Hasta ile hekim arasındaki ilişkileri etkileyen önemli bir etken, hastanın hekime başvurduğunda, içinde bulunduğu durumla ilgilidir. Hemen hemen her hasta hekime başvururken, hastalığına ilişkin ön bilgilere sahiptir. Bu bilgileri daha önceki deneyimlerinden kazanabileceği gibi, çeşitli gözlemlerinden elde etmiş olabilir.
Kötü bir hastalığı olduğunu sanarak hekime gitmekten korkan veya başka nedenlerle hekime gitmeyen, ancak bu çekincelerini yenerek hekimin yolunu tutan hasta adaylarına karşı hekimin göstereceği davranışlar çok önemlidir. Hasta adayı hekime gittikten sonra tanının kendisine söylendiği ana kadar endişe ve korkularını sürdürür ve çeşitli şüpheler onun yaşantısını çekilmez hâle getirir. Bu durumda hekim-hasta ilişkilerinin çok iyi bir düzeyde olması gerekir.
Tanının söylenmesi hekim ve diğer sağlık personeli için en çok güçlük yaratan, genellikle etkilenilen ve kaçınılan bir konudur.
Bazı hekimler tanının hastaya söylenmemesinin, yalnızca aileye bilgi verilmesinin uygun olacağını savunurlar. Tanının hastaya söylenip söylenmemesinden çok, kötü haberin hasta ile nasıl paylaşılabileceği üzerinde durulmalıdır. Genelde insanlar yaşamlarının bir gün sonlanacağı gerçeğini pek düşünmek istemezler ya da ara sıra bunu isteksizce akıllarından geçirirler. Örneğin; kişiye kanser olduğunun söylenmesi bile o zamana kadar üzerinde durulmayan ölüm gerçeğini su yüzüne çıkarır. Bazı insanlar ölüm sonrası farklı bir yaşamın devam ettiğine inansalar da, ölümün bilinmeyenlerle dolu olması korku yaratır.
Ölümcül hastalık tanısı konulan hastaya, tanısının söylenip söylenmemesi gerektiğine ilişkin tartışmalar sürmektedir. Tanının hastaya söylenmesini gaddarlık olarak gören sağlık elemanı sayısı az değildir. Özünde hiçbir hastaya hastalığının öldürücü olduğu açıkça söylenmez. Tanı konulmasından sonra hasta, durumuna ilişkin bilgi alma gereksinimi içindedir ve bunu sözel olarak ya da davranışları ile ortaya koyar. Tanı kesinleştikten sonra hastaya hastalığının ciddi olduğu söylenmeli, ancak beraberinde tedavi uygulamaları hakkında bilgi verilerek ümidi pekiştirilmelidir. Örneğin; kanserli hastaların çoğunluğu, tanıları kendilerine açıkça söylenmese de, ölümcül hastalıklarının olduğunu tahmin ederler. Bunu, gösterilen ilginin değişmesinden, eskiden tanıdığı insanların sergilediği yaklaşım farklılığından, alçak sesle konuşmalarından, kederli yüz ifadelerinden, gülümsemeye çalışan, ancak gerçekte acı çektiği anlaşılan aile üyelerinden, yaşlı gözlerini saklamaya çalışan tanıdıklardan ya da sağlık elemanlarının vizitlerde onu atlama eğilimi göstermelerinden anlarlar. Oysa birçok hasta, tanının kendisine kabul edilebilir bir şekilde açıklanmasını bekler. Hastaya mümkün olan her şeyin yapılacağının, tedavi seçeneklerinin söylenmesi, terk edilmeyeceği, ondan kaçılmayacağı ve gereksinim duyduğunda yanında olunacağı garantisi verilmelidir.
Burada en çok tartışılan konu, tanıyı hastaya söyleyip söylememe konusudur. Hasta ve ailesi ile hastanın durumunu konuşmak, değerlendirmek kuraldır. Öte yandan kendisi hakkındaki gerçeği öğrenmek, her insanın doğal ve temel hakkıdır. Günümüzde özellikle doğu ülkelerinde ve kısmen Avrupa’da bu konuda “sessiz tutum” yaygındır. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise hekimlerin çok büyük bir çoğunluğu hastaya “kanser” tanısının söylenmesi taraftarıdır. Öte yandan “hastanın hakları” konusundaki yasal ve tıbbi düzenlemeler de “söylenmesi” yönündedir. Burada en önemli durum, tanının nasıl söyleneceğidir. Tanıyı söylerken hastaya empatiyle yaklaşılmalı, ilgi ve anlayış gösterilmelidir.
Yaşamı tehdit edici hastalık tanısının hasta ve ailesine iletilmesi, onları duygusal yönden altüst edecek bir durumdur. Bu nedenle tanı söylenmeden önce rahat ve mahremiyete uygun bir çevre yaratılmalıdır. Bu amaçla özel bir oda ya da hasta odası kullanılabilir. Koridorda, ayakta ya da kalabalık bir ortamda bu tür tanının söylenmemesine özen gösterilmelidir. Hasta ve ailenin özel bir odaya alınması ve hastalık konusunda bilgi verileceğinin açıklanması, haberlerin kötü olabileceği ipucunu verdiği için haberi iletecek hekim açısından avantaj yaratabilir.
Her insanın sağlık durumu ile ilgili bilgi almak isteyip istemediğini belirtme hakkı vardır. Bu nedenle onlara bilgi almak isteyip istemedikleri sorulmalıdır. Eğer hasta, sağlık durumu ile ilgili kritik bilgileri almak istemediğini belirtirse, bu bilgilerin aile ve yakınlarından kiminle paylaşabileceği sorulmalıdır. Kanser tanısının açıklanmasında uyulacak bazı genel ilkeler arasında şunları söylenebilir: Şifa olasılığı yüksek olan kanserlerde bilgilendirme kusursuz olmalıdır. Ayrıca, ilerlemiş ve iyileşmesi olanaksız kanserlerde ise doğrudan sapmamalı, ancak iyimserlik ve umut dolu yaklaşımlar içermelidir.