Bilim için doğru yönlendirme ile seven ne yapmaz.
Öncelikle kendim için bir doktor olarak çevresel çalışma şartlarımın zorluğu ve yoğunluğu içimdeki motivasyonu zaman zaman azaltmakta ve eksiltmektedir ama asla söndürmemektedir. Aslında bu konunun iki yönü olduğunu ve çevresel şartların tesirinin yazımda verdiğim örneklerden de anlaşılacağı gibi daha az olduğunu düşünüyorum. Motivasyon eksikliğimize çevresel etkiden ziyade daha çok bireyin kendisinin meyil ettiğini yada gerçekten bilimsel bakış nasıl kazanılır bilmediğini veya bulamadığını düşünmekteyim. Ya da asıl kaygı bilim değil. Konuyu bu açıdan değerlendirmeye çalışacağım ve öncelikle üniversitelerimizin bilimsel durumundan başlamak gerekli diye düşünüyorum. Bilime yapabildikleri katkının değerlendirilmesi ile yazıma başlayacağım. Üniversitelerimizin durumundan sorunun kaynağına ilerlemeye çalışacağım.
ODTÜ üniversitesi bünyesinde URAP (University Ranking by Academic Performance) Araştırma Laboratuvarı; ODTÜ Enformatik Enstitüsü bünyesinde 2009 yılında kurulmuştur. Ulusal üniversitelerimizin genel bilimsel durumunu her sene literatür verileri ışığında tarafsız olarak herhangi bir maddi beklenti güdülmeden toplumsal fayda amaçlı değerlendirmekteler. URAP’ın ulaşabildiğim 2020-21 raporunda üniversitelerimizin dünyadaki durumu grafikler eşliğinde raporlanmış (1). Rapordan bir kısmı alıntılamak istiyorum.
“Bazı üniversitelerimiz Türkiye sıralamasında oldukça iyi durumda göründüğü halde dünya sıralamalarında çok gerilerde kalabilmektedir. Dünyanın önde gelen üniversitelerinin yayın ve atıf sayıları ile Türk üniversitelerinin yayın ve atıf sayıları karşılaştırıldığında aradaki farkın sanılandan çok daha yüksek olduğu görülmektedir. Bazı üniversitelerimiz ise geçmiş yıllara göre giderek geriye düşmeye devam etmektedir. Türk üniversitelerinin sıralamalarda yükselemeyişinin diğer nedeni ise etki değeri yüksek dergilerdeki (Q1, Q2 ve Q3) makale sayılarımızın yeterince artırılamayışı ve etki değeri en düşük dergilerdeki (Q4) makale sayılarımızın da azaltılamayışıdır. Geçen yıl açıkladığımız URAP 2019-2020 dünya sıralamasında; ilk 500’e en yakın olan üniversitelerimizden Hacettepe: 534., İstanbul: 582., İTÜ: 698., ve ODTÜ: 706. sırada yer alırken toplamda 9 üniversitemiz ilk 1.000 içindeydi. URAP dünya sıralamasında ilk 500’e girebilen üniversitemizin olmaması, sıralamalarda yükselebilmek için üniversitelerimizin çabalarının yeterince etkili olmadığını göstermektedir. Bu olumsuzluğu giderebilmek için tüm üniversitelerimizin daha fazla çaba göstererek etki değeri yüksek dergilerdeki makale sayılarını hızla artırmaları gerekmektedir. URAP’ın raporunda özellikle Çin başta olmak üzere bazı ülkeler, devlet politikası olarak Ar-Ge bütçesini ve araştırma üniversitelerine verilen bütçe ve kadro desteklerini sürekli artırmaktadır denilmektedir.” Bu tür politikalar sayesinde, son yıllarda Çin ve Avustralya üniversiteleri; dünya sıralamalarında hızla yükseldiği vurgulanmaktadır. Raporun sorunun düzelmesi için verdiği öneriyi beğenmekle birlikte sadece motivasyon artışının ulaşılmak istenen kalıcı menzil için yetmeyeceğini düşünmeme neden oldu.
Anlaşıldığı gibi bilime ve eğitime doğru şekilde yatırım yapmadan, bilim için çalışacakları doğru seçmeden sonuçlar beklenmesi yanlış gibi gözükmektedir. Akademisyenin evvelden gelen bir alışkanlığı ve bilim için arzuları oluşmadan bilime katkı yapmasının beklenmesi ne kadar doğrudur. Motivasyon bizleri başarıya taşıyacak çok önemli bir içsel dürtüdür. Onu fark eden bireyin onu devamlı güçlendirmesi ve canlı tutabilmesi gereklidir. Ayın konusundan da anlaşıldığı gibi bu durum her zaman mümkün olmayabilmektedir. Günlük hayatlarımızdaki olumsuzluklar motivasyonlarımızın azalmasına neden olabilmektedir, bu doğrudur. Ancak bazen de maddi ve manevi her şey yolunda gitse bile bir bahanemi bulmaktayız? Ben işte bu bahanelerden en sık kullanılanın “motivasyonum yetersiz veya eksik” denmesi olarak görüyorum. Çünkü daha henüz bilimsel bakış nasıl oluşur, araştırma nasıl yapılır, bir proje nasıl oluşur gibi işin A,B,C ‘i kavranmadan meraksız yüzlerce genç üniversitelere ulaştı ve bitirdiler. Ben olayın kaynağını burada görüyorum. Bilimle iç içe harmanlanabilmiş bir genç nesil, akademisyen olduğunda asla zaman kaybetmez ve araştırmaya devam eder diye düşünüyorum. Tarihten örnekler hep böyledir. Gerçekten bilimi seven arzulayan merak eden bilim insanları için motivasyon hep yüksek olmuştur.
