Hepinizin bildiği gibi, en son yapılan TUS imtihanının sonuçları ve bununla ilişki olarak, genç meslektaşlarımızın tercihlerini belirleyen sonuçlar ilan edildi.
Tercih listelerini, en yüksek ve en düşük puanlı yerleştirilen bölümlerin isimlerini, çok dikkatlice inceledim. Bu incelememde, büyük bir fecaat arz eden gerçekle karşılaştım. Çok acil olarak, mutlaka çok büyük hassasiyetle üzerinde durulması ve ilgililerin gerek kanun ve gerekse yönetmeliklerle, süratli bir şekilde, üzerimize gelen bir tehlikeyi bertaraf etmek için, önlem almaları gerekmektedir.
Zira tercihler incelendiğinde, yüksek puan alan meslektaşlarımızın, genellikle, çok riskli branş olarak görülen beyin, omurilik ve sinir cerrahisi, ve kalp-damar cerrahisi gibi ihtisas dallarını arzu etmedikleri, diğerlerine kıyasla, gerek cerrahi ve gerekse tedavi açısından, daha az risk ve komplikasyonları bulunan branşları tercih ettikleri, çok açık bir şekilde görülmektedir.
Yüksek risk taşıyan, çok şükür(!), kendimize hazırladığımız ve kurduğumuz tuzaklar sayesinde(!), mahkeme kapılarında sürünmek, mahkûmiyet kâbusu ile yaşamak, tazminat korkusuyla huzursuz ve mesleki girişimlerine karar vermede mütereddit olma ihtimalinin yüksek olduğu ihtisas dalları, daha az puan alan ve daha az başarılı bulunan meslektaşlarımıza kalmaktadır.
1990 yılında Macaristan, Budapeşte’de yapılan “Avrupa Beyin Cerrahları Yüksek Riskli Nöroşirurji Ameliyatları Kongresi”ni hatırlıyorum. Bu toplantıda, genelde her nöroşirurjiyenin müdahale etmek istemediği, çok yüksek riskli nöroşirürjikal ameliyatları yapmaya can atan ve o alanda tecrübe ve birikimlerini birbiri ile paylaşmak amacı ile dünyanın birçok ülkesinden yaklaşık 150 civarında, beyin cerrahı bilim adamı biraraya gelmiştik.
Bu bilimsel toplantıda her birimiz çok yüksek riskli beyin ameliyatlarını nasıl yaptığımızı ve daha ne kadar tehlikeyi göze alarak kendimizi riske atıp, hastalara faydalı olabilmek için, fırsat kolladığımızı, endikasyonlarını, hiçbir korku olmadan, tamamen insanlığın refahı için neden yeniden gözden geçirmeye can attığımızı, oturumlarda tartışmıştık.
Herhangi bir art niyet olmadan, hekimin hesap vereceği, en acımasızca mahkûm edilebileceği ve de asla hiçbir yetkili-yetkisiz mercinin çıkardığı af kapsamına girmeyeceği, yegâne makamın vicdanı olduğu düşüncesi ile uçsuz bucaksız, tehlikelerle dolu nöroşirurji ummanında, insanlık adına boğuşarak yol almak için yarışıyorduk.
Bu bilimsel toplantıda, attığımız her kulacı, aştığımız her engeli ve üzerinden sıçradığımız azgın dalgaları, cerrahı yutmak için pusu kuran hain ve gaddar girdapları ve tuzak kuran kara delikleri, kan-ter içerisinde nasıl geçtiğimizi, biraz kibir, haklı gurur, onur, şevk ve heyecanla birbirimizle paylaştığımızı hatırlıyorum.
Bilgili ama, gözü kara cerrahlar olmasaydı, cerrahi kabiliyet ve maharetimiz acaba bugünkü noktaya gelebiliri miydi? Araştırmalarında kendisini feda etmeyi bile göze alabilen hekimler, araştırmacılar olmasaydı, tıbbi gelişmelerin hangi düzeyde olduğunu düşünmek bile istemiyorum. Belki de, tedavi ve cerrahi performansımız yerlerde sürünüyor olacaktı. Tıbbın bütün branşları, hiç şüphesiz, saygın ve mukaddestir. Ama, bazı ihtisas dalları, her kes kabul eder ki, çok, ama çok imtiyazlı ve ayrıcalıklıdır.
Hekimlik bir hayat tarzıdır ve öyle olmalıdır. İsteseler de istemeseler de, başkaları da, bunu böyle bilmelidir ve kabul etmelidir. Bu meslek grubu, bugün bile Afrika’nın bazı kabilelerinde, Tanrısal çerçevede telakki edilmektedirler. Nitekim hekim bir anlamda Tanrının yerdeki temsilcisidir.
İçimizde, aktiviteleri ile mesleğimizin ismini lekeleyen bazı haysiyetsizler, sahtekârlar ve hainler olsa da, hiçbir hekimin mütevazı olmaya ve her birinin kendi içinde çok ehemmiyetli olduklarına inandığım, diğer meslek grupları ile kendilerini bir tutmaya hakkı yoktur. Bu kibir ve megalomanlık değil, aksine mutlaka kullanılması gereken mecburi bir haktır. Çünkü dünyanın bütün ülkelerinde hekim adayları, çok ağır ve farklı kriterler dikkate alınarak, diğer öğrencilerden ayrılıp seçilir ve meşakkatli bir eğitim ve öğretimden geçirilirler. Bu hekimlik meslek grubunun mensupları, hiç kimse alınmasın, gerek zekâ gerek akıl ve gerekse azim, hırs, sebat, performans ve kabiliyet itibari ile farklılıklar arz ederler. Bu kıstas ve kriterlerdeki farklılıklar, belli oranlarda, mesleğimizin branşları arasında da geçerlidir.
Bugün, “Yüksek Riskli Nöroşirurji Ameliyatları Kongresi” yaptığımızda, acaba neleri tartışırdık? Defansif cerrahi(!) için, yeni bahaneler(!) mi uydurarak paylaşırdık, bilemiyorum(!).
Bütün bunlar dikkate alındığında, insanlık adına suç işleyenleri de lanetleyerek, yarınımızda yüksek riskli ameliyatları yapmayı göze alabilecek kaç cesur yürek bulabileceğimizi de düşünmek istemiyorum.
Yine adet olduğu üzere, “NEFES” den bir rubai ile bitirelim.
DİZ ÇÖKER
Taş kesilmiş şimşekler, yıldırım içer zaman.
Buğulu gözlerinde hicran okur asuman.
Kainatın göz yaşı, hicabını örtünür,
Divanında diz çöker, bendeleriyle Canan.