Bir telefon çılgınlığıdır aldı başını gidiyor. Anlamak, izah etmek ve makul karşılamak mümkün görünmüyor. Ekonomik kriz var, insanlar karınlarını doyurmak için ekmek bulamıyorlar, fakirlik, sefalet kol geziyor, üretim sıfır, daha neler neler
Bir sürü şikâyet, feveran, haykırış, feryad-ü figan
Hepsini anlayabiliyorum
Dönüp bir de vatandaşa bakıyorum, en yoksulu bile cep telefonundan vaz geçemiyor, sigarasız yapamıyor. Otomobili olan, dayanılmaz ve gemlenemez duygularla, son modeli ile değiştirebilmenin yollarını arıyor. "Alamıyorsan eldeki ile yetinme" prensibi unutulmuş. Kanaat duygusu, almış başını terk etmiş memleketi, insanları… Adam Yeşil Kartla tedavi ve ameliyat oluyor, ama cebinde çifter çifter son model, 3G (üçüncü nesil) telefon taşıyor, en pahalı (kaliteli demiyorum) sigarasından ayrılması mümkün değil. Otomobillerde olduğu gibi telefonlarda da artık "model" konuşuluyor. Telefon satış reyonları hıncahınç dolu, sıra yok. Son model cep telefonları yok satıyor. Belki karnı aç, çocukları çıplak, evindeki eşyalar hacizli, ama kartlı ya da faturalı mobil telefonundan asla vazgeçemiyor. Konuşmak çok önemli, ister boş konuş ister dolu
Yeter ki konuş, konuş, senden iyisi yok.
Reklamlara bakıyorsunuz, nerede ise "hiçbir şey yapma, sadece konuş" merkezli faaliyet programları icra ediliyor. "Limitsiz ve canın istediği kadar konuş" kampanyaları! Konuşmak için düşünmek, düşünmek için bilmek gerek. Ama yok sen konuş, ne konuşursan konuş, yeter ki konuş
Telefon bir iletişim aracıdır, lüzumsuz gevezelik aracı değil.
Öğrencilere bakıyorum, fırsatını bulduklarında hemen bir kenara çekilip telefonla konuşmaya başlıyorlar. Sokaklarda insanlar yürürken telefonlarını ellerinden bırakamıyorlar, hep konuşuyorlar
Merak işte, ben de "Bu insan bu kadar konuşacak mevzuyu nasıl buluyor" diye kendi kendime soruyorum. Cevap bulmak mümkün mü?
Telefonlarda kim, kimle neler konuştu diye merak ediyoruz da, kim kiminle ne kadar, kaç dakika, kaç kontörlük, kaç liralık konuştu, ne kadar fatura ödedi diye neden merak etmiyoruz acaba! Ondan sonra, hekimleri her fırsatta, özel olarak tahsis ve tesis edilen merkez ve mercilere şikâyet etmeleri için teşvik edilen ve bazılarının, sağlık ocaklarında, polikliniklerde ve hastanelerde, kendilerinin kölesi olduklarını zannettikleri doktorların kapılarını tekme ile açma hak, cüret ve cesaretini kendilerinde bulan, şu birtakım Yeşil Kartlıların, o kartları hak edip etmedikleri tekrar gözden geçirilebilse nasıl olur?
Yok yok, biz yine şu doktorları nasıl zapt-u rapt altına alırız, ona bakalım!
Dr. Hüseyin Suad Yalçın’ın (1868-1942), dönemindeki hekimlik mesleğinin güçlüklerini dile getirdiği şu şiiri ile makalemizi bitirelim.
"Uğraşırsan vergi tarh ederler ilminden yana,
Göz yumarsın, yüklenirler çünkü hilminden yana,
İtiraz etsen olursun ilmi milminden yana,
Yeryüzünde böyle kahrolmuş etibba (tabibler) var mıdır?"