Üniversite son sınıfta okuduk “Tıbbı Etik ve Deontoloji” dersini, henüz 20’li yaşların başlarında, başımızda kavak yelleri eserken, pek farkında değildik doğrusu bu dersin hekimlik hayatımız boyunca ne kadar önemli olacağını ve günlük yaşamda hemen her gün bir örnek dolayısı ile bu dersi hatırlayacağımızı. Tıbbi etik ve deontolojisi konusunda uzman değilim, bu nedenle burada yazacaklarım didaktik ve teorik bir tıbbi etik ve deontolojisi makalesi değil bir hekim olarak yaşadıklarımdan ve günlük yaşamdaki tanıklıklardan edindiğim tecrübelerin bir yansıması olacak.
Bütün meslekler kutsaldır kuşkusuz ama insanın canı ile birebir ilgilenildiği, insanların en mahremlerini paylaşabildikleri tek meslek grubunun hekimler olduğu düşünülünce hekimlik mesleğinin ne kadar kutsal ve ne kadar etik ve deontolojiyle ilgili olduğunu görür ve anlarız. Kuşkusuz bu etik ve deontolojik anlayış sadece hastalar ve yakınları ile sınırlı değildir, aynı şekilde tüm meslektaşlarımızla ilişkilerimiz için geçerlidir. Tıp Fakültesinden mezun olurken ettiğimiz yeminde “meslektaşlarımızı kardeşimiz, ailelerini ailemiz sayacağız” diye söz veririz. Yani yaşamımızdaki en kutsallar kardeş ve aile ile meslektaşlarımızı ve ailelerini bir tutarız. Bu kanımca son derece değerli bir şeydir, eğer günlük yaşamda uygulayabilir ve sözümüzü yerine getirebilirsek.
1979 yılı Ağustos ayında (o yıllarda terör nedeniyle uzun süre üniversiteler kapalı kalır sonra dönemler uzatılırdı, bu nedenle bizim sınıfın mezuniyeti 8 Ağustos’u kadar uzamıştı ama o olumsuz şartlarda mezun olabildiğimiz için çok şanslıydık) mezunu olmaktan her zaman gurur duyduğum Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldum, biraz ailemin isteği, birazda benim kendi doğup büyüdüğüm kasabamda görev yapma arzum ile 27 Ağustos’ta Sarıkamış Verem Savaş Dispanseri’nde pratisyen hekim olarak göreve başladım, burada başlamamım nedeni sağlık ocağı ve devlet hastanesinde kadronun dolu olduğu gerekçesi ile o zamanki Sağlık Bakanlığı’nca tayinimin buraya yapılmasıydı. Göreve başladıktan bir ay sonra Sağlık Ocağı ve Devlet hastanesinin tek doktorunun doğum iznine ayrılması nedeniyle ben, önce Sağlık Ocağı’na sonra da Sarıkamış Devlet Hastanesi’ne vekaleten başhekim olarak atandım. Okulda başarılı bir öğrenci ve iyi bir not ortalaması ile mezun olmanın verdiği özgüvenle göreve başladığım ilk aylarda kendimi her şeyi bilecek kapasitede biri olarak görüyordum; adli hekimlik, poliklinikte hasta muayenesi, kliniğe hasta yatırıp izlemek, başhekimliğin gerektirdiği idari ve bürokratik işlemleri yapmak, aşılama gibi koruyucu hizmetlerin uygulanmasını sağlamak, hafta sonları ve tatil günleri, akşam mesaiden sonra evde, olmuyorsa hastaneye giderek hasta ve yaralı bakmak yanında; bir taraftan da Sağlık Bakanlığı ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde ilan edilecek asistanlık sınavlarına hazırlanmak için bulabildiğim boş zamanlarda ders çalışıyordum. İki yıl süreyle tek doktor olarak görev yaptığım Sarıkamış’ta Tıp Fakültesinden mezun olmakla çok az şey bildiğimin farkına vardım, her hastanın ayrı bir sınav olduğunu ve sürekli okumam gerektiğini öğrendim. İki yıl pratisyen hekimliğin ardından 5 yıl iç hastalıkları asistanlığı, iki yıl mecburi hizmet, sonra gastroenteroloji yan dal asistanlığı, 10 yıl başasistanlık, bu arada gastroenteroloji doçentliği, 3 yıl gastroenteroloji, klinik şefliği, ardından üniversiteye geçiş, profesörlük ve beş yıllık öğretim üyeliği sonrası emeklilik, son 14 yıldır da özel hastanede gastroenterolog olarak görev yaptığım süre ile birlikte 2022 yılı itibariyle meslekte 43 yılımı tamamladım.
Bu uzun meslek yaşamımda gördüm ki okudukça, hasta gördükçe, bir yandan bilgi dağarcığımı genişletip kendi tecrübelerimi aktaracak hale geliyorum, ama bir yandan da mükemmel bir yapı olan insan bedeninde olan biten hakkında çok az şey biliyorum ve sırrı keşfetmek için daha çok fırın dolusu ekmek yemem gerek.
İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji ihtisas eğitimlerimi aldığım Ankara Numune Hastanesi (ANH) Metabolizma Kliniği ve Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi (TYİH) Gastroenteroloji Kliniği uzmanlık öğrencileri olmakla her zaman gurur duyduğum ve kendimi şanslı gördüğüm iki hastane ve iki kliniktir. Bu kliniklerde bana yol gösteren, sonraki yaşamımda örnek aldığım hayata dair bakış açıları son derece insani ve ahlaki olan, bildiklerini öğretme ve göstermede olabildiğince cömert hocalarım, ablalarım, abilerim ve asistan arkadaşlarım oldu. Bu kliniklerde birçok bilim ve uzmanlık dalı ile herhangi bir üstünlük, liderlik, hırs çatışmasına girmeden; hastaya en iyi hizmeti sunmak adına nasıl koordine çalışılacağını öğrendim. Gastroenteroloğun tek başına hastaya hizmet sunmada aksak kalacağını, masanın diğer ayaklarının cerrah, radyolog ve patolog ile tamamlanması gerektiğini öğrendim. Karşımızdakinin düşüncelerini onaylamasak ta nasıl kırıp dökmeden üzmeden eleştireceğimizi, eleştirilerimizin olabildiğince yapıcı olması gerektiğini öğrendim. Çünkü hepimizin yapmak istediği ve çabaları her zaman hastaya en az zarar en fazla yarar sağlayacak hizmeti sunma arzusuydu. Tıp fakültesi öğrencisi iken önemini çok fazla kavrayamadığım Tıbbi Etik ve Deontoloji’nin anlamının sonuçta yukarıdaki cümlede saklı olduğunu yıllar içinde anlıyor ve kavrıyordum. Hastaya zarar verme, yarar konusunda yapabileceğinin en iyisini yap. Meslektaşlarınla, kırıp dökmeden, birlikte dayanışarak çalışmayı öğren.
Hocalarımdan, kıdemli abla ve abilerimden öğrendiğim en kıymetli şeylerden biride mesleğimi icra ederken hiçbir kişisel beklenti içinde olmadan işimi yapmaktı. Yüksek İhtisas Hastanesi Gastroenteroloji kliniği meslek yaşamımda en uzun zaman geçirdiğim yerdi, bu nedenle bende kişisel gelişim açısından ve mesleki anlamda katkısı ve anısı çok fazladır. Yolunuz bir gün oralara düşerse diyemeyeceğim çünkü Ankara’da Türk Tıp Tarihinde önemli yerleri olan TYİH, ANH gibi benimde içinde olduğum pek çok doktorun uzman olduğu ve anılar biriktirdiği tarihi hastaneler kapatılarak dev bir sağlık yerleşkesi olan Ankara Şehir Hastanesine taşındı. Ama eğer düşseydi yolunuz 2018 yılından önce TYİH Gastroenteroloji kliniğine kimin hoca kimin asistan olduğunu anlamanız mümkün değildi. Zira birçok beyaz önlüklü kadın ve erkek doktorun sürekli bir koşuşturma halinde klinikte ve poliklinikte hasta baktığını, ultrasonografi yaptığını, endoskopi yaptığını, radyoloji hocasına hasta danıştığını görürdünüz. Bütün hoca ve kıdemli abla ve abilerimiz asistan ruhu ile uzmanlık isteyen işler yaparlardı. Muayenehanesi olan hocalarımız sabah 8 akşam 16 arası sürekli yanımızda bizimle olurlardı. Sabah 7.30-8.30 arası literatür ve seminer saati, her perşembe saat 11 de gastroenteroloji, gastroenteroloji cerrahisi ve radyoloji ile birlikte hasta konseyi, her ayın ilk perşembesi Ankara’daki eğitim hastaneleri ve tıp fakültelerinin gastroenteroloji kliniklerinin sırayla yaptıkları aylık gastroenteroloji toplantıları olurdu. Bu toplantılarda tabiri caiz ise kıran kırana ve üst düzey bilimsel tartışmalar olur ama kimse kimseyi kırmaz, incitmezdi. Akademik terbiye her düzeyde vardı ve biz gençler, asistanlar bu terbiye içinde eğitilirdik. Sonraki yıllarda bizlerde klinik şefi ya da öğretim üyesi olduğumuzda hep bu akademik terbiye içinde tartışmaya özen gösterdik, bu davranış biçimi deontolojiye uygun davranmanın en somut şekliydi, hocalarımızdan öğrendiğimiz.
Sonuç olarak ister pratisyen hekim, ister aile doktoru, ister asistan, ister uzman, ister klinik şefi, ister profesör olalım hepimiz doktoruz ve insanız. Etik yani ahlak biliminin temeli herkese dil, din, ırk, cins, sosyal statü farkı gözetmeksizin eşit ve empati yaparak davranmak gerekliliğidir. Tıbbi Deontoloji ise kaynaklarda hekimin mesleki etkinlikleri sırasında hastasına, hasta sahibine, meslektaşlarına ve topluma karşı uymak ve uygulamak zorunda olduğu kurallar, tutum ve davranışların normatif bilgisi olarak tanımlanmaktadır.
Bütün bu yukarıda anlatılan yaşanmışlıkların temelini oluşturan ve kanımca 62 yıl sonra bugünde güncelliğini koruyan 19 Şubat 1960 tarihli Resmî Gazete’de Reisicumhur C. Bayar imzalı “6023 sayılı kanunun 59 uncu maddesinin,(g) bendine göre hazırlanmış ve Şûrayı Devletçe tetkik edilmiş olan ilişik «Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi» nin mer’iyete konulması; İcra Vekiller i Heyetince 13/1/1960 tarihinde kararlaştırılmıştır” şeklinde yayınlanan ve içeriği aşağıda maddeler halinde aslının aynısı olarak yazılan Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’ne uygun davranmaya her hekim çaba göstermelidir.
Madde 1 — Tabip ve diş tabiplerinin, deontoloji bakımından riayetle mükellef oldukları kaide ve esaslar bu Nizamnamede gösterilmiştir. 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 7’nci maddesi mucibince tabip odalarına kayıtlı bulunan tabip ve diş tabipleri, bu Nizamname hükümlerine tabidirler.
Madde 2 — Tabip ve diş tabibinin başta gelen vazifesi, insan – sağlığına, hayatına ve şahsiyetine ihtimam ve hürmet göstermektir. Tabip ve diş tabibi; hastanın cinsiyeti, ırkı, milliyeti, dini ve mezhebi, ahlaki düşünceleri, karakter ve şahsiyeti, içtimai seviyesi, mevkii ve siyasi kanaati ne olursa olsun, muayene ve tedavi hususunda azami dikkat ve ihtimamı göstermekle mükelleftir.
Madde 3 — Tabip, vazifesi ve ihtisası ne olursa olsun, gerekli bakımın sağlanamadığı acil vakalarda, mücbir sebep olmadıkça, ilk yardımda bulunur. Diş tabibi de, kendi sahasında, aynı mükellefiyete tabidir.
Madde 4 — Tabip ve diş tabibi, meslek ve sanatının İcrası vesilesiyle muttali olduğu sırları, kanuni mecburiyet olmadıkça, ifşa edemez. Tıbbi toplantılarda takdim edilen veya yayınlarda bahis konusu olan vakalarda, hastanın hüviyeti açıklanamaz.
Madde 5 — Sağlık müesseselerinde tatbik olunan usul ve kaideler mahfuz olmak üzere, hasta; tabibini ve diş tabibini serbestçe seçer.
Madde 6 — Tabip ve diş tabibi, sanat ve mesleğini icra ederken, hiç bir tesir ve nüfuza kapılmaksızın, vicdanî ve meslekî kanaatına göre hareket eder. Tabip ve diş tabibi, tatbik edeceği tedaviyi tayinde serbesttir.
Madde 7 — Tabip ve diş tabibi sanat ve mesleğinin icrası dışında dahi olsa, meslek ahlâk ve adabı ile telif edilemeyen hareketlerden kaçınır.
Madde 8 — Tabiplik ve diş tabipliği mesleklerine ve tedavi müesseselerine, ticari bir veçhe verilemez.
Tabip ve diş tabibi, yapacağı yayınlarda tababet mesleğinin şerefini üstün tutmaya mecbur olup, her ne suretle olursa olsun, yazılarında kendi reklâmını yapamaz.
Tabip ve diş tabibi, gazetelerde ve diğer neşir vasıtalarında, reklâm mahiyetinde teşekkür ilânları yazdıramaz.