Aşağı yukarı 30 yıldan fazladır tıp fakültesi deontoloji öğretim üyesi olarak öğrencilere her zaman derslerde şunu vurguladım: Hekimlik mesleği önemli iki manevi değere dayanırsa hastayı tedavide başarı elde edilir: empati ve vicdan.
Vicdan sahibi her hekim zaten kendini hastasının yerine koyacak ve ona empatiyle yaklaşacaktır. Bu bakımdan deontoloji ve etik derslerinde fazla detaylarla öğrenciyi yormamak ve özellikle bu iki değerin önemini belirtmek gerekir. Çünkü bugün deontoloji de etik de birçok alt konuya ayrılarak gittikçe toparlanamaz hale gelmiştir. Son yıllarda deontoloji ana bilim dalındaki meslektaş sayısının artmakta olması ve doğaldır ki bazı meslektaşların birçok yeni gibi gelen konuyu araştırmaya çalışması sonuçta bu dalı derli toplu olmaktan uzaklaştırmıştır.
Burada özellikle vurgulamak istediğimiz önemli bir durum vardır: Deontoloji veya etik, her iki branş da hekimin görevlerini ve hekim-hasta ilişkilerinin ahlaki yönlerini ele alır. Örneğin tıbbi deontolojide hekim hastasına karşı dürüst olmalıdır dendiği zaman bu durum hekimin görevini anlatır. Eğer bunu tıp etiğine uygularsak hekim dürüstlük ilkesine uymalıdır deriz. Bu bakımdan tıbbi deontoloji veya tıp etiğinin amaç itibariyle yolu birdir. Nitekim tıp etiği ilk kez felsefeciler tarafından incelenerek tıp fakültelerine de bir ders olarak yayılmıştır. Bu arada tıp hukuku da son yıllarda özellikle hukukçuların incelediği bir branş olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bir deontolog da tıp fakültelerinin ihtiyacını karşılayacak oranda yasaları ve yönetmelikleri inceleyebilir ve yorumlarını yapmaya çalışır.
Bütün bu açıklamalarda anlıyoruz ki hekim-hasta ilişkilerinde en önemli konu hekimin hastasına karşı vicdanlı olmasıdır. Vicdan, birçok felsefî akımda, mistisizmde önem verilmiş bir kavramdır. Felsefeye göre, iç huzuru veya iç sıkıntısı vererek kişiyi uyaran vicdan bir kavram değil, kişinin bir yeteneğidir. Felsefede metafizik anlayış, bu yeteneğin doğuştan var olduğunu ileri sürer, diyalektik anlayış ise insanın içinde bulunduğu toplumsal koşullarla belirlenmiş görgü ve bilgisinin sonucunda oluştuğunu ileri sürer. Neo-spiritüalist görüşe göreyse, ruhun ancak belirli bir gelişim aşamasında açığa çıkan, ruhun gelişimi oranında derece derece gelişen bir yeteneğidir Vicdan, insanın görgü ve bilgileriyle kendini yargılama yetisidir. Vicdan, kişiyi eylemleri hakkında yargılayarak, onaylayarak, hesap sorarak, suçlayarak hükümler veren öznel bir bilinçtir.
Vicdan, insana hata ve doğruyu bildiren bir iç sestir. Vicdan, insana iyi ve kötüyü gösteren en iyi yol gösterici, en iyi pusuladır. Kısaca vicdan, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bildiren gerçek ve tek ahlâk hocasıdır. Yine vicdan, hata ve doğrunun sınırını belirleyen, uyumak bilmeyen, kişiyi her an, her yerde izleyen, kişinin niyetlerine göre yargılarda bulunan bir hâkimdir. Vicdan, insanın bütün duygu ve düşüncelerini, bu duygu ve düşüncelerdeki maksat ve niyetleri adım adım izleyen, hiçbirisini kaçırmayan, hatır, gönül, hoşgörü, merhamet, dostluk, iltimas vb. tanımadan yargılayıp sorumluluğu takdir eden her zaman uyanık bir hâkimdir. Bu bakımdan vicdan sahibi her hekim hastasının tüm sıkıntılarında yanında olur ve bütün gücüyle onu tedavi ederek tekrar hayata döndürür.
