Themis deyince belki hemen akla kim olduğu gelmeyebilir. Ancak, gözleri bağlı, elinde bir terazi havada ve bir elinde kılıç olan, adalet saraylarında ve kurumlarının hemen önünde, bazen de yakılıp yıkılabilen heykel dediğimde hemen anlayacaksınızdır. Themis antik yunan tanrıçasıdır ve Zeus’un eşlerinden birisidir. Yer yüzünde ilahi adaleti sağlar… Themis cezalandırma işine hiç karışmaz, eğer insanlarda adalete uymama var ise sessiz kalır ve Nemesis devreye girer ve gerekli cezayı verir. Bu durum gözümün önüne bazı sahneleri getirdi: Hem biraz kanunlarla ilgili, hem de kanunsuzluklarla ilgili.
Akademik Adalet
Akademisyenleri ben birazcık hakimlere benzetiyorum. Gerçekten “bilim hakimi” olarak görüyorum. Hatta öğretim üyelerine “bilimin Themisleri” diyebiliriz. Okuttukları öğrencilerinin o meslek için teorik ve pratik uygunluğu ve bilimsel yeterliliğini ölçümlüyor ve karar veriyor. Zaten cübbesi olan üç meslek grubundan birisi… Diğer ikisinden sadece din görevlisini söylemedim. Bu üç grup tüm insanlara eşit uzaklıkta olmalı ve kendi adaletini ve öğretisini doğru, adil ve herhangi bir maddi veya manevi çıkar gütmeden dağıtmalı.
Akademisyen adaletini dağıtırken herkese eşit olmalı. Hiçbir öğrencisini diğerinden ayırmamalı. Bazen büyük baskılar kurulmaya çalışılıyor. Ancak bu baskılara hiçbir zaman boyun eğmemeli. Notunu adaletli vermeli. Yani terazisi hassas, kılıcı (kalemi) keskin olmalı diyorum ben… İyi olan öğrencisine de notunu esirgememeli.
Yazarlıkta Adalet
Hep söylene geldiği gibi: “Herkes yazdıklarından sorumludur!” Acaba yazmadıklarımız, aklımıza gelip de düşünüp de yazamadıklarımız ne olacak? Acaba bir gün yazmadıklarımızdan da sorumlu tutulur muyuz? Olabilir. Eğer adalet yoksa; kötü anlamda o da olur. Ancak ben gerçekten bazen yazmadıklarımızdan, yazamadıklarımızdan ve söyleyemediklerimizden de sorumlu olduğumuzu düşünüyorum. Keşke daha hür yazıp söyleyebilsek. Danışsak birbirimize… Dostça, kardeşçe ve barışçıl.
Adaletin “Üstünsüzlüğü” Üzerine
Adaletin olmadığı yerde ot bile bitmez. Gerçekten… Adaletin olmadığı yerde insan hakları olmaz, doğanın zaten hiçbir hakkı yoktur. Bu durumda çocukların sesi duyulmaz, işitilmez… İnsanlar sadece kör değil, sağırdır da… İşçi hakları ve diğerlerinin adı geçmez. Kadın haklarını bırakın; kadının adı bile olmaz, esemesi okunmaz. Sadece despotların ve adaleti kendilerine oyuncak yapmışların hegamonik hakları olur. Geri kalan halka ise adalet üzerinden bir algı oyunu oynanır. İnsanlarda adalet varmış gibi davranır. İnanır, inandırılır veya öğrenilmiş çaresizlikle inanmak zorunda kalır. Onların hakkına adaletsizlik, fakirlik ve yoksulluk kalır. Aksi bile düşünülemez… Düşünür ama söylemez. Şükür ülkemizde adalet var ki düşünebiliyoruz, ama düşündüğünü söylemek; hele yazmak ateşten bir gömlek.
Yine de söylemek gerek; çünkü M.K. Atatürk söylemiş “Adalet mülkün temelidir!” diye… Buradaki “mülk” mal veya taşınmaz anlamında değil. Devlet anlamında kullanılmıştır. Mülkiyelilerin de sürekli kullandığı “Önce Mülkiye, sonra Türkiye” kavramı da aynı kökeni vurguluyor. “Devlet”… Peki nasıl bir devlet? Anayasa da belirtildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti Laik, Sosyal bir Hukuk Devletidir. Yönetim biçimi ise Cumhuriyettir. Türkiye Cumhuriyeti üç ana kavramı içerir ve bu kavramlar üzerinde yükselir. Bunlardan birisi “Hukuk” yani adalet… Aslında hukuk ile adalet çok yakın olsalar da, benim aklımda aynı kavramı çağrıştırmıyor. Adalet içinde biraz eşitçilik hatta ezilen tarafın lehinde ezenin aleyhinde olma durumu var gibi. Hukukta ise herkese eşit uzaklık vurgusu algılanıyor. Yani Adalet birazcık pozitif ayrımcılığı ve güçsüzü savunacakmış gibi bir his uyanıyor. Tabi ki zalim ve zorbanın karşısında…
Adalet Her Şeyin Temelidir
Adalet kavramı adil olmayı yani eşitliği, hatta pozitif ayrımcılığı gerektirmektedir. Böylelikle toplum içinde güçsüz olan da en az güçlü olan kadar kendini adaletle koruyabilir. Bu yolla toplum kendini güvende hisseder, üretir. Çünkü ürettiğinin birilerince yağmalanmayacağını veya çalınamayacağını bilir. Mafyatik(vari) hegamonik güçlerin, bireyin ve toplumun büyük emekle ürettiğini hiç etmeyeceğini, ettirilmeyeceğini düşünür. Adeta bir Themis ve Nemesis varlığı halen varmış gibi duyumsar. Gerçek adaletin olduğu ülkelerde insanlar… Yoksa adaleti mafya, çete benzeri oluşumlar kendi aralarında silahlarla sağlıyor. Şehrin ve şehirlerin göbeğinde silahlar patlıyor. Kim masum, kim suçlu birbirine karışmış, haberler medyada dolanıyor. Olan halka, topluma ve masum insanlara oluyor.
Bu olumsuzluklar olsa bile, hukukun ve adaletin kendi yanında olacağını ve bunu da en hızlı şekilde yapacağını toplum bilmelidir. Acaba öyle mi? “Gecikmiş adalet adalet değildir.” Sözü aklıma geliyor. Adalet öyle olmalı ki; bir suçu işleyecek kişi bunun bedelini en ağır şekilde ödeyeceğinin farkında olmalıdır. Adaletin kılıcı öyle caydırıcı olmalı ki, birey kanunsuz eylemi yapmaktan kendini esirgemeli. Aksi durumda Honoré de Balzac adaleti bir örümcek ağına benzetmesi gibi, kargalar o ağları deler geçer sadece küçük böcekler o ağa takılır kalır. Bu durum da güven hissini yok eder.
Adalet güvendir… Ekonomiye güvendir. Eğitimde eşitliğe güvendir. Yaşam haklarına güvendir ve insan haklarının işlediğinin güvencesidir. Gerçek adaleti olan toplumlar her yönde gelişir ve çağdaşlaşır.
“Adalet Mülkün Temelidir” M.K. ATATÜRK
Sürçü lisan ettiysek af ola…
Bilimle kalın, hoşça kalın…