Medimagazin’de (25 Ocak 2010, sayfa 7) Sayın Genel Yayın Yönetmenimiz Dr. İbrahim Ersoy’un "Temel Bilimler Tıp Fakültelerinden Ayrılıyor mu?" başlıklı haberini okuyunca, ister istemez bundan yaklaşık yarım asır öncesinin (1966) tıp fakültesi hocaları ile bugünküleri karşılaştırma ihtiyacını hissettim.
Benim yaşımdakiler hatırlayacaktır; Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde ve sanıyorum diğerlerinde, resmi adları "kürsü" olmasına karşın klinikler "klinik", diğerleri de "enstitü" diye anılırdı: Ortopedi kliniği, fizyoloji enstitüsü gibi. Resmi adı "kürsü" olmasına karşın anılırken neden "klinik" ya da "enstitü" kelimelerinin tercih edildiğini doğrusu bilmiyorum, ama kliniklerle diğerleri arasındaki farkı vurgulamak bakımından kullanıldığını sanıyorum. Diğer yandan "F.K.B." ya da "P.C.N." ( o zamanki söylenişi ile "pe se en") olarak adlandırılan ve birinci sınıfta okutulan fizik, kimya, biyoloji dersleri ise fen fakültelerinin sorumluluğunda idi.
Tıp, veteriner, ziraat, eczacı ve fen fakültelerini biyoloji bölümü öğrencileri hep birlikte bu dersleri fen fakültesinde okurlardı. Fakat Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin o zamanki hocaları başka fakültede verilen eğitimin kendileri için yeterli olmadığını belirterek yukarıdaki derslerin başına birer "medikal" sıfatı koymak suretiyle kendi bünyelerine aldılar: Medikal biyoloji, medikal kimya, medikal fizik. Bu operasyonun yılını sorarsanız, 1966. Buradaki hedef; arzulanan tıp eğitimi nosyonunun birinci sınıftan itibaren öğrenciye kazandırılma arzusudur. Çağdaş bir üniversite eğitimini oluşturabilmek için o zamanki hocalara bakarken bir de bugünküleri göz önüne getiriniz; aradaki farkın, azınlıkta da olsalar bazı hocalar için, maalesef negatife doğru hızla gittiğini üzülerek görme durumunda kalırsınız. O zamanki hocalardan ölenleri rahmetle anıyor, sağ olanlara uzun ömürler diliyorum ve bu ülke eğitimine yaptıkları katkıları tarihin unutmayacağını herkesin bilmesini istiyorum.
Aslına bakarsanız, şu temel bilimler meselesi temcit pilavı gibi ikide bir ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilir. Hatırlanacaktır, yukarıda sözünü ettiğim Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesindeki birinci sınıf derslerini kendi bünyelerine almalarından yaklaşık 16 yıl sonra, yani 1982 yılında çıkan YÖK yasası uygulamasında da pek çok bilim dalının yok sayıldığı (kardiyoloji, intaniye, göğüs hastalıkları, tıbbi genetik gibi.) dönemde de temel bilimlerin tıp fakültelerinden ayrılması gündeme getirilmiş, fakat bazı üst düzey girişimlerle bu heves o zaman için bitmişti. Keza 2000’li yıllarda, yani 18 yıl kadar sonra bu konu yine YÖK’ün gündemine gelmiş, fakat aklıselim yine galip gelmiş ve bir değişime gidilmemiş ya da gidilememiştir. Genom Projesi’nin gerçekleştirildiği bu yüzyılda böyle bir isteğin tekrar tekrar ortaya çıkması bana çok ilginç gelmektedir.
Galiba, bizde verilen tıp eğitiminde bir yanlış anlama ya da eksiklik bulunmaktadır. Zira mezun ettiğimiz genç doktorlarımız tıp fakültelerini yalnızca sağlık hizmeti veren bir hastane mertebesinde görmektedir. Oysa, adı üstünde tıp fakülteleri bir akademik kurumdur ve kendi özelliğine yakışır şekilde davranmak durumundadır. Artık çağdaş dünyada önemli olan diploma değil, üretilen iştir. Fakülteler multidisipliner birer kurumdur ve her tür akla ihtiyaç vardır, yani çeşitlilik fakültelerin temel özelliklerindendir. Aksi takdirde, adınız fakülte de olsa siz fakülte işlevi göremezsiniz.
Her neyse, bu konu üzerinde bu kadar yazı yazmak bile fazla oldu. Aklıselimin ve yirmi birinci yüzyılda ulaşılan dünyadaki bilimsel gelişmelerin her zaman olduğu gibi galip geleceğine inanıyorum.
Yeni bir konuda buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.