Bu sabah, Akademik Akıl yazarımız, Prof. Candan Gökçeoğlu’nun, ’Tezden Üretilen Yayınlarda İsim Sıralaması Meselesi’ başlıklı, akademik akıl sitesinde çok okunan yazısını okudum. Yazının sonuna baktığımda hayret, şimdiye kadar sadece bir yorum yapıldığını gördüm. Bu durumu çok yadırgadım ve bir yorum da kendim yazayım derken okuduğunuz yazı çıktı.
Bir çalışma, hem de tezden üretilen, doğal olarak tezi yapanın ilk isim olması gerekir. Ancak o çalışma zaten bir süredir, tez hocası tarafından sürdürülürken, verileri dahi çıkmışken, hocası asistanına bir jest yaparak ‘sen bundan kendine bir tez yap’ diye önermişse, işte orası tartışılır.
Eskilere, kendi asistanlık, 1974-79 dönemlerime gittim. Tez hocama, tez için araştırma konumu açıkladığımda, bana menfi-müsbet, hiçbir öneride bulunmadı. Sadece ‘konu güzelmiş peki git yap bakalım’ dedi. İhtisas süresince, bir gün dahi beni çağırıp tez nasıl gidiyor diye sormadı. O zamanlarda hocaların odasına öyle zırt pırt gidilmezdi. Ben de belki bu yüzden, belki de çekingenlikten, hocama gidip de tezim ve gelişmesini anlatmadım. Hasta kanlarında, o günler için yeni bir yöntem olan ‘radyoimmünassay’ le hormon düzeylerine bakılması ve bu iş içinde bir kit alınması gerekiyordu. Fakültemizin laboratuvar olanakları yeterli değildi. Çalışacağım hormon, henüz ülkemizde çalışılmıyordu. Nasıl yapacağım diye, kara kara düşünürken, GATA askeri hastanesi biyokimya bölümünde çalışan, daha sonra Çukurova Tıp Fakültesinde profesör olan ve rahmetli olmuş gerçek bilim insanı, Prof. Tuncay Özgünen ağabey ( kıdemlimizin de eşiydi), konuyla yakından ilgilenerek, ‘sen kitini bul ölçümleri biz GATA biyokimya ’da yaparız’ dedi.
Bir firmaya test kitini ısmarlayarak, bir maaştan fazlasını kendi cebimden ödedim. Yurtdışına ısmarlanan kit nihayet iki ay sonra geldi. Topladığımız kan örneklerini ve kiti arabama yükleyip GATA’ya götürdüm. Tetkikler tamamlandı. Ölçümler, belli sürelerle ve cihaz üzerinde tek tek yapıldı. Toplanan dataların istatistikleri, Ankara Ziraat Fakültesi ve Hacettepe İstatistik bölümlerinde ayrı ayrı yapıldı. Verilere göre, denklem ve grafikler ortaya çıktı. Kısa sürede tezi daktiloda yazarak, yaz tatili öncesinde, ihtisas süremin bitmesine altı ay kala tez hocama götürdüm. Tez hocam, başlığa ve ilk sayfasına şöyle bir bakıp, ‘çok güzel olmuş, artık bastırabilirsin’ dedi. Aralıkta, sınava girmek için tezimi sundum. ‘Bu ayda sınav olmaz, yılbaşını bir geçirelim bakarız’ denildi ve bu şekilde bir yıl atlanmış oldu. Bense bu işe çok bozulmuştum.
İhtisas sınavında, genel cerrahiden rahmetli hocamız, Prof. Orhan Bumin’in ‘bu tez uzmanlık tezi değil, adeta doçentlik tezi olmuş, sen bunu mutlaka yayınla’ dediğini hatırlıyorum. Ankara Tıp Fakültesinin dergisinde, ilk isim kendim, tez hocamı ve Tuncay Özgünen ağabeyi yazdığım makale, üç isimli olarak yayınlandı. Arkadaşlarım da gördüler. Klinikteki dedikoducular, anında haberi klinik şefine ulaştırmışlar. Bir sabah, hocanın odasına çağrıldım.
-Haldun, tezini yayınlamışsın, hayırlı olsun.
-Evet hocam.
-Nedense benim adımı yazmamışsın, aslında bu eşşeklik senin değil hocanındır’ dedi ve paparayı yedik. Haklısınız hocam, diyerek yanından ayrıldım. Zaten uzman da olmuştum, hocayla tartışmaya bile gerek yoktu.
Bu türden işler, prensip meselesi olup, ilkelerden ödün vermemek en doğrusuydu. Akademik yaşantım süresince de, çalışıp hak etmeyeni, ne çalışmalarıma ne de yayınladığım onlarca kitabıma asla almadım. Hocamın, o gün konuşma ve davranışından, fakültemin kadın doğum anabilim dalında, bundan sonra bana bir yer olmayacağını da böylece öğrenmiş oldum. Zaten, askerlik için başvurmuştum. Birkaç gün sonra, istifa dilekçemi yazıp askerlik görevine başladım.
