2010 yılı ilk ayı itibariyle, yıllardır tartışılan "Tam Gün Yasası" tartışmalarla birlikte TBMM’den geçerek Resmi Gazete’de, Cumhurbaşkanlığı Makamı’nca onaylanarak yürürlüğe girmiş oldu. Yasaya olası yasal itirazlar ve bunların olası sonuçlarını bir yana bırakarak, mevcut haliyle tıp fakülteleri için ne getirdiği yönüne bakalım. Aslında tıp fakülteleri açısından öğretim üyelerinin kısmi zamanlı çalışmalarının ve vatandaşın katılım payı ödeyerek kendini tedavi edecek hekimi seçme özgürlüğünün kaldırılması dışında net olarak ifade edebileceğimiz içerik bulmak olası değil.
Öğretim üyesinin faaliyet alanlarını fiziksel olarak bölen, aslı görevleri ile ilgili netliği ortadan kaldıran "kısmi zamanlı çalışma" düzeninin kaldırılıp, ya kamuda ya özel teşebbüste "tam zamanlı çalışma" düzeninin getirilmesi olması gereken adımdı. Tıp fakültesi öğretim üyelerinin; akademik çalışmalar, eğitim ve bu iki faaliyetin tamamlayıcısı sağlık hizmeti verme görevlerