Nina, Pinta ve Santa Maria…1492 Ağustos’unda İtalyan kaptan Kristof Kolomb’un liderliğinde Asya’ya ulaşmak için batıya yelken açan üç gemi…Aslında Bahamalar olarak bilinen adalara ayak basmalarına rağmen Hindistan açıklarındaki adalara ulaştıklarını sandıklarından karşılaştıkları yerlilere “Hintli” adını vermişlerdi…Aslında koskoca yeni bir kıta “keşfetmişlerdi” ama bunun farkında değillerdi…
Kolomb ve mürettebatı gibi tıp öğrencileri de tıbbi farmakoloji ile ilk karşılaştıklarında onu sanki bir adaymış gibi olduğundan çok daha küçük algılarlar…Ancak bu onların hatası değildir çünkü onlara genellikle sunulan budur…Ama “PR” yetmezliği tıbbi farmakolojinin de hatası değildir…
Her ne kadar son yıllarda tıp eğitiminde bu değişmeye başladıysa da çoğu tıp mezunu hekim uzmanlık tercihinde tıbbi farmakolojiyi aklından bile geçirmez…Felsefenin babası Sokrates’in önerdiği gibi soru sorulmasını sağlamadan ilgi çekmek imkansızdır…Bir tıbbi farmakolog ne iş yapar?
Bu soruya doğru bir cevap verebilmek için tıbbi farmakolojiye biraz göz atmak gerekir…Tıbbi farmakoloji sanılanın aksine temel tıp bilimlerinde değil dahili tıp bilimlerinde konumlandırılmış bir disiplindir…Yani Hindistan yakınlarında bir ada değil Amerika kıtasındaki bir adalar grubudur…
Ancak ne yazık ki yıllar içerisinde bu disiplin Amerika kıtasından koparılmış ve Hindistan sularına entegre edilmiştir…Tıbbi farmakoloji ülkemizde özünü ve hedeflerini kaybederek temel bilimler gibi faaliyet gösteren bir disipline çevrilmiştir…Hal böyle olunca da hastalara dokunmayı arzulayan yeni mezun çoğu hekim bu uzmanlık alanına yönelmek istememiştir…Nasıl ki tarih boşluğu affetmez ve onu doldurur…Çöküşe geçen Bizans’ın yarattığı boşluğu Osmanlıların doldurması gibi tıbbi farmakoloji uzmanlık eğitiminin yerini de ağırlıklı bir şekilde doktora eğitimi almıştır…
Doktora eğitimi nedeniyle tıbbi farmakoloji uzmanlık alanı hekim olmayan birçok akademisyenin kolonizasyonuna sahne olmuştur…Bazı tıp fakültelerinde bu kolonizasyon öyle bir noktaya gelmiştir ki İspanyol Hernan Cortez’in Aztekleri yok ederek Aztek İmparatorluğunu ortadan kaldırıp İspanyol egemenliğini tesis etmesi gibi “Türk Aztekler” olan hekim tıbbi farmakoloji uzmanları kendi fakültelerinde zaman zaman barınamaz hale gelmiştir…Dahası Aztek imparatorluğunun yerle bir edilmesi gibi tıbbi farmakoloji uzmanlığı doktoralı bir eczacı farmakoloğun müdahil olduğu bir operasyonla sonsuza dek kapatılmaya çalışılmıştır…Tabiri caizse “dağdan gelen bağcıyı kovmaya” kalkmıştır…
Kritik soru şudur…Ülkemizdeki tıbbi farmakoloji uzmanları Aztekler gibi yok mu olacaklardır yoksa kendi kurtuluş savaşlarını verip Anka kuşu gibi küllerinden yeniden mi doğacaklardır? Tıbbi farmakoloji uzmanlığı olması gerektiği gibi insan ve hasta odaklı klinik farmakolojiye mi evrilecektir yoksa Türk bilim sahnesinden buharlaşacak mıdır?
Mamafih mecburi hizmetin geri gelmesi ile birlikte sayıları az da olsa yeni kuşak uzman tıbbi farmakologların Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK) ve Devlet hastanelerinde mecburi hizmet yapmak üzere görevlendirilmeleri tıbbi farmakologların isteyerek ya da istemeyerek klinik farmakolojiye yönelmesine yol açmıştır…Bunun sonucunda klinik ilaç araştırmaları ve ilaç danışmanlık hizmetleri gibi aktivitelerde rol alan tıbbi farmakoloji uzmanı hekimler yaygınlaşmış ve tıbbi farmakoloji uzmanlığının klinik farmakoloji olarak dirilmesi için doğal bir baskı oluşmuştur…
Bilindiği üzere genellikle hiçbir savaş milis kuvvetleri ile kazanılamaz…Bu nedenledir ki George Washington ve Mustafa Kemal Atatürk düzenli ordular kurmuş ve böylece zafere ulaşmışlardır…Tıbbi farmakoloji uzmanı hekimler de kolektif aklın gereği olarak organize olmalı ve yörüngesinden çıkan tıbbi farmakoloji uzmanlığını tekrar yörüngesine yani klinik farmakolojiye oturtmalıdır…Bu savaşı verebilmenin tek yolu da sivil toplum örgütü kurmaktır…ki bu da 2019 Aralık ayında Tıbbi Farmakoloji Uzmanlık Derneği (TFUD) adı altında kurulmuştur…
5 yorum
Eczacı Farmakolog – Hekim Farmakolog ayrımını esefle kınıyorum. Bir araştırın bakalım dünyada kaç Department of Medical Pharmacology başlıklı kurum var. Bu ayrım Türkiye’de suni olarak yapılmıştır ve körüklenmeye çalışılmaktadır. Eğer bir akademik alansa Klinik Farmakolojinin esas görevi “klinik deneylerde (Faz – 1, 2 ve 3) yer almak, hatta onlara başkanlık (liderlik) etmektir. Cevap verdiğim yazıda tarif edilen şey, bütün dünyada bilinen Klinik Eczacının rolünü tanımlamaktadır. Her şey gibi ülkemizde malesef bunun da çivisi çıkarılmış durumda. Teknisyenin mühendisliğe, mühendislerin mimarlığa, mütahitlerin mimarlık ve mühendislik, elektrik mühendisinin elektroniğe, elektronik mühendisinin bilgisayar mühendisliğinin rolüne, matematikçinin bilgisayar programcılığına, müstahdemin müdürlük rollerine soyunmak istediği bir ülkede yaşıyoruz. Garip ama gerçek, kimse gerçek rolünü oynamak istemiyor. Ama neden çok basit: Çok sayıda Fakülte, Yüksekokul açarsanız, ortalık insan yığınlarıyla kaynar, herkes birbirinin işine soyunur ve üstelik kalite de inanılmaz düşer. Bir dönem Pediatristlik, Ortopedistlik, Jinekoloji gibi parlak ve çok para getiren tıp alanlarında uzmanlık dururken Farmakoloji gibi para getirmez alanlara tıp fakültesi mezunları burun kıvırmışlardır. Onun için de Eczacılar o alana girmişlerdir. Ama sayıları öyle sanıldığı gibi çok değildir. Bir de ters tarafta bakalım Türkiye’de 7 eczacılık fakültesi olduğu dönemlerde (1990’lara kadar olan dönem) bu fakültelerin en az beşinin Farmakoloji Kürsüsü/Anabilim Dallarının başkanı hekim kökenli Farmakolog olmuştur. Onlar sayesinde Eczacılık Fakültelerinde Farmakoloji Kürsüleri/Anabilim Dalları 1990’ların ortalarına kadar akademik anlamda gelişememiştir. Bu ne yaman çelişkidir? Kim Aztek Kim İspanyol birbirine karışmıştır. Tek yanlı bakışlı yazınızı okuyup inanacak gençler için üzülüyorum. Tabii tıp fakültesi mezunlarının sayısı artıp, gözde tıp alanlarında uzmanlık kazanmak zorlaşınca Farmakoloji tıp mezunları için tekrar gözde bir alan olmaya başlamıştır. Güzellik şu ki; artık geçmişte olmayan Klinik araştırma yönetmeliği var. Ama nerde klinik araştırma (faz deneyleri) yapacak yürek koca ülkemizde sadece 3 merkez var, biyoeşdeğerlik klinik araştırması yapan. Yılda kaç tane jenerik ilacın biyoeşdeğerlik araştırmasının TEYDEB, SANTEZ vb. projeler ile yurtdışında (özellikle de Hindistan’da) yapıldığını biliyormusunuz? Ben söyleyeyim yüzlerce …. Bu da yaman bir çelişki değil mi? Bu klinik araştırmaları yürütecek (kanun gereği) kişi hekim kökenli (tercihan farmakolog) olmak zorunda. Lütfen yerimizi bilelim arkadaşlar, nasıl ki eczacı hekimin işini yapmayıp hasta tedavi edemiyorsa, hekim de eczacının rolüne soyunmamalıdır.
Olayı gayet kısa ve net bir şekilde özetlemiş güzel bir yazı. Elinize sağlık
Anlamlı,güzel bir yazı.Yazıyı,Tıp Fakülteleri dekanlarının ,iç hastalıkları,iç hastalıkları yandal uzmanlarının,öğretim üyelerinin özellikle okumaları gerekir.Yeterli donanımla kurulmayan(öğretim üyeleri,araç gereç,derslikler,anfiler) üniversitelere Tıp Fakültelerinden mezun olmayan,Tıp nosyonu olmayan yerlerden mezun olanların Tıp Fakültesi farmakoloji ana bilim dallarına alınması büyük hata olmuştur. Doku uyuşmazlığı olan organ transplantasyonu gibi; armut ağacına elma ağacı aşısı gibi…Altmışlı yıllarda Istanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin Haseki bölümünde Prof.Dr. Sedat Tavat Farmakoloji İç Hastalıkları Kliniğimiz vardı…Anlayabilene…
Prof. Dr. Yusuf Öztürk’ün yorumunu “esefle” kınamıyorum. Demokrat bir akademisyen olarak saygı duyuyorum sadece, argümanlarına katılmasam da. Merak edenler için konuyla ilgili yazdığım bir derlemeyi burada paylaşmak isterim.
Yusuf Ergün. Klinik Farmakoloji: Türkiye açısından geleceğe yönelik bir perspektif. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi. (2018: 27(4); 459-482).
Tüm fikirlerin özgürce ifade edildiği ve tartışıldığı mecraların yaygınlaşması dileği ile…
Son yıllarda yapılan Tıbbi Farmakoloji Uzmanlık Tezleri’nin içeriğine bakmanız yeterlidir, geçmişten bu güne gelinen durumu ortaya koyar,,, iyileşme ve gelişme adına sorumluluk hepimizin !!!