“İnsan uçurumun kenarına varmadan kanatlanamaz”
(Nikos Kazancakis 1883-1957)
Hep yazılıp, söylene gelmiştir; “Tepkisiz milletiz vesselam.” Öyle kolay kolay fikir beyan edip, “başımıza iş almayı” sevmeyiz. Bir söz söylense ve içinde bazı imalar olsa ve de onlar bizi işaret etse, yanımızda bir kişi bile olsa üzerimize alınmaz, “zahir yanımdakini kast ediyor olmalı” diye düşünürüz. Hele bir de yazılanlar ve söylenenlerin muhatabı basında çıkan yazılarda ve konferanslarda olduğu gibi topluluklarsa, bir tek cümle bize dokunmaz. Tabii bu söylenen veya yazılanlar olumsuz şeylerde böyledir. Eğer olumlu şeylerse hepsini kendimize yakıştırıveririz. Çok okumuş ve çok bilmişler buna ne diyordu? “Seçici algılama!”
Bundandır belki, en uç düşünceleri savunması ve tartışması gereken akademik camianın bile yazılarında ne düşündüğünü “açıkça” ortaya koymayıp lafı dolandırması. Bundandır yazılarında “dedikodu üslubu” veya “TRT haber spikeri tavrı” takınmaları. Ya “malumu ilam” eder, yasa-yönetmelik, ‘text book’ bilgisi yazıp, “-meli, -malı”lı cümleler kurar, ya da “şu şunu demiş, bu bunu demiş, falanca da bu konuda şöyle söylemiş” der. “Onları anladık da sen ne diyorsun be adam!” diye sorsan; “Ben olanı ortaya koyuyorum, yorum size ait der.” “Sen TRT haber spikeri misin kardeşim? Sen bilimadamısın. Sen de ne düşündüğünü söyle, varsa bir yanlışın bir başka bilimadamı lisan-ı münasip ile bunu düzeltir. Zaten bilim dediğin şey de böyle farklı görüşlerin ‘çarpışmasıyla’ gelişir ve ilerler” desen. “Ne başkalarını düzeltmek benim üstüme düşer, ne de beni düzeltmek başkalarının haddine” der. Bu yazdıklarımı kendimden yazıyorum sanmayın. Bizzat bu soruların muadillerini sordum ve aldığım cevaplar buna denkti. İşte bu yüzden akademisyenlerimiz, özellikle de sosyal bilimcilerimiz (tıp etiği, tıp tarihi, tıp hukuku, adli tıp, halk sağlığı gibi branşları da buna dahil ediyorum) “renksiz-kokusuz” yazılar yazmayı pek severler. Keçiboynuzu misali, 1 gram bal için 10 kilo yemeniz gerekir. Orijinal bir şey öğrenmek için onlarca makale okumak, farklı bir yorum duymak için tonlarca içi boş tebliğ dinlemek zorunda kalırsınız.
Böylesine “renksiz ve kokusuz” yazan ve konuşan arasında bazıları farklı bir üslup benimser. Söylemek istediğini dolandırmadan söyler, pek fazla dokunulmayan konulardan bahseder, sırf birileri itirazını dile getirsin de fikirlerin çarpışmasından hakikat ışığı parlasın diye altı çizili laflar söyler. Ama nafile. Dedim ya, tepkisiz milletiz.
“Bazı hekimler hastaları arasında ayırım da yapar, tababetin ilkelerine ve tababet ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı veya aldatıcı mahiyette teşhis ve tedavi de yapar. Kimi hekimler hastaların ve Bakanlığın izni ve haberi olmadan onlar üzerinde araştırma da yapar, onları istismar da eder. Hipokrat Yemini etmiş de olsa bazı hekimler ötanaziyi savunmak bir yana ellerine fırsat geçince uygular da. Hatta kimileri gayri ahlaki, gayri hukuki ve gayri insani şekilde 7-8 aylık fetusun yaşamını da sonlandırır” dersiniz, kimse “yok yahu olur mu öyle şey” demez.
