Son zamanlarda, kapkaççılık, araba hırsızlığı ve gasp olaylarında süratli bir artış gözleniyor. Önceleri daha çok İstanbul başta olmak üzere, büyük metropollerde görülen bu olaylar giderek daha küçük şehir ve kasabalara yayılma eğilimi göstermektedir.
Emniyet güçleri, suçların hepsinin değilse de büyük çoğunluğunun tinerciler ve uyuşturucu bağımlılarınca işlendiğini bildirmektedirler. Suçlu tinerci olsun ya da olmasın, bu türden adi de olsa suç her gün işleniyor. Giderek suçlar ve suçlular artıyor. Çoğunda suç, işleyenin yanına kâr kalıyor.
Emniyet güçleri ellerinden geldiğince kanun ve kurallara uymak kaydıyla suçları önlemeye çalışıyorlar. Ancak suçlara engel olamıyorlar. Taksici gaspı, banka ve kuyumcu soygunları bir türlü gündemden düşmüyor.
Özellikle İstanbul suçta başı çekiyor. Arada bir emniyet müdürleri değişse de olaylara dur’ denilemiyor.
Taşı toprağı altıdır’ denilerek, terör nedeniyle özellikle doğudan olan göç nedeniyle büyük kentlerimizin nüfusu gün geçtikçe artıyor. İş bulma ümidiyle göç edenlerin bir anda umutları sönüveriyor. Onlar, kapanmış işletmeler ve fabrikalarla karşılaşıyorlar. Varoşlar, işsizler ve işten çıkarılmışlarla tıka basa doldurulmuş durumda. Bir de buna son af nedeniyle cezaevlerinden salıverilenler eklenmiş. Şansı yaver gidenler amelelik, otopark ya da kaldırımlarda ayakçılık, seyyar satıcılık gibi bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ya diğerleri? Gider çok, gelir yok?
Aç tavuk darı ambarını deler’ derler.
Önemli olan hastalığın net tanımlanmasıdır. Olay sadece basit bir polisiye olay mıdır? Yoksa acilen tedaviyi gerektiren ciddi bir toplumsal bir hastalık mıdır?
Parasızlık, işsizlik, yoksulluk nedeniyle aileler parçalanıyor. Üvey anne ya da üvey baba zulmüyle evden kaçan, tinerci olan kötü yola düşen çocuklar günün birinde birer suçlu olarak karşımıza çıkıveriyorlar. Doğal olarak eylemlerden mazlum olanlar da yine bizler, yani toplumun diğer bireyleri oluyorlar.
Yönetimde bulunanların, öncelikle nedenleri ortaya çıkartıp, bataklığı acilen kurutmaları gerekiyor. Böyle davranılmadığı taktirde başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerimiz gündüzleri bile sokaklarında dolaşılamaz, suçluların cirit attığı yaşanamaz kentler haline gelecekler. Yolda gezemezsiniz, otobüse, metroya binemezsiniz. Bu gidişle, gelen turist adedinde de ciddi düşmeler gözlenecek.
Şimdiye kadarki hükümetler, olaylara ve hortumculara sadece bakmakla yetindiler. Neredeyse gangren haline gelmiş sosyal olayları, günlük önlemlerle çözebileceklerini sandılar. Bu nedenle de, hak ettikleri cevabı aldılar. Belki bir kısmı hortumculara yardımcı olmuş, ya da kendiside hortumlamış? Yüce Meclis’in araştırma komisyonlarında pek çoğunun ifadeleri alınıyor. Bir kısmının yüce divana gitmeleri dahi söz konusu.
Süslü nutuklarla, vaatlerle sorunların çözülmediği açıkça ortada. İşsizlik nasıl önlenecek? Yurt dışına giden yerli sermaye ve fabrikalar nasıl geri getirilecek? Aile sorunları, boşanmalar, evden kaçmalar, tiner ve uyuşturucu kullanımı ve ticareti, nasıl azaltılacak? Büyük kentlere olan göç nasıl önlenecek? Kişi başına düşen milli gelir nasıl arttırılacak? Ortaya projeler konulmalı. Hepsi tek tek tartışılmalı. Polisin yetki ve sorumluluğu arttırılmalı. Gerekiyorsa özellikle büyük kentler için özel kanun, ya da kanun gücünde kararnameler çıkartılmalı.
Hükümetten beklenilen de işte budur.
Saygılarımla.