Hep düşünmüşümdür, “Üniversitelerimizde kaç çeşit hoca vardır?” diye. Eskiden tıp fakültelerinde, tam gün çalışanlarla kısmi statüde çalışanlar olmak üzere iki çeşit hoca grubu vardı. Muayenehanesi olan hocalar öğlen yemeklerini yedikten sonra, yasal olarak muayenehanelerine giderlerdi. Arada bir günlük, hatta haftalık kaytaranlar da olurdu. Şimdi tam gün yasasına göre, bütün hocalar sabah 08.00’dan akşam 17.00’a kadar üniversitede çalışmak zorundalar. Ancak bir şartla; muayenehanesi olanlar hasta bakamıyorlar, ameliyat yapamıyorlar. O halde, teorik olarak, “Bilimsel araştırma için bolca vakitleri var.” diye sevinebilirsiniz. Ancak, böyle hocaların çoğunu gündüz vakti ara ki bulasın. Gündüz mesai vakti, odalar NATO duvarı gibi hep kapalıdır. Peki, bu hocalar güpegündüz nerededirler acaba? Bir alışveriş merkezinde, sporda; belki yüzme havuzunda belki tenis kortunda ya da evinde istirahatte, olacak iş değil! Olmaz olamaz, hocalarda böyle şeyler hiç olmaz!.. Hoca olsa olsa kütüphanededir, orada bilimsel çalışma yapıyordur!!! Çoğu yerini yurdunu da bilmez, gidip görmüşlüğü de pek yoktur da, konumuz o değil.
Polis ya da dedektif değiliz ki arayıp soruşturalım. Bazıları açılış, kapanış, temel atma, kokteyl, mezuniyet, panel, konferans gibi, gündüz mesaiden, akşam evden kaytarılan, ille de kayıntılı, hafiften alkollü toplantıları pek de severler. İdareciler, rektörü, dekanları, müdürleri, icabında milletvekili, hatta bazen bakanlar bile orada bulunduğundan, mümkün olduğunca ortalıklarda bulunup kendini göstermek, gerektiğinde belli makamlara yağdanlık yapmak oldukça da önemlidir. Tam gün yasası uygulanmaya başladıktan sonra, fakültede neler oldu bir bakalım. Uzun zamandır “part-time” çalışan, belli bir hasta portföyü nedeni ile kendine güvenen hocalar, yaş haddini bile beklemeden emekli olup hepten ayrıldılar. Ne de olsa, altı üstü bir sayfalık dilekçeye bakıyor, verdiler ve gittiler. İkinci grup, “Ne olur, ne olmaz, gün olur işler düzelir.” düşüncesiyle, bir yıllık ücretsiz izin alıp, hekimliklerine ve bilimsel aktivitelerine özel sektörde devam ediyorlar. Üçüncü grup, tam gün fakültede, akşam 17.00’dan sonra da muayenehanesinde çalışıyor. Dördüncü grup ise benim de aralarında bulunduğum; tam gün çalışan grup. Poliklinikte, klinikte, ameliyathanede, acilde her daim çalışan grup…
Günün her saatinde “fellow”, asistan, öğrenci, intern ve özellikle hasta ve yakınlarıyla, klinik, poliklinik, laboratuvar, acil servis, ameliyathane, doğumhane, asansör, koridor, merdiven, bahçe, kafe, çiçekçi, banka, PTT, hatta icabında tuvaletlerde bile, her nerede, her ne zaman olursa olsun meşgul olan grup. İşte ben onlara, “Üniversitenin gerçek sahipleri ve de hamalları” diyorum arkadaşlar. Bu grup içinde de farklı alt gruplar oluşmadı değil. Bunlar arasında, günün her saati hasta bakan da bir bakmayan da, ameliyata giren de bir girmeyen de. Tüm gün ayakta kalmaktan tabanları çöken de, odasında internette sörf yapan da bir. Tam gün maaşını alacaksın, ama hiçbir iş yapmayacaksın. Böylesi bolluk dünyanın hangi ülkesinde var? Bir bizde var, belki bir de Patagonya’da. Haftada bir gün, bir saatlik seminer toplantısı var. Katılan iki üç hoca, hep de aynı kişiler. Ayda bir kürsü kurulu olur, herkes orada. “Yahu hoca, daha yarım saat önce bilimsel toplantı vardı, neredeydin?” diye sormak hiç yakışık almaz.
Zaten merak etmeyin, kimse de sormaz. Derslere, ameliyatlara, pratik ve tatbiki eğitimlere zamanında girilmezse, mesaiye zamanında gelinip gidilmezse, tüm gün boş oturulursa, nerede kaldı üniversite hocasının saygınlığı? Nerede kaldı gerçek araştırmalar nerede kaldı bilimsel çalışmalar!.. Nerede kaldı yenilikler, nerede üniversite-toplum-endüstri-sanayi iş birliği ve dayanışması. Nerede patent nerede bilimsel üretim nerede imalata ve ihracata dönük çalışmalar!.. Nerede, katma değer, istihdam ve milli gelire katkımız!.. Bunun adına, üniversite özerkliği denmez arkadaşlar!..