Empati ise İngilizcede “empathy” olarak bilinir ve başka insanların duygularını idrakla anlama, duygu katılımı anlamına gelir. Yani bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Hekimin de hastaya empatiyle yaklaşması çok önemlidir. Vicdan, empatiyle kardeş donedir. Empati tanımı üç temel öğeden oluşmaktadır. Bir insanın karşısındaki bir kişi ile empati kurabilmesi için gerekli olan bu öğeleri şöyle sıralayabiliriz:
1) Empati kuracak kişi kendisini karşısındakinin yerine koymalı, olaylara onun bakış açısıyla bakmalıdır. Başka bir söyleyişle, empati kurmak isteyen kişinin karşısındaki kişinin fenomonolojik alanına girmesi gereklidir. Fenomenolojik alan nedir? Psikolojideki fenomenolojik yaklaşıma göre her insanın bir fenomenolojik alanı vardır. Her insan gerek kendisini, gerek çevresini, kendisine özgü bir biçimde algılar; bu algısal yaşantı subjektiftir yani kişiye özgüdür. Her insan dünyaya, kendine özgü bir bakış tarzıyla bakar. Eğer bir insanı anlamak istiyorsak, dünyaya onun bakış tarzıyla bakmalı, gerçekleştirmek için de empati kurmak istediğimiz kişinin rolüne girmeli, onun yerine geçerek adeta olaylara onun gözlüklerinin gerisinden bakmalıyız. Karşımızdaki kişinin rolüne girerek empati kurduğumuzda, o kişinin rolünde kısa bir süre kalmalı, daha sonra da bu rolden çıkarak kendi rolümüze geçebilmeliyiz. Aksi halde empati kurmuş sayılmayız. Karşımızdaki ile özdeşim kurmak (ona benzemek) veya ona sempati duymak, empatiden farklı şeylerdir.
2) Empati kurmuş sayılmamız için, karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamamız gereklidir. Karşımızdakinin yalnızca duygularını veya düşüncelerini anlamış olmak yeterli değildir. Empatiyi tanımlarken bu noktayı vurguladığımızda, empatinin iki temel bileşeninden söz etmiş oluyoruz. Bunlar empatinin bilişsel ve duygusal bileşenleridir. Karşımızdakinin rolüne girerek onun ne düşündüğünü anlamamız, bilişsel nitelikli bir etkinlik, karşımızdakinin hissettiklerinin aynısını hissetmemiz ise duygusal nitelikli bir etkinliktir. Empatinin, bilişsel, duygusal ve güdüsel olmak üzere üç bileşeni vardır. Bazı araştırmacılar empatinin bilişsel yönünü, bazıları ise duygusal yönünü vurgulamaktadır. Fakat çoğunluğun üzerinde uzlaştığı görüş, empatinin bilişsel ve duygusal bileşenlerden oluştuğu yolundadır.
3) Empati tanımındaki son öğe ise, empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın, karşıdaki kişiye iletilmesi davranışıdır. Karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini tam olarak anlasak bile eğer anladığımızı ifade etmezsek empati kurma sürecini tamamlamış sayılmayız. Araştırmacılar, insanların zihinlerinde kurdukları empatiyle, karşılarındaki kişiye ilettikleri empati arasında farklılık olduğunu belirtmektedirler. Karşımızdaki insanlara empatik tepki vermenin iki yolu vardır: Yüzümüzü/bedenimizi kullanarak onu anladığımızı ifade etmek. Empatik tepki vermenin en etkili yolu bu ikisini birlikte kullanmaktır. Bir sıkıntımız olduğunda, bizimle konuşan kişi, dostça bir gülümsemeyle kolumuza dokunup sıkıntımızı sözelleştirirse, örneğin \"Son günlerde çok bunalmışsın\" derse, rahatladığımızı hissedebiliriz. Her insanın -hatta her canlının- olaylara kendine özgü bir bakış açısı vardır. Dışarıdan baktığımızda bunu göremeyiz ve bu yüzden de onun bazı davranışlarına anlam veremeyiz. Kendimizi karşıdakinin yerine koyup olaylara onun gözüyle bakabilirsek, ancak bu durumda onun duygularını ve düşüncelerini anlamamız, dolayısıyla da davranışlarına anlam vermemiz mümkün olur. devam edecek