İnsanları dünyadaki olaylar hakkında en hızlı ve etkili bilgilendirme gücüne sahip bir araç olan televizyon, son yılların mucizeye eş değer buluşlarından biridir. Yıllar önce, ünlü kâhin Nostradamus’un, “Öyle bir zaman gelecek ki, herhangi bir yerde meydana gelen bir yangın dünyanın her yerden anında görülebilecek” gibi bir kehanette bulunduğunu duymak beni uzun zaman düşündürmüştü. Bu kehanet ile ilgili kafamdaki soru ancak 11 Eylül 2001’de bir terör saldırısı sonucunda ABD Newyork’ta yıkılan ikiz kulelerin aynı anda ekranda görünmesi ile yanıtını bulmuş oldu.
Televizyon, altmışlı yıllardan bu yana, yoğunluğu ve çekiciliği giderek artan bir hızla yaşamımızın bir parçası haline gelmiş, hatta öyle ki, yatak odalarımızda dahi kendisine yer edinmiş durumda. Görselliğin sağladığı avantajla insanı ve insan davranışlarını etkileme gücüne sahip bu aygıt, program yapımcıları ve medya patronları tarafından kendi amaçları doğrultusunda, daha çok ticari kaygılarla, başarılı bir biçimde kullanılmaya başlanıldı.
Bilinçli kullanıldığında yaşama önemli katkılar sağlayabilecek özelliklere sahip olan bu cihaz, özensiz kullanıldığında insana büyük zararlar verebilecek güce de sahiptir. Televizyona yansıyan suç niteliğindeki girişimlerin giderek arttığı ve bunların işleniş biçimlerinin benzeşmesi bu konuda verilebilecek örneklerin en çarpıcılarındandır. Bu yüzden tüm programların, hatta haberlerin içeriğinin ve topluma sunuluş biçiminin titizlikle gözden geçirilmesi zorunludur. Bu konuda alınacak önlemler, toplumun ruh sağlığının olası zararlardan korunması yönünden de gereklidir.
Bazı televizyon programlarında; aile içi şiddet, cinayet ve kayıp olaylarının da ele alındığı görülmektedir. Bu programlarda mağdurlara, yardım adı altında gurur kırıcı yaklaşımlarda bulunulduğu gözlemlenmektedir. Program sunucusunun ve mağdurlara yardım amacı ile orada bulunan meslek sahiplerinin, olayların meydana geldiği ortam ve koşulları dikkate almaksızın, mağdurları yargılayan, sorgulayan ve ayıplayan yaklaşımlarda bulundukları ibretle izlenmektedir. Hatta öyle ki, bazı hallerde kendilerinin orada bulunuş nedenlerini ve karşılarına aldıkları insanın durumunu tamamen unutarak, onlara kendilerinden örnekler vererek kıyaslamalarda bulundukları ve mağdurların çaresizlik içinde sessiz kaldıklarını, yüz ifadelerinden ne kadar korktuklarını dahi göremedikleri gözlemlenmektedir. Bu tutum ve yaklaşımların, oraya çare bulmak için gelmiş olanlara yardım adı altında ek travma yaşatıldığı program yapımcıları, izleyiciler, en üzücüsü de toplumu her türlü zarardan korumakla yükümlü olanlar tarafından görmezden gelinmektedir.
Bu tür programların bazılarında; orada bulunan izleyicilere de söz hakkı verilmektedir. Onların da diğerlerine benzer ürkütücü yüz ifadesi, tutum ve davranışlarla çaresiz insanları acımasızca yargıladıkları, onur kırıcı eleştirilerde bulundukları ve hiçbir birikimlerinin olmadığı konularda fikir yürütmeye, önerilerde bulunmaya kalkıştıkları görülmektedir. Tüm bunlar program sunucusu tarafından onay görmektedir.
Oysa gerçek yardım, bu tür konuları ekranlarda milyonların önünde değil de özel olarak düzenlenmiş ortamlarda ve konunun özelliğine seçilmiş meslek sahibi kişilerce ele alınması ile olasıdır. Mağdurlara özenle yaklaşılması, tartışılan konuların mahremiyetine saygı gösterilmesi, konu dışına çıkılmaması, konuyu anlamak için çaba harcanması, kişilik haklarının göz ardı edilmemesi, eleştirilerde bulunulmaması mağdurlara yardımda başta gelen kurallardandır.