Örneğin 144 yıl önce, yıl 1879’da Thomas Edison 999 denemeden sonra bulduğu elektrik ampulü için sorulan farklı bir soruya şu yanıtı vermiştir. “999 deneme yaptıktan sonra 1000’inci deneyi yapacak gücü nereden buldunuz?” Edison şu yanıtı vermiş: “Ampulün icadı bin aşamalı bir süreçti. Hata gibi görünen ilk 999 aşama, bininci ve son aşamaya götüren öğrenmelerle doluydu.” Yani hata yapmaktan korkmayın, bilimi keşif yolculuğunda yapılan her hatada kendi içerisinde çok önemli bir tuğla gibidir, son kata ulaşmak için o tuğlaların hepsini dizmelisiniz demek istiyordu (2). Bununla birlikte bütün bu deneyleri yapan Edison’un herhangi bir üniversite eğitimi yoktu. Yani okumamız ve araştırmamıza bütün engellerin kalktığı günümüz internet çağında her şey kişiye bağlıdır, bunun bir bahanesi olamaz diye düşünüyorum. Daha doğrusu bu işin özünde olmazsa olmazının insanın içinden gelecek güçlü bir motivasyon olduğu anlaşılmaktadır. Tabi onun güçlenmesi için başka insanların etkisi veya tesiri de azımsanamaz, hatta hayati önemi de olabilir.
Bu nedenle eşit şartlarda olmayan akademisyenlerin bir ekip içerisinde veya doğru hocalarla birlikte bulunmamak veya yakınlaşamamak onların motivasyon güçlüğüne kısmen etkisi olduğuna inanıyorum. Çünkü istek arzu motivasyon daha önce söylediğim gibi insanın içinden gelir, ancak bazen körüklenmeye ortaya çıkarılmaya veya doğru yöne yönlendirilmeye ihtiyaç duyulabilir. Bazen ufak bir söz bile zihnimizde şimşekler çaktırır, o yönde ilhamınızı güçlendirebilir. Yani bir kılavuzun tesirinin olması tüm hayatımızı değiştirebilir. Benim de akademik yolculuğumda böyle bir hocam oldu, ben size dünya literatürünü değiştirmiş bir Türk bilim insanından bahsetmek istiyorum. Aklıma gelen ilk örnek fizik alanında Einstein’ın görecelik kuramında eksikler tespit eden Prof. Hüseyin Yılmaz’ın hikayesidir. Bunu özellikle anlatmak istiyorum, imkansızlıkların çok daha fazla olduğu 1950’li yıllarda dahi, insanın içerisindeki okuma, araştırma ve öğrenme arzusuna engel olamadığıdır (3,4). Yani bunu okuyunca “seven ne yapmaz” diyebilirsiniz.
“1924 yılında Denizli’nin Acıpayam ilçesinin Yumrutaş köyünde doğdu. Üç-dört yaşlarındayken annesini, on bir yaşında babasını kaybetti. Acıpayam Gölcük Yatılı Bölge Ortaokulu’nda ve Denizli Lisesi‘nde öğrenim gördü. Liseden mezun olduktan sonra lise fizik öğretmeninin yönlendirmesi ile İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Fizik bölümüne başladı, 1950 yılında lisans, 1951 yılında yüksek lisans derecesi aldı. Yine üniversitedeki başarısı sayesinde hocaları onu yurt dışına gönderdi. 1952’de ABD’ye gitti; 1954 yılında Massachusetts Teknoloji Enstitüsü‘nde (MIT) fizik doktorasını tamamladı. 1956 yılına kadar Stevens Teknoloji Enstitüsü’nde yardımcı doçent olarak görev yaptı. Ardından akademik çalışmalarına Princeton Üniversitesi’nde devam etti. 1958’de Einstein‘ın Genel Görelilik Teorisinin (5) zayıf alanlarla ilgili teorisinde eksikler tespit etti ve kendi adıyla anılan Yılmaz kütleçekim kuramını (6) geliştirdi.” Tüm zorluklara rağmen 1950 Türkiye’sinde bir başarının gerçek öyküsüdür.
