Daha önce yayınlanan “Cerrahlar Dikkat! Hekimliğiniz Elden Gidiyor!” isimli makalemde, kara bulutların mesleğimizi kuşattığı günümüzde, yaşanan birçok olumsuzlukla birlikte yoğun bakım ünitelerinin, genellikle devlet hastanelerindeki düzen, işleyiş ve yönetim felsefesi sebebi ile özellikle ağır hastaların ve ameliyat ettikleri vakaların postoperatif takiplerinin, birinci derecede kendilerince yapılmadığından dolayı, birçok cerrahın hekimlik kabiliyetlerinin zayıfladığını yazmış ve dâhili branşlardaki meslektaşlarımın durumları ile ilgili olarak bir başka yazı kaleme alacağımı ifade etmiştim.
Evet, üzülerek belirtmeliyim ki, hastalardan anamnez alma, ateş, nabız ve tansiyon gibi vital bulguların belirlenmesi, sistemik ve fizik muayene, gerekli tetkiklerin ve tahlillerin, ihtimali teşhisler çerçevesinde düşünülerek belirlenmesi, en mühim ve elzem olanlarının öne çıkartılarak, hatta altlarının çizilerek istenmesi gibi, yakamızda taşıdığımız rozetteki yılan sembolünün ifade ettiği deruni-ulvi mana çerçevesinde ve bunun bilincinde ve mesuliyetinde olarak, hekimi hekim yapan erdem, haslet ve görevler, insanlığı unutan ve unutturan, uluslararası ana felsefesi “the more patient, the more money” (Daha çok hasta, daha çok para) olan kapitalist tıbbi kartelin bimeded, münfesih ve insafsız hegemonyası altındaki teknolojik tababetin acımasız ve ezici tahakkümü ile tedrici olarak sırra kadem basmaktadır.
Hemen aklıma gelmişken, konu ile ilgili olarak bir hatırlatma ve uyarı yapmak gayesi ile bazı meslektaşlarımın hazin hikâyesini bildiğine inandığım, bilmeyenlere de, araştırmalarını tavsiye ettiğim, sözleri Nedim’e, bestesi Lem’i Atlı’ya ait bir Uşşak eseri burada zikretmekte fayda mülahaza ediyorum.
“Bu imtidâd-ı cevre kim bahtın şitâbı var.
Mihnet-medâr olan feleğe intisâbı var.
Eyler nesim-i subhu bize gird-bâd-ı gam,
Bu rûzgâr-ı bî-mededin inkılâbı var.”
İster istemez, bu tahrif, tahrik, tahrip ve tahkir edici amansız fırtınadan, pratisyen, dâhili-cerrahi meslek icra eden tüm hekim meslektaşlarım, aldıkları eğitim-öğretim, aile terbiyesi, etik ve ahlaki hasletleri, öncelikleri, hak ve haksızlık kavramlarındaki düşünce ve sermayeleri, inançları ve gayeleri paralelinde belli oranlarda, az ya da çok etkilenmektedirler.
Ancak, asla unutulmamalıdır ki, bu kokuşmuşlukta, Şair, Edib ve Udi, Sevgili Kardeşim Prof. Dr. Ahmed Rasim Küçükusta’nın, zaman zaman yazılarında ve söylemlerinde büyük bir cesaretle, meydan okurcasına ifade ettiği gibi gerekli-gereksiz, hatta bazen de çok zararlı olabilen tıbbi taramaların etkisi yanında, aşırı uzmanlaşma modası(!), yarı cahil, ne oldum delisi, sosyete budalası, kolay kazanmış, “Devletin malı deniz, yemeyen domuz.” düşüncesindeki müsrif ve müflis zihniyetin ürünü, “Kedi ulaşamadığı ete murdar dermiş.” sözünü teyit edercesine, hekim düşmanlığını körükleyen, aşağılık kompleksinden bir türlü kurtulamamış zihniyetin serdettiği yalan-yanlış uygulamalara sırtını dayamış, orasını burasını elletme hastalığına duçar olmuş, terbiye fakiri görgüsüzlerin, fuzuli “check up” sevdası, gereksiz ilaç alışkanlığı, modern teknolojik tıbbi kontrol düşkünlüğü, biyopsi ve ameliyat(!) müptelası olanların rolü çok büyüktür.
Hiç şüphesiz, ahlaki, bilimsel ve mesleki çizgide namuslu bir dikiş tutturamamış, içimizden ya da dışımızdan çıkmış, sahte veya hakiki unvanlı-unvansız, hastalar bir yana, sağlıklı insanı bile sermaye olarak görebilen birtakım “sosyete ve üfürük hastalıklar mütehassısları”(!)nın münfesihliklerinin, sahtekârlıklarının, fırıldaklarının ve şarlatanlıklarının da, bu kokuşmuşluğa tuz-biber serperek çanak tuttuğunu ve bu duruma yetkili-yetkisiz mercilerin müdahil olmamalarının ve vurdumduymazlıklarının, yerinde kullanılmayan teknolojik tababetin de, hekimliğin tahrip olmasında körükleyici olduğu unutulmamalıdır.
Bir türlü, tıp fakültesini bırak kazanmayı, kapısının önünden bile geçemeyenlerin, çocuklarının tıp tahsili yapabilmeleri için yırtınanların, meslektaşlarımın kaderlerinin tayinine yönelik etkin menfi rol oynamalarını ve buna tahammül edilememesini de mazur görmek gerekir diye de düşünmüyor değilim!
Biliyorum, canınızı çok sıktım. Ama maalesef hakikat bu.
Ruhumun infiali olan güngörmemiş infiraki ve iştirahi bir nalân rubai ile “NEFES”lenelim.
BÜLBÜLÜN AH’I
Bülbülün ölümüne, gül müteessir, yanarmış,
Pişman olur nazına, yüreğinden kanarmış.
Yaprağıyla kefenli ahının makberine,
Her mevsim bakıp bakıp, nedametle ağlarmış.