Tam gün yasasının gündemde olduğu son dönemlerde daha fazla olmak üzere, hekimlerin çalışma durumları ile ilgili tartışmalar, öneriler-karşı öneriler artan bir sıklıkta yazılı ve görsel medyada, kongrelerde ve toplantılarda gündem oluşturmaktadır. Bu tartışmalarda genellikle hekim ya da sağlık hizmeti alanların bakışı ve beklentileri yansıtılmaktadır. Bu tartışmaları tıp fakültelerindeki çalışan hekimler ve eğitim alan öğrenciler özeline indirgeyerek ayrı bir pencereden bakma ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Önümüze çıkabilecek şartlara bağlı olarak olabilecek gelişmelerin önümüze getirebileceği tabloları kısaca özetleyip sonunda tercih isteyelim.
Bütün bu tartışılanlar bir yana bırakılarak kolaycı yol tercih edilir. Mevcut uygulamaya devam denir. Var olan kısmi statüdeki öğretim üyelerine doğal olarak beklemede olanlar da katılır. Her ne kadar kağıt üzerinde haftada en az 20 saatini fakültede geçirecek olma şartı olsa da fiili olarak kontrol etmenin mümkün olmadığı herkes tarafından bilinen bir geçekten hareketle, öğretim üyeleri çoğunlukla mecburi ders yükünü doldurma, hastalarını dolaşma ya da ameliyatlarını yapma dışında faaliyetlerde bulunmaz –aslında kısmi statüde çalışma sebebiyle devletin ona layık gördüğü yaklaşık 800 YTL’nin karşılığını fazlasıyla sağladığı inancındadır ve belkide haklıdır. Öğrencilerin bazen içinde eğitim gördüğü tıp fakültesi öğretim üyelerini tanımadan mezun olma gibi acayiplik yaşamalarına devam edilir. Geri kalan tam gün çalışan öğretim üyeleri de “Bu fakültenin enayileri biz miyiz” der ve bu kervana yavaş yavaş katılırlar.
Her ne pahasına olursa olsun, tam gün yasası çıkar ve bu yasayla öğretim üyelerine “Sen akademik elemansın, her akademik elemana biçtiğim ölçütler senin için de geçerlidir” denir. Doğal sonuç olarak eğitim alma döneminde uzman, öğetim görevlileri, akademik yaşamın ilk basamaktakileri dışında kimsenin tercih etmediği tıp fakülteleri(?)nde her yıl 5 bin hekim (?) mezun eder ve bununla övünülür. Sonra da yasalarla olası malpraktis uygulamalarını önlemeye çalışılır.
Tam gün yasası çıkar ve “Benim için önemli olan hasta hizmetidir, vergilerimi almaktır” gibi yaklaşımla mevcut özel muayene sistemi ve vergilendirme devam eder. Fakülte hastaneleri bunun doğal sonucu olarak eğitim ve araştırma hedefini bir kenara bırakarak karlılık elde etmeye yönelik poliklinik sayısını artırma (şikayet ettiğimiz devlet hastanelerindeki modele dönme), öğretim üyelerini doğrudan gelir getirici faaliyetlere hızla yönlendirme, buna uygun rekabet şartlarını oluşturmak amaçlı malzeme alımına gidilir. Bizim gibi tüketim toplumlarının yaşaması kaçınılmaz olumsuzluklar yaşanır. Nihayette kalite açısından hastalar, ekonomik açıdan devlet kaybeder.
Tam gün yasası çıkar. “Ben ülkemizin sağlık alanındaki geleceği olan hekimleri yetiştiriyorum ve onların iyi yetişmesi sağlıkta başarılı olmanın ön şartıdır” bakışıyla; onları yetiştirecek akademik kadronun üniversitede tam gün kalmasını ve eğitim-araştırmayı önceleyen faaliyetlerde daha fazla bulunmalarının tedbirlerini alır. Bu yaklaşımla yetiştirilen ve eğitilen hekimler, yalnızca tıp fakültelerinde ya da eğitim veren diğer merkezlerde değil, tüm ülke genelinde modern tıbbın gereklerini hastalara sunarlar. Kazanan ülke olur, kazanan toplum olur.
Ülkemizde sağlık alanında reformların tartışıldığı ve pek çok reform niteliğinde adımların atıldığı bu dönemde resmi kurumlar hangi tercihi yapacaklar? Dileriz bugün yaşanan sıkıntıları görerek bugünü olumsuz düzeni devam ettirmeyen, yapılacak tercihlerle de bugünü aratmayan yasal adımlar bir an önce atılır.