Yedi yıl aradan sonra başladığım, Gazi Tıp Fakültesi’nde, yaş haddinden emekli oluncaya kadar, otuz yıl kadar çalıştım. Yıllarca tez danışmanlığı yaptım, doçentlik sınavlarına girdim. Benim için bir yayında, ilk iki isim ve en sondaki isim dışında diğerlerinin pek de önemi yoktur. Son isim genelde çalışmayı öneren hoca, tez danışmanı ya da bölüm başkanı olan kıdemli akademisyendir. Yayını baştan sona incelediğinizde, zaten kimlerin gerçekten katkısı olduğunu kolayca öğreniyorsunuz. Bazı çalışmalar, klinik, laboratuvar, patoloji, radyoloji, saha çalışmaları vb., birden fazla bölümde birden yürütülür. Böyle çalışmalarda, çok fazla araştırmacının katkısı olduğundan sırayla adları da yazılır, yazılmalıdır. Makale girişinde, araştırmanın nerelerde hangi bölümlerde yapıldığı açıkça belirtilir.
Jüri üyesi olarak katıldığım doçentlik sözlü sınavlarında, adaya, üçüncü beşinci sıradan çıkmış bir yayınıyla ilgili sorular sorarak araştırmayı kısaca anlatmasını isterdim. Bu şekilde, o araştırmayla gerçekten ilgisi olup olmadığı kolayca anlaşılırdı. Hoş artık sözlü sınavlar da kaldırıldı. Artık sadece dosyayı inceleyip karar veriyorlarmış. Eskiden doçentlikte tez olurdu. Kaldırıldı. Yabancı dil sınavında 70 olan baraj 55 e düşürüldü. Belki şimdi, kırk ya da ellidir. Cerrahi dallarda, adaya ameliyat yaptırılırdı. Kaldırıldı. Pek çok adayın birinci girişinde başarılı olamadığı çok ciddi sözlü sınavlar olurdu. Kaldırıldı. Hepsinin sonunda, öğrenciler ve jüri önünde ders anlatılırdı. Aday sınavın her aşamasında başarılı olduğunda, cübbesi öğrencilerin önünde törenle giydirilirdi. Ders vermek de kaldırıldı. Şimdi sadece akademik çalışmaların olduğu dosyası, internet üzerinde inceleniyormuş. Bence bu gidişle onu da kaldırırlar.
Biz bizi, hatta içimizi, ruhumuzu, iyi biliriz. Sen beni, ben de seni diyerek, hatta dış kapının mandalını bile, hatır için araştırmalarımıza, makalelerimize yazarız, Edirne’den Kars’a bin beş yüz kilometre öteden, birlikte araştırma yapıldı diye gösteririz. İlaç için, bir gün bile üniversitede bulunmamış, mastr – doktora tezi yönetmemiş, öğrencilere teorik ya da pratik ders dahi anlatmamış, hiç asistan yetiştirmemiş, kısa süreli de olsa yurt dışında bulunmamış, uluslararası yayınları dahi olmayan, ibret-i alem için, yeterince yabancı dil dahi bilmeyen profesörlerimiz vardıysa, ne gam. Kime ne yahu. Geçen yıl dört bin profesör yetiştirmişiz, fabrika gibiyiz mübarek. Son yıllarda, bunca üniversite kurmuşuz. Prof. dediğin, her üniversiteye, hatta her eve lazım, değil mi kardeşim.
Sen seni bil sen seni, sen seni bilmezsen, patlatırlar enseni, nokta.
Askerlikte iki değişmez kural vardır:
- Komutan daima haklıdır.
Komutanın haksız olduğu durumlarda, birinci madde geçerlidir. Ha hoca ha komutan, hiç fark etmez derler de, nerde o eski komutanlar, nerde o eski hocalar.
7 yorum
Akademisyen olmadığım için mantık yürütmek bile bana yanlış geliyor ama son cümleye katılıyorum
Sevgili Haldun hocam,
Bu gözler neler gördü. Akademik ahlak, namus çok önemli olması gerekir. Hiç dahil olmadığı tez çalışmalarını, gizlice sahiplenip kendi yayını olarak yayınlayan, bu yayınlarla doçent olan çok akademisyen biliyorum. Bu söylediklerim 1990 ‘lı yıllarda olanlar. Şimdilerde durum daha vahim. Dejenerasyon son hızıyla sürüyor. Çok üzgünüm.
Teşekkürler, doğruları söylemek lâzım, mutlaka öğrenenler olur.
Tebrikler kardeşim. Bu yaralar nasıl tedavi edilir bilmiyorum.Seneyi ve seçimi bekleyeceğiz.Akademik titrimizden utanır hale geldik.
Hocam konu bana yabancı ancak temel düstur açısından öğretici
Haldun hocam
Siz şimdi hocaların hocasının.Gercek akademisyenler bilen uygulayan arastirmacisiniz.
Bu kay yoldan Doc Prof olma hızı son sürat devam ediyor.Ulkeyi ehliyetsiz yoneltiklerinden eğitimcileri ayaklar altına aldilar
Haldun hocam, hem öğrenciniz hem de eski asistanınız olarak aklıma iki çözüm geliyor. Bir tanesi akademik ünvanların üniversite çatısı altında en az 10 yıl geçirmeden dışarıda kullanılamaması diğeri de doçentlik başvurularında mutlaka bilim doktorluğunu (temel tıpta) (PhD) temel koşul olarak koymak.