Bana gelen bir bilgi mesajından öğrendiğime göre ULAKBİM’de, yani Ulusal Akademik Ağ ve Bilgi Merkezi’inde 20 Şubat 2010 günü, "Türkiye’nin Bilimsel Yayın Politikası" konulu bir günlük bir çalıştay yapılmış. Bu çalıştayda Türkiye’de herkesin kendine göre yorumladığı yayın politikası enine boyuna tüm ayrıntılarıyla masaya yatırılmış, sorunlar ve çözüm yolları üzerinde katılımcıların fikirleri değerlendirilmiş ve doğal olarak ortaya çıkan manzara hiç de iç açıcı olmamış.
Bu bilgileri aldıktan sonra ben de internette ULAKBİM sayfasına (www.ulakbim.gov.tr) girerek konuya ilişkin yayınlara baktım. Uluslararası indekse giren dergilerde yayımlanan Türkiye kaynaklı yayın sayısının yıllara göre devamlı artış göstermesine karşın, bu yayınlara ilişkin etki değeri bakımından aynı artışı maalesef göremiyoruz. Türkiye toplam yayın sayısı bakımından 2007 yılında dünya ülkeleri arasında kümülatif sıralamaya göre 19’uncu, 2008 yılında ise 18’inci sırada yer almaktadır. Buna karşılık Türkiye, yayınların etki değerleri söz konusu olduğu zaman ise neredeyse sonuncu sıralarda yer almaktadır. Sorunun vehametini daha iyi görebilmek açısından Türkiye’de en kalabalık öğretim elemanı barındıran ve doğal olarak en çok yayın sayısına sahip olan pediatri ve cerrahi branşlarının durumuna bakmakta, fotoğrafı tam olarak görmek ve anlayabilmek açısından önemli yararlar bulunmaktadır. Türkiye’deki tüm pediatri ana bilim dallarında 1981-2007 yılları arasında yapılan toplam yayın sayısı 5.879, atıf sayısı 18.538 ve bunların etki değeri 3.15. Bu değer sadece İran’dan yüksek (2.99), fakat komşumuz Suriye’den de daha düşük kalmaktadır (3.75).
Cerrahiye gelince; yine 1981-2007 tarihleri arasında toplam 9352 yayın yapılmış, bunlara yapılan atıf sayısı 35.432 ve bunun da etki değeri 3.79 olarak hesaplanmıştır. Bu defa sonuncu olmaktan kurtulmuşuz; İran için 2.93 ve Suriye için de 3.53 olan etki değeri Yunanistan için 5.99 ve İsveç için 15.51 olarak verilmektedir.
ULAKBİM kaynaklarından alınarak yukarıya sıralanmış olan rakamların eğer Türkçe’ye çevirisini yapacak olursak sonuç şu olmaktadır; "Kendimiz çalıp kendimiz oynamışız." Yani yapılan araştırmalar beklenen verimi ve harcanan paraların karşılığını vermemektedir. Üniversitelerimizdeki öğretim elemanlarının sayısının 100 bine yaklaştığı şu dönemde bu rakamlar kendimizi aldatmadan aklımızı başımıza toplamamızın zamanının gelip geçmekte olduğunu göstermektedir. Artık Türkiye’de verimli bir bilim politikasının en kısa sürede hayata geçirilmesi zorunluluğunun idraki içerisinde bu kötü gidişin nedenlerini ve çözüm önerilerini sıralamak gerekmektedir. Herkesin artık eteğindeki taşları dökme zamanı gelmiştir. Bu konularda kimin ne önerisi varsa onları ortaya koymalı ve karar verici konumdakiler de hiçbir komplekse kapılmadan bu önerilerden doğru bir sentez yaparak Türkiye’nin bilim politikasını oluşturmalıdır.
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi bana göre bazı nedenler ve çözüm önerileri şöyle sıralanabilir:
1) Üniversitelerdeki akademik yükseltmede kriter olarak ele alınan yayın sayısı artık gereken ya da beklenen işlevi yerine getirememektedir. Başlangıçta, aslında önemli bir eksikliği gidermiş olan yayın sayısı kriterinde, artık günümüzde pek çok dedikoduyu da beraberinde getiren bir yozlaşma başlamıştır. Yapılacak şey, sayıdan ziyade kaliteli yayını değerlendirmeye almaktır.
2) Gençler tarafından üniversiteler artık bir istihdam kapısı gibi görülmeye başlanmıştır. "Kaydı hayat" şartıyla girilen üniversitelerde emekliliğe kadar adeta devlet iş garantisi vermektedir. Yapılacak şey, her departmanda bir veya iki kişi hariç hepsinin sözleşmeli olmasıdır ve bunların ancak belli kriterlere göre sözleşmeleri uzatılabilmelidir. Yapılacak düzenlemeler için Danıştaydan başlangıçta görüş alınarak daha sonraki gereksiz uygulamaların önü başından kesilmelidir.
3) Her ana bilim dalında çalışacak öğretim üyesi (doçent ve profesör) sayısı norm kadroya bağlanmalı ve yığılmalara kesinlikle izin verilmemelidir. Yatak sayısından fazla öğretim üyesi sayısı garabetinden bir an önce kurtulunmalıdır.
4) Yardımcı doçentlik müessesesi yeniden yapılandırılarak bugünkü "öğretim üyesi" sayısını artırma kurnazlığından kurtulunmalıdır.
5) Öğretim elemanlarının yurt dışı kongrelere katılma konusu mantıklı bir kurala oturtulmalıdır. Her yıl bilmem kaç defa poster asmak üzere yurt dışına gitmenin bilime katkısı olduğuna inanmıyorum. Eskiden olsa yayın ve iletişim sıkıntısı nedeniyle bir anlamı vardı, ama artık hemen her şey insanların elinin altında durmaktadır. Böyle turistik gezilerden(!) tasarruf edilecek paralarla ihtiyaç duyulan ve belirli bir projeyi gerçekleştirmek üzere yurt dışına gitmek isteyen araştırıcıların giderlerini karşılamak daha akıllıca olur sanıyorum.
Yeni bir konuda buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.