İşsizlik almış başını gidiyor. Yeni iş sahaları istihdam etmek gerekir. Milyonlarca genç, işsiz-güçsüz sokaklarda dolaşıyor. Yıllardır göz nuru döküp, dirsek çürüttükten sonra, gerek yurtiçi ve gerekse yurtdışındaki allı-şanlı üniversiteleri, nerede ise herkesin kolaylıkla girebileceği sosyetik fakülteleri bitiren yüz binlerce insan boş geziyor!
Bu toplumsal probleme çözüm getirmek ve hazır yeri ve tam zamanı gelmişken, hekimleri ve sağlık personelini zabt’u rapt altına almak için, farklı, cazip, sükseli, itibarlı, ilgi duyulan, güncel ve insanların bir anlamda varsa, öç alma, kıskançlık, inferiyorite, inat, haset, kin ve nefret duygularını da, bir nebze olsun, tatmin edebilecek olan “Tıbbi İstihbarat Teşkilatı”! (TİT)nın ihdas edilmesinin, çok yerinde olacağı kanaatindeyim!
Bu teşkilatın hangi otoriteye bağlı çalışacağı ise, daha sonra düşünülecek bir husustur. Öncelikle bu teşkilatın bir an evvel kurularak, meraklı kişilerin “Hekim Polisi”, “Tıbbi Polis”, “Fahri Hekim Müfettişi” ya da daha uygun, cafcaflı ve daha fiyakalı bir başka unvan(!) ile bu alanda istihdam edilmeleri sağlanmalıdır! Zira, özellikle “Hekim Problemi” şu anda, öncelikle çözümlenmesi gereken ve ülkemizin başına bela olan terörden bile daha önemlidir! Ayrıca, bu işi kendine meslek(!) edinmiş ve meccanen yapmaya hevesli bir çok meraklıların da olduğunu unutmamak gerek ya…
İçlerinde çok namuslu, dürüst, hastası için gece-gündüz çalışan, insanı için daha neler yapabilirim diye kafa patlatan ve bu nedenle uykuları kaçan, hatta sinirleri bile bozulan hekimler mutlaka vardır! Hepsini töhmet altında bırakıp suçlamak istemiyorum. Bu çok büyük bir aymazlık, kadir-kıymet bilmezlik, saygısızlık ve vicdansızlık olur.
Ancak diğer taraftan, çok önemli bir hususu da göz ardı etmemek gerekir. Yapılan yanlışlıkların cezasız-karşılıksız kalmaması, diğerlerine ders ve ibret-i âlem olması için, bir an evvel yetkili-yetkisiz bütün mercilere bildirilmesi gerekir. Bu çok önemli ve mukaddes görev için de, kariyer sahibi olup olmadıklarına bakılmadan, özellikle bu konuya meraklı insanların, özel olarak yetiştirilip, itina ve ihtimam ile eğitimden geçirilerek, bu işin inceliklerini de belleterek, görevlendirilmeleri icap etmektedir. Konuyu yakinen bilmeleri açısından, “akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğin" özdeyişinin ne kadar da yerinde olduğu düşünülürse, hekimlik mesleği içerisinde de(!), her yönü ile yatkın olanların görevlendirilmeleri, çok daha isabetli olur!
Bu fedakâr ve canhıraş “Tıbbi Hafiyeler”(!) münhasıran hekimleri, çok yakından takip ederek, her hareketlerini, her türlü teknolojik aparat ve imkânları da kullanmak suretiyle, kayıt altına almaları ve edindikleri, ilgili-ilgisiz her türlü enformasyon, bilgi ve jurnali, mümkün olduğu nispette abartarak ve dramatize ederek, amirlerine ve büyüklerine anında bildirmeleri gerekir!
Sağlık personeli, özellikle de “Hekim” saat kaçta geldi, kaçta gitti, özel muayenehenesi var mı, kaç hasta (muayene etti değil) baktı, bir hastaya kaç dakika ayırdı, hasta ile konuşurken kaşları çatık mı, yoksa kalkık mı idi? Muayene esnasında, yüzü güleç mi, yoksa mahkeme duvarı gibi ayran mı satıyordu, gülerken veya sırıtırken dişleri görünüyor muydu, görünmüyor muydu, mesaisinde kaç çay ya da kahve içti, kaç kez tuvalete gitti, internete girdi, arkadaşları ile konuştu, telefon etti, reçeteye kaç ilaç yazdı, daha çok hangi firmanın ilaçlarını ve tıbbi malzemelerini tercih ediyor, hangi ilaç ve tıbbi alet-edevat firmasının temsilcileri ile kaç kez konuştu?
Özellikle, her türlü pervasızlığı ve saygısızlığı kendilerine hak gören, hastaneleri “bedava ye-iç-yat oteli” olarak kullanmak isteyen, bir çok pişkin Yeşil Kartlılara, saygıda kusur ederek, el ve ayaklarını öpmüyorlar mı?
Mesaiden sonra nereye, saat kaçta gidiyor? Hangi kongre, sempozyum ve bilimsel(!) toplantılara, nerede, niçin ve kaç kez katıldı? Propagandistlerden kaç kalem, bloknot, defter, kitap, dergi, çanta, saat, oyuncak, havlu, kravat, gömlek, incik-boncuk, peçete, mendil, zarf açacağı, paperpress (çok havalı bir kelime, değil mi?), pointer (hocalar bilir), anahtarlık, cüzdan (içi boş) vesaire aldı?!
Ameliyat esnasında müzik dinliyor mu, ameliyata sadece aklını, fikrini, gözünü, elini, becerisini yönlendirip de, kulağı başka yerde mi oluyor? Bisturisini şefkatle kullanıyor mu, kanama olduğunda, kanama durdurucuları, klemp, spanç ve koteri sert, haşin, hoyrat, pervasız ve acımasızca mı tatbik ediyor? Kaç vida, kaç çivi, kaç rod, kaç protez, kaç stent, kaç kateter, kaç sonda vesaire kullandı? Hasta ve yakınları ile, suçluluk duygusuna kapılmadan, “ak kaşık” gibi, hiç kusuru-hatası yokmuşcasına, hep alttan alarak konuşmuyor mu?!!! Para-pul işleri ne alemde?
Bütün bunlar, ilgili mercilere ihbar edilerek, yetkili makamlarca değerlendirilmeleri ve suçlu hekimlerin acımasızca, kötek, sürgün ve meslekten ihraç da dahil olmak üzere, tecziyeleri gerekmektedir! Bunun için de behemehâl, “Tıbbi İstihbarat Teşkilatı”nın (TİT) kurulması şarttır!!!
Bu kadar şaka, bu kadar eğlence ve mizah yeter…
Güftesi Sıtkı Bey’e ait, Yegah Makamındaki, Nebiloğlu İsmail Hakkı Bey’in bestesi ile bitirmek istiyorum.
“Doldur ey saki, bu cem bezminde bir gün mey biter.
Boş kalır fani kadehler, tel susar, hey hey biter.
Dem geçer, devran döner, hicran biter, her şey biter.
Boş kalır fani kadehler, tel susar, hey hey biter.”