Tarihten günümüze ilkesel iman etmemiz gereken bazı konularda tartışmalarımız halen sürmektedir. Bu konularda ittifak edemediğimiz sürece, bu tartışmaların da süreceğe benzemektedir. Bu tartışmalar, ihtilaf konusundan çıkarak bugün adeta iftirak konusuna dönüşmüştür. Bu konularda da ehlisünnet algısının yerleştirilmesi kaçınılmaz gözükmektedir. Müslümanların bu kadar perişanlığı yaşamaları, ilkesel duruşlarının olmamasından kaynaklandığı sanılmaktadır. Tevhidin kurucu unsurlarından biri olan tedbir ile takdir, kader ile kaza inanç ilkemizin bir konusu olsa gerektir. Şimdi kısaca bu ihtilaf ve iftirak konularının başlıklarına değinerek haddimiz olmadan kısa analizler yapmak istiyorum.
Tarihten günümüze tedbir ve takdir meselesi hep tartışıla gelmiştir. Bilindiği gibi tedbir alınmadan takdirin, takdire inanmadan da tedbirin yaralarımıza derman olamayacağı da açıktır. Tedbir alınmazsa yasanın (sünnetüllahın), kâinata koyulan düzenin ne suçu var ki bilemiyorum. Oysa tedbir alınmadan takdire sığınmak, sünnetüllah yasasını ihlal ve ihmal, bir tür isyan sayılmalıdır. Sorumluluktan kaçmak demektir. Suçu tedbirsizliğe değil de takdire görmek suçu üzerinden atmak gibidir.
Hani rivayetlerde uzaklara gidecek bir bedevi, devesini serbest bırakmış, bir ağaca yaslanmış oturuyordu. Peygamberimiz oradan geçerken, şöyle buyurmuştur: Devenizi neden bağlamıyorsunuz? Deve kaçıp giderse yolunuza nasıl gideceksiniz? تَوَكَّلتُ على اللهِ “Allah’a tevekkül edeceğim” diyen bedeviye Peygamberimiz إعقلها ثم توكل “deveni bağla ondan sonra tevekkül et” buyurmuşlardır. Bu olay bize tedbiri almadan, takdire razı olmak adeta sorumluluktan kaçmak olduğu anlaşılmaktadır. Tedbir aldıktan sonra, takdirden kaçmanın da mümkün olamayacağı açıktır. Zira bir kulun kârı değildir, takdiri tebdil eylemek.
Keza klasik dönemlerden itibaren tartışılan kavramlardan biri de kader ve kaza konusudur. Bu bağlamda tedbir ve takdir meselesi gibi kader ve kaza meselesi de iyi anlaşılamamıştır. Bilindiği gibi tarihten günümüze sorumluluktan kaçmak isteyenler hep var ola gelmiştir. Hemen her insan, suçlu da olsa suçunu kabul etmek istememiştir. Suçu başkasına atmak kendini temize çıkarmak istemiştir. Desene hepimiz cenneti istiyoruz, cehennemden hepimiz kaçmak istiyoruz.
Keza her gerçek ve tüzel kişi, hep kârda ortak olmak isterler. Nedense hiç kimse zarara ortak olmak istemez. Sonuçta hemen herkes, suçu üzerinden atmayı, zarara da ortak olmamayı adeta ilke edinmişizdir. Dünden bugüne, sorumluluğu kadere ve takdire yükleyenlerin durumu da aynı olsa gerektir. Bu konu İslam’ın en muğlak konularından biridir. Bu konunun bir inanç akidesi yapılması, tarihten günümüze hep tartışılmıştır.
Keza tarihte bireysel sorumlulukların yerini, günümüzde kurumsal sorumluluk müesseseleri almış olduğu da bilinmektedir. Kurumsallaşmayı fark edemeyen toplumlar, kabile ve aşiretlerine gerisin geri dönmek istemişlerdir. Bireysel sorumluluklarını devam ettirmek istemişlerdir. Kurumsallaşmaya anlayamadıklarından hep karşı çıkmışlardır.
Bu bağlamda birey ve toplumlar, kendi devletlerini kurup yönettiği dönemden; kurumsallaşmaya evrildiği döneme geçişin sorunlarını hâlâ yaşamaktadırlar. Desene kusurlu ve kusursuz sorumluluk ilkelerinin pratik hayatımıza yansıması, önemli bir konu olsa gerektir. Bugün bireysel sorumlulukların ifasını, kurumsallaşarak, bu sorumlulukların sigortalanmasını zorunlu hale getirmiştir. Zira bireysel sorumluluklar zayıflaması, sözlü hukuki yaptırımdan maddi hukuki yaptırıma geçilmesi, taraflar arasında pek çok hak kayıplarına da neden olmuştur. Bunun için Müslümanlar olarak kurumsallaşmayı iyi anlayamadığımız için bireysel sorumluluk dönemindeki adetlerimizi halen devam ettirmek istiyoruz. Sonuçta bireysel sorumlulukların zayıfladığı günümüzde, pek çok problem ve hak kayıplarıyla karşı karşıya kalıyoruz.
Bilindiği gibi kader ve kaza meselesi, tarihten günümüze tartışılan konulardan biridir. Bu konunun tartışılması, Emevi dönemine rastlamaktadır. Emevilerin, kendi sorumluluklarını ve hatalarını örtmek için kader ve kaza konusunu ilkeselleştirdikleri iddia edilmektedir. Bu bağlamda Emevilerin, aklı öteledikleri, sorumluluklarını ise kadere yükledikleri meselesi, insanların kafasını epeyce karıştırmış olduğu anlaşılmaktadır. Kader ve kaza konusu çoğu kez de doğru anlaşılamamıştır. Bugün de hâlâ tartışmalar devam etmektedir. Bu tartışmaları bir sonraki yazımda kaleme almak istiyorum. Saygılarımla.