Sonuç olarak; biz akademisyenlerde motivasyon eksikliği olduğu, üniversitelerimizin sayısının artmasına rağmen her yıl giderek daha az sayıda yayınlanan bilimsel makaleler olmasından anlaşılmaktadır. Ayrıca yazılan makalelerin literatürdeki bilimsel gerçeklere katkısı olamadığı içinde bir çoğunun refere edilmediği yani yeterli nitelikte olmadığı görülmektedir. Uluslararası yayın sayımızın giderek gerilemesi üniversitelerimizin yeterli olgunlukta olmadıklarını göstermektedir. Onları bu olgunluğa eriştirmek için bilimin çok daha genç yaşlarda sevdirilmesi, okullarda buna yönelik çok sayıda bilimsel laboratuvarlar kurulması ve gençlerin çocukların eğitim hayatlarında ilgi alanlarına göre farklı kulvarlara yönlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Aslında halen düzenli yürüyen güzel şeylerde var. Mesela, Bilim Teknik Dergisi gibi. Kendimin de çocukluk çağlarımdan beri takip ettiğim bir dergidir. Bence bilimin, araştırmanın ne olduğu böyle küçük yaşlarda kavranmaya sevdirilmeye başlayabilir. Bilimsel bakışın oluşması için çok çaba ve zaman gereklidir, bilim adamı yaptıklarını daima gözlem yapıyor gibi takip etmelidir. Yaptığımız en basit işte dahi fark edilmeyen hakikatler olabilir diyebilmelidir. Bilim insanı bunun farkına varabilmek içinde literatürü sürekli gözden geçirmeli ve okumalıdır. Yani bu alışkanlığı oluşturduktan sonra Edison’un dediği gibi biriken bilgiler sonunda ilhamı mutlaka getirir. Başarı kesinlikle bir tesadüf değildir, çok çalışmadan tüm bilgiye ulaşmadan eksikleri fark etmeniz mümkün değildir. Ama bu çok zorlu bir süreçtir. Günümüzde bu zor yolu seçmeyip kolaya kaçan demek istemiyorum ama ne yazık ki öyle yapan birçok insan çevremizde bulunmaktadır, onlar için motivasyon hep eksik kalacaktır diye düşünüyorum. Bilim yolunda düşünmeye ve araştırmaya devam edenlere gelecek için kolaylıklar gelsin diliyorum. Motivasyonumuzun artması için günümüzden popüler bir ismin sözü ile bitiriyorum. (Elon Musk kolay olunmuyor.)
“Her hafta 80 ila 100 saat çalış, bu başarı şansını artırır. Diğer insanlar haftada 40 saat çalışıyorsa ve siz 100 saat çalışıyorsanız, o zaman aynı şeyi yapıyor olsanız bile, onların bir yılda başarması gereken şeyi dört ayda başaracağınızı bilirsiniz.”
Elon Musk
Kaynaklar:
- 2020-2021 URAP Türkiye sıralaması Basın Açıklaması. İn Web.
- Baldwin, Neil (2001). Edison: Inventing the Century. University of Chicago Press. 0-226-03571-9.
- Hüseyin Yılmaz. New Theory of Gravitation. Phys. Rev. Lett. 27, 1399 – Published 15 November 1971; Erratum Phys. Rev. Lett. 28, 1010 (1972)
- Misner, Charles W. (1999). “Yilmaz Cancels Newton”. Nuovo Cimento B. Cilt 114. ss. 1079-1085. eprint version 31 Temmuz 2014 tarihinde Wayback
- https://tr.wikipedia.org/wiki/Görelilik teorisi.
- https://tr.wikipedia.org/Yılmaz kütleçekimi teorisi.
3 yorum
Hüseyin Yılmaz, Edison ve Elon Musk’ı bizlere tekrar anımsattığınız için teşekkürler. Arandığında, ibret alınacak başka yaşanmış öyküler de var. Ototmatik vitesi bulan Kayseri Talas’tan Asadur Sarafyan (Oscar Banker), Oktay Sinanoğlu, Leyla Gencer’in yaşam öyküleri gibi. Udemy” yi kuran Eren Bali ve Oktay Çağlar, görünmez uçakların görünmezliğini sağlayan Ergun Kırlıkovalı ve iki bin yıl öncesinde, ‘bana bir destek noktası verin, tüm dünyayı yerinden oynatayım’ diyen Siracusa’lı Arşimet gibi.
Önemli olan, o desteği aramak, gerektiğinde kendine olmasa da, ihtiyacı oanlara ulaştırabilmektir.
Atatürk, bir söyleminde şöyle demiştir :
‘Büyük olmak için kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, ülke için gerçek amaç ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. Fakat sen buna karşı direneceksin, önüne sonsuz engeller de yığacaklardır; kendini büyük değil küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana büyük derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin’. Saygılarımla.
Aziz Sancar, Gazi Yaşargil gibi nice bilim insanlarımızı unutmuşum.
Hocam aynen katılıyorum. Katkınız için çok teşekkür ederim. Geçtiğimiz bu zor günler tekrar ve tekrar göstermiştir ki, yapılan her işin temeline bilimin koyulması gerektiğidir. Yurdumda aynı şekilde büyük üzüntülerin yaşanmaması için gerçekten büyük dersler çıkarabilmemiz ve bilimi her şeyin temeline yerleştirebilmemiz dileklerimle.. Depremde hayatlarını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum.