“Eğitim öğrenilenlerin unutulmasından sonra geriye kalandır.”
[B.F. Skinner; 1904-1990: Amerikalı Psikolog]
Bu haftaki yazımı yazmak üzere bilgisayarın başına oturduğumda Medimagazin’e bir haber düştü. Habere göre Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), rektörlüklere gönderdiği yazı ile tıp fakültelerindeki tıp eğitimi anabilim dallarının kapatılarak, sağlık bilimleri enstitülerine aktarılacağını bildirmiş. Ülkemizdeki 32 tıp fakültesi bünyesinde yer alan “tıp eğitimi anabilim dalları” ile “tıp eğitimi ve bilişimi anabilim dalları” kapatılarak, üniversitelerin sağlık bilimleri enstitüleri altında “tıp eğitimi anabilim dalı” olarak yeniden yapılandırılacakmış. Bu habere ne kadar sevindiğimi bilemezsiniz. Nihayet, kuruluş tarihi eski olan ve büyük şehirlerde olduğu için kapağı atanın bir daha ayrılamadığı tıp fakültelerindeki, uzmanlık alanından sıkılan, değişiklik isteyen, bulunduğu anabilim dallarında kadrolar şiştiği için fakültede kalmanın bir yolunu arayan tıp fakültesi hocalarının konuşlandığı “nevzuhur” bir anabilim dalının varlığı sorgulanmaya başlanacak.
Habere göre, mevcut anabilim dallarında çalışan kendisi aile hekimi, halk sağlıkçı, cerrah vs. ama, sıfatı tıp eğitimi anabilim dalı başkanı zevat buna itiraz etmiş. İtirazlarını haklı bulmasam da anlamakta zorlanmıyorum. Kimse mevcut statüsünü kaybetmek istemiyor doğal olarak.
Mühendislik eğitimi anabilim dalı, hukuk eğitimi anabilim dalı, mimarlık eğitimi anabilim dalı, askerlik eğitimi anabilim dalı, eczacılık eğitimi anabilim dalı diye bir şey duydunuz mu? Duymadınız, çünkü böyle bir şey olmaz. Peki, neden tıp eğitimi anabilim dalı kuruyorsunuz? Nedenini, kapatılmaya itiraz edenler ağızlarından kaçırmış; “Tıp eğitimi anabilim dallarının sağlık bilimleri enstitülerine kaydırılmasıyla, tıp fakültesi bünyesinde görev yapan öğretim üyeleri özlük hakkı kaybına uğrayacaklar, tıp fakültelerinde öğretim üyeleri döner sermayeden pay alırken, enstitüde çalışan öğretim üyelerinin böyle bir şansı olmayacağı için, ekonomik açıdan ciddi bir gerileme olacak.” Yani itirazları tamamen “duygusal!”
Bilenler vardır ama ben yine de söyleyeyim. Bu “tıp eğitimcileri”, kendilerinin uzman olmadığı, daha doğrusu “uzmanlıkları” birkaç konferansa katılmak, bir iki makale okumaktan ibaret olan bir alanda uzmanlık eğitimi vermekteler. Yukarıda yazmıştım, bunların çoğu halk sağlıkçı, kimi aile hekimi, kimi biyokimyacı, “pir”leri de ortopedist ve cerrah. Onların eski köye yeni adet getirmekte üstlerine yok. Kimi Probleme Dayalı Öğretim (PDÖ) der -ki kendileri problemin en büyüğünü çıkartmışlardır-, kimi Kanıta Dayalı Tıp (KDT) der, kimisi “role playing” eğlencesine sardırır. Kısacası, sanki yüzlerce yıllık tıp eğitiminin çivisi çıkmış gibi yeni arayışlara girerler. 200 kişilik sınıfı 8-10 kişilik gruplara ayırırlar, liseyi bitirip gelen çocuğun gözüne daha 1. Sınıftayken diyabet hastasını getirip sokarlar, ders veren hoca hiçbir şey anlatmaz sadece “moderatörlük” yapar, çocuklar –ki bu çocukların çoğu ne internet taraması bilir, ne hayatlarında kütüphaneye gitmiştir- “salınır çayıra” ve diyabeti araştırıp gelmesi istenir. Bu sistemin en güzel yanı, yüz binlerce dolarlık alt yapıyı ve bolca ihale yapmayı gerektirir. Malum, ihale demek, bol yurtiçi ve yurtdışı seyahat demektir.
