Aslında makaleler, aklı başında, okuduğunu doğru anlayan, basiret, irfan ve aklıselim sahibi insanlar için yazılır. Şüphesiz, yazarların da aynı vasıflara haiz olması kaçınılmazdır. “Adem’e Adem gerektir, Adem etsin Âdem’i/ Adem, Adem olmayınca, Adem netsin Âdem’i.” bâbından meramımı anlatmak istemiyorum amma, bu özelliklere sahip olmayan kariler için de, “Ben bu yazımda aslında şunu kast etmiştim…” diye şerh düşülmesi gerekeceği kanaatindeyim. Neyse…
Evet… Tıbbın alternatifi olmaz. Daha önceki “Tıbbın Alternatifi mi Olur Ya Huu!” isimli makalemde ifade ettiğim gibi, tıbbın değil, uygulanacak tedavinin ve cerrahi yöntemin alternatifi olur. Maalesef bu makalem, meramımı yeterince anlatamamış olmam gerekir ki, sosyal medyada çok farklı eleştirilere maruz kaldı. İşin enteresan tarafı, meslektaşlarımızdan müspet tepkiler alırken, hekim olmayan okuyucularımızın bazılarından zehir-zemberek menfi tepkiler aldım. Bunun sebebini çok iyi anlasam da, zaman zaman makalelerimde bahsettiğim üzere, meslek taassubuna yorumlanmaması için burada tekrar zikretmek istemiyorum.
Her türlü hastalığa çare, tıbbın içerisinde aranmalıdır. Tababet bunun için vardır. Şifanın kaynağı ister folklorik, isterse geleneksel olsun, bunlar muasır ilmi metotlar kullanılarak objektivize edilip, insanlığın ve hastaların hizmetine sunulmalıdır. Bunu yapacak kişinin de bu modern eğitimi mutlaka alması gerekir. Kafasının ve şapkasının çapının tutmamasından ötürü tıp fakültesinin kapısından geçememiş, hangi dalda olursa olsun -var mı bilmiyorum ama- kendi mesleğinde dikiş tutturamamış olanların insanların sağlığı ile oynamalarına müsaade edilmemelidir. Nitekim bu ehliyetsiz insanların uygulamaları sonucu gelişebilecek komplikasyonları düzeltmek için uğraşı veren hekimlerimizi, hiç düşmanları ve dertleri yokmuş gibi, tazminata mahkûm etmek için fırsatçılara yeni bir imkân ve gelir kapısı yaratılmış olacaktır!
Sağlık Bakanlığının, sebeb-i mevcudiyetinin ifadesi olarak çok hassas davranacağını, 1920’li yıllardan beri mer’î olan “Tababet ve ŞuabatıSanatlarının Tarz-ı İcrasına Dair Kanun çerçevesinde hareket edeceğinden hiç şüphem yoktur. Zira günümüzde beyin cerrahlarının, kadın-doğum uzmanlarının ve sinir hastalıkları mütehassısları gibi birçok hekimin rutin uygulamalarında ve olmazsa olmazı olan, bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans görüntüleme (MRG), anjiyografi ve ultrasonografi (USG) türü cihazların kullanımını, radyoloji ihtisaslı doktorların uhdesine bırakan Bakanlığın, bu hususta da ileri derecede hassasiyet göstereceği kanaatindeyim.
Nitekim yıllar önce, henüz MRG’nin dünyada bilinmediği senelerde, Japonya’da BT, anjiyografi ve USG eğitimi aldığıma dair sertifikamı, yurda döndükten sonra Sağlık Bakanlığına ibraz ederek Türkiye’de bu hususta kullanım izni istediğimde, hekim, uzman, akademisyen ve üniversite öğretim üyesi olmama rağmen, sadece kendi hastalarımda kullanabilmem için ruhsat verilmişti.
Şimdi kalkıp da, bırakın aletlerin kullanımını, insan sağlığını tababet ile uzaktan yakından ilgisi olmayan ehliyetsiz kişilerin eline bırakmaları düşünülemez. Zira bu, Bakanlığın kendi ismiyle bile ters düşmesi anlamına gelir.
“YİNE HİCRAN” isimli KKNHHK Rubâisi ile Nefes’lenelim. (NEFES, Ismail Hakkı AYDIN, Eser Ofset Matbaacılık, Sayfa: 67, 2010).
YİNE HİCRAN
Firkatinle erguvan mahzun, mâhur hal aldı.
Kucağımda simsiyah hüzzam bakışın kaldı.
Sensizliğe büründü, vurgun mahkumu Gülşen,
Filizlenen umutlar, yine hicrana daldı.