Tıp, bilindiği gibi insanı hastalıktan kurtaran ve ona yararlı olan bir bilimler topluluğudur ve burada daima iyilik yapma kavramı vardır ve hastaya karşı iyi olma en önemli düsturdur.
“İyi” sıfatını günlük yaşantımızdaki değer yargıları içinde çok sık kullanırız; “İyi bir yemek.”, “İyi bir araba.”, “İyi bir müzik.”, “İyi bir eylem.”, “İyi bir insan.” deriz.
“Kötü” ise kötülüğün kendisi, kötü niyet ve hoşa gitmeyen gibi anlam bağlamları kurar. Örneğin; “kötü not” ahlaki bir yargı oluşturmazken, yalan söylemek “kötü”dür ve “kötü” burada, ahlaki bir yargıyı ifade eder.
Etik, bu kavramların ağırlıklı olarak ahlaksal niteliğiyle ilgilenir. Ahlak dışı düzende herhangi bir şey araç olarak işe yararsa “iyi”dir.
Araçsal anlamıyla “iyi” olarak tanımlanan her şey, iyi olma ölçütünü kendi içinde barındıran başka bir şeye uygun ve denk düştüğü için iyidir, dolayısıyla kendi başına “iyi” değildir. Bu anlamda Kant, “Grundlegung zur Metaphysik der Sitten” başlıklı yazısına şu cümleyle başlar: “Dünyadaki hatta dünyanın dışındaki hiçbir şeyi, iyinin sınırlarını koymadan yalnızca iyi niyet olarak düşünmek olanaksızdır…”
Yunan felsefesi iyiyi, metafizik düşünceler bağlamında “varlık olma”nın anlamı olarak görüyordu. Platon için iyi idesi, tüm idelerin idesi anlamında en yüksek varlık olma ve bilgi ilkesiydi. İyi, Sokrates’in izlediği kavrayış ve akıl kaynaklı bir yaşama mantığının parçası olan aşılmaz bir anlam bütünüdür. Aristoteles de iyiyi, “ulaşılmaya çalışılan tek amaç” olarak tanımlamaktadır. İyi, onun dışında başka hiçbir amacın ulaşılmaya değer olmadığı düşünülen ve bizzat onun adına ulaşılmaya çalışılan son amaçtır. Bu en yüce değer, Aristoteles için mutluluktur ve mutluluk ona göre erdemli, ahlaki hayata ulaşmaktır.
Sonraları iyinin yanı sıra anlamsal bir nitelik içerme talebi bulunmayan, salt anlamın olumsuzluğunun ya da anlam sapmasının ifadesi olarak kabul edilmesi gereken “kötü” imgesi ortaya çıkar. Kötünün kaynağının ne olduğu sorusuyla birlikte Tanrısal hukuk, yani dünyanın yaratıcısı olan Tanrı’nın aynı zamanda dünyadaki kötülüklerin de ne ölçüde sorumlusu olabileceği, dolayısıyla bu yöndeki suçlamalara karşı nasıl savunulabileceği meselesi ortaya çıkar. Eğer Tanrı yalnızca iyiyi yaratabiliyorsa, geriye kötünün kaynağı ve sebebi olarak insan kalır. Ama bu kavrayış, iyinin de artık metafizik açıdan anlam yüklü, genel-geçerliliği olan mükemmel bir varlığın ilkesi sayılmayacağı, dolayısıyla da insan iradesinin bir niteliği olduğu sonucuna götürür.
İnsanlığı “kötü” denilen koşulları bertaraf ederek (ekonomik koşulları, toplumsal ilişkiler biçimindeki egemenlik yapılarını) daha iyiye dönüştürmeyi amaçlayan tüm kuramlar, kötünün koşullarını sadece insan dışında aradıkları sürece daha baştan etik açıdan başarısızlığa mahkûmdur. Eğer insan, bizzat kendi isteme ve tercihleri yüzünden iyi ve kötünün kaynağı ise iyinin koşullarını da yok edemezsiniz, çünkü iyinin ve kötünün koşulu özgürlüktür. Bu nedenle genel pratiğin daha iyiye doğru değiştirilmesi, ahlâki özgürlük eğitimi verilerek gerçekleştirilebilir.
Bir eylem amacına ulaşırsa doğrudur. Ahlaki bakımdan iyi bir eylemin mutlaka doğru olması gerekmez, örneğin; yardım etmek için çok geç kalınmış olabilir ya da yapılan yardım yeterli olmayabilir. Ahlaki bakımdan kötü bir eylemin de mutlaka yanlış olması gerekmez, örneğin; ölüme mahkûm bir hastayı acı vermeden öldürmek için biraz fazla dozda ilaç vermek doğrudur. Ya da ters yönden ifade edilirse: Her doğru eylemin, mutlaka iyi olması gerekmez, örneğin; suya düşen çocuğu kurtaran birinin, çocuğu sadece kurtarması gerektiği için değil, zengin birinin çocuğu olduğunu bildiği ve o kişiden yüklü miktarda para almayı umduğu için kurtarması gibi.
Ama bir eylem ve davranışın gerçekten kusursuz olup olmadığına ampirik olarak karar vermek çok zordur; çünkü iyiyi isteyen irade, kendiliğinden varlığını gösteren bir şey değildir, varlığına ancak eylemlere bakarak karar verebileceğimiz bir şeydir. Böylece hekimin de hastalarına karşı iyi eylemlerde bulunarak yararlı olması, ondan istenen en önemli durumdur.