“Yalnız biz hekimler değil, bütün bir millet olarak ‘sevgi sapkınlığı’ içindeyiz. Biz sevilmesi gereken duyguları ve erdemleri sevmeyi unuttuk. Sevdiğimiz tek şey kaldı o da para. Rahatı seviyoruz, şöhreti seviyoruz, gücü seviyoruz, makamı seviyoruz, menfaatimizi seviyoruz ve en çok ama en çok da parayı seviyoruz…” yazarsınız, kimse “o kadar da değil canım” demez.
“Aile planlaması ülkemizde bazı çevreler tarafından el ovuşturularak izlenen ‘trajikomik’ bir oyundur. Sizler ülkeniz ve evlatlarınızdan çok, kendilerinizi ve kendi refahınızı düşünürsünüz. Bu ülkeye 3, 4, 5 veya daha fazla iyi vatandaş yetiştirmek ve çocuklarına yaşamlarında dayanışabilecekleri kardeşler vermek yerine kendi rahatınızı ve kariyerinizi tercih edersiniz. Bakabileceğinden fazla çocuk dünyaya getirdiği için eleştirdiğiniz, kınadığınız, suçladığınız insanlar ne kadar ‘plansız aileler’ ise, siz, bakabileceğinden az çocuk dünyaya getiren ‘entelektüel’, ‘mektep-medrese görmüş’, ‘aydınlar’ da o kadar ‘plansız ailelersiniz’” dersiniz, kimseden ‘tık’ çıkmaz.
“Teknoloji bağımlısı bir hekim olmak tıp sanatına yapılan bir ihanettir ve bu bağımlılık biz hekimleri tıp teknolojisi üreten ve satan firma ve kişilerin ‘oyuncağı’ haline getirir” dersiniz, kimse itiraz etmez.
“Bilim geçerliliği son kullanma tarihi ile sınırlı bir olgudur. Bilimsel bilginin doğruluğu sadece mevcut zaman için geçerlidir ve değişme ihtimali oldukça yüksektir. Bilimsel bilginin en büyük özelliklerinden birisi ‘değişkenlik’ olduğundan ona güvenilmez. Bilimsel çalışmalar ve bunların sonuçlarını açıklayan makalelerin ‘bilimsel’ olması bunların doğruluğunu göstermez. Modern dünyada bilim adamının ‘insanlığa faydalı olmak’ gibi bir amacı ve niyeti yoktur, olması da beklenemez. O sadece merak ettiği şeyleri araştırır ve bununla para ve ün kazanmaya bakar. Bir olayın (fenomenin) ‘var olması’ onun doğruluğunu ve gerçekliğini kabul etmek için yeterlidir. Bunun bilimsel olarak ‘ispatlanamaması’ veya ‘doğrulanamaması’, olayın (fenomenin) veya bu olayı ortaya koyan kişinin değil, bilimin veya ‘bilim adamı’nın sorunudur.” dersiniz, bilimadamı olma iddiasındaki bir sürü okuyucudan bir tek tepki gelmez.
“Mevcut hekimler, değil öğrenciye, asistana bile kapısı çoğu zaman kapalı olan anlı şanlı büyük üniversitelerin tıp fakültelerinin ‘büyük’ hocalarının eseri.” dersiniz, sineye çekerler.
Velhasılıkelam, akademik camiamızda “tık yok”. Ne sıra dışı bir şey söylemeye hali var, ne de söylenenlere itiraz etmeye. Belki de vakti yok. Özellikle de tıp alanında olanların. Onlar “performans” gösteriyor. Sahi, yazıp-çizmeye ve düşünmeye “ek katkı” veriliyor mu?
Not: İki hafta önceki yazımda “Tıp Etiği ve Deontoloji derslerini kim verecek?” sorusuna doğru cevabı verenler arasından çekilecek kurada kazanan 3 kişiye ‘sürpriz’ hediyeler verilecektir!!!” demiştim. Kura çekmeye gerek kalmadı. Çünkü 3’den fazla doğru cevap gelmedi. Bırakın 3 doğru cevabı, 3 tane cevap bile gelmedi. Boşuna değil, akademik camiada “tık yok” deyişim. Tek bir cevap geldi o da doğru cevaptı. Kendisinin rızasını almadığım için adını açıklamayacağım bu “Ankara Tıp’lı” ağabeyime teşekkür ediyorum. Sürpriz hediye onunla benim aramda.