Geçen aylarda bazı cerrahi bilim dallarında verdiğimiz klinik etik seminerleri, ameliyata gidecek hastalardaki endişe ve korkuyu tekrar anımsamamıza neden oldu.
Bilindiği gibi hasta için en önemli tıbbi uygulama ameliyattır. Bu uygulama ne tip olursa olsun hastada korku, endişe ve şüphe yaratır. Cerrahın, böyle bir uygulamanın yapılacağını yumuşak bir dille hastaya anlatması gerekir. Eğer operasyon tehlikeli hastalıklar için yapılacaksa bu hem hastaya hem de yakınlarının sorularına yanıt vererek ve güven telkin ederek anlatılmalıdır. Ameliyatın tehlikeli hastalık için kurtarıcı bir uygulama olduğu özellikle açıklamalıdır. Daha sonra hastanın bu konudaki fikirlerinin dinlenmesi gerekmektedir. Bu ilişkide hasta özerkliğini koruyarak ona saygı duymalı ve doğruluğun bu ilişkide ana prensip olduğu unutulmamalıdır. Burada öyle vak’alar duyuyoruz ki, ameliyata gidecek hastanın hastane koridorlarında tek başına bekletildiği, hiçbir hekim ya da yardımcı personelin herhangi bir şefkat ya da ikna edici bir davranışla hastanın yanında olmadığı anlatılmaktadır.
Hasta hastaneye operasyon için yatırılınca psikolojik açıdan rahatsız bir duruma girer. Hastanenin alışık olmadığı ortamı, gürültü, bazı hastane kuralları onu daha da tedirgin yapar. Bu bakımdan hasta, hem cerrahtan hem de hastane personelinden anlayış, sevgi ve isteklerinin yapılmasını beklemektedir. Kötü tanı konulan hastaların hekimle ilişkileri ise ayrı bir özellik gösterir. Çok eski dönemlerden beri bir hastaya durumunun kötü olduğunu söylemek, umutlarını kaybedeceği düşüncesiyle sakıncalı kabul edilirdi. Ancak hasta, ailesiyle ilgili kararlar almak isteyebilir. Yine hastayı bilgisiz bırakmamak gerekir. Hastaya tanı, tedavi tipleri, her tedavi tipinin yararları ve riskleri hakkında bilgi verilmelidir. Ancak burada bir zorluk vardır. Hastalığın tanısı karışık olabilir ve hasta anlamada zorluk çekebilir. Bu bakımdan kötü tanılı bir hastalığı olan hastaya onun anlayacağı bir dille, umut vererek, onunla ve ailesiyle iş birliği yapılacağı bildirilerek durum anlatılır. Hastaya kesinlikle iyileşmesi için bütün çabaların yapılacağı anlatılarak depresyon, şüphe ve kaygıları giderilir. Eğer hasta tanı hakkında bilgi almak istemiyorsa hastalığı hakkında herhangi birşey söylenmeyebilir. Ancak bazı hastalar hastalığın kötü tanısını kabul etmek istemezler. Önce bir kızgınlık duyarlar, sonra korkuya kapılırlar ve depresyona girerler. Daha sonra olayın pazarlığını yapmaya başlarlar, sonuçta kendilerini suçlu görürler ve olayı kabul ederler. Burada hastayla etkin iletişim kurmak ve onun duygularını anlayarak ona yardımcı olmak, onun hastalığıyla birlikte yaşamasını ve onu yenmek için uğraş vermesini sağlar. Bilindiği gibi onulmaz hastalığı olanlar geleceğe umutla bakmak isterler. Bunun için de istedikleri bazı beklentiler vardır: a) Etkili tedavi, b) Hastalığı yenme ya da yavaş ilerlemesini sağlama, c) Ağrıların azalması ve onları kontrol edebilme, d) Aldığı ilaçlara bağımlı olmama, e) Eğer hastalık ilerlerse ona bakan hekim ve yakınlarının devamlı yanında olmaları. Bilindiği gibi iyimser görüşler ve umut, hastalık semptomlarının iyileşmesine olumlu etki yapar.
Yüzyıllar boyunca ameliyat insanlar için korkulu bir rüya oldu.Bu korkulu rüya 19. yüzyıla kadar sürdü.Tıp tarihinin en büyük çağı olarak kabul edeceğimiz 19. yüzyılda anestezi, asepsi ve antisepsinin bulunuşu ile insanların korkusu azaldı ve cerrah uygulamalarını daha rahat bir ortamda yapmaya başladı. Bugün eğer hastada bir korku ve endişe varsa, bu durum tamamen ona karşı ilgisizlik olmasından, otoriter davranış sergilenmesinden ve sevgiden uzak bir ortamın olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan bugün modern operasyon tekniklerinin olduğu ağrısız ve mikropsuz ortamlardaki uygulamalarda cerrah-hasta arasındaki ilişkinin empatik, yumuşak ve vicdanlı bir temele oturtulması gerekir.