Tıp eğitimcileri bir de dernek kurmuşlardır ve iki yılda bir de toplantı düzenlerler. Bir tanesini Urfa’da yaptılar oradan biliyorum. Toplantının adı “tıp eğitimi” toplantısıdır ama PDÖ dışı bir tıp eğitimini savunmak ve PDÖ’yü eleştirmek mümkün değildir. Urfa’ya geldiklerinde “misafirler” demeyip eleştirdim, başıma gelmeyen kalmadı. Neyse ki, PDÖ “virüsünü” Arizona çöllerinden alıp getiren taşıyıcılar bir süre önce koltuklarını terk ettiler. Ama maalesef gitmeden önce rektörlük ve dekanlık yetkilerini kullanarak ve ülkenin bazı tıp fakültelerinin yetkililerini de ikna ederek bu “virüsü” pek çok yere bulaştırdılar. Ümit ediyorum gerek PDÖ fanatiklerinin idareleri terk etmesi, gerekse YÖK”ün en son kararı, girilen bu yanlış yolda bir an önce dönülüp tıp eğitiminin olması gereken aslına rücû etmesini sağlar. Nedir tıp eğitiminin “aslı” derseniz: Konusunu iyi bilen, öğretmeyi seven, anlatacağı derse bilgilerini güncelleyerek hazırlanan, hasta bakıp para kazanmayı ders anlatmaya tercih etmeyen, öğrenciyi kendi çocuğu gibi gören bir hocayı, öğrenmeye niyetli bir öğrenci grubu ile buluşturduğunuzda iş bitmiştir. Yok, “öğrenci merkezli eğitim”, yok, “hasta merkezli sağlık hizmeti”, yok, “rol oynama”, yok, “küçük grup tartışması”; bunların tamamı “lip service” (lafı güzaf).
YÖK’ün kararını sonuna kadar destekliyorum. Tıp eğitimi “uzmanları”, “tıp eğitimi anabilim dalını sağlık bilimlerine aktarmak, fiilen bir kapatmadır.” demiş. Dilerim öyle olur. Bir sürü amatörün (burada amatörü, profesyonelin zıddı olarak kullanıyorum. Yani, bu işin lisans ve lisansüstü düzeyde eğitimini almamış, bir hobi ve/veya merak olarak yapan insanlar anlamında.) lebalep doldurduğu, ülkemiz gençlerinin “kimyası”, “biyolojisi”, “psikolojisi” ve “sosyolojisi” ile uyumsuz olan bir sistemi empoze etmeyi kendisine ilke edinmiş bölümler de böylece kapanmış olur. Herkes de gidip asıl işini yapar. Cerrahlar ameliyathaneye, halk sağlıkçılar sahaya, temel bilimciler laboratuara. Merak etmesinler, “binaları büyük” üniversitelerde eğer uzman oldukları alandaki anabilim dallarında yer bulamazlarsa Anadolu’daki üniversiteler onları bekliyor. Malum, oralar da vatan toprağı ve oradakiler de vatan evladı. Onlar orada yumuşak koltuklarında “ideal tıp eğitiminin teorisini” tartışırken Ankara’nın doğusundaki pek çok tıp fakültesinde öğrenciler bölümlerde yeterli hoca olmadığı için asgari eğitim alamıyorlar. Bunların derdi tıp eğitiminin standardını yükseltmek falan değil, maksat “laf olsun, torba dolsun.” Tebrikler YÖK! Biraz zor ama –zira bu virüsün taşıyıcıları çoook güçlü adamlar-, umarım kararınızın arkasında durabilirsiniz.