından, Şanlıurfa’dan geldiğine. Mezun olduğun tıp fakültesini referans alıp “Ankara’dan geliyorum” der kurtulursun. Onlarda inanmış veya inandırılmıştır ‘küçük’ yerlerde ‘büyük adam’ olamayacağına ve ‘büyük adam’ın taşraya gitmeyeceğine.
İşte böyle bir şeydir taşralı olmak. “Büyük şehirli doğulur mu, yoksa büyük şehirli olunur mu?” sorusu kadar çetindir “Taşralı doğulur mu, yoksa olunur mu?” sorusunun cevabını bulmak. Genellikle daha üst gibi görünen bir şey ‘olunur’, daha aşağıdaki ise ‘doğulur’. Yani büyük şehirli olunur, taşralı ise doğulur. Bazı istisnalar hariç; bazen doğumunuz İzmir, çocukluğunuz İtalya, ilk-orta-lise ve üniversite eğitiminiz Ankara ve doktoranız İngiltere olup bir taşra üniversitesinde, Harran’da çalışıyor ve bundan gurur ve mutluluk duyuyor olabilirsiniz.
Taşra’dan sevgi ve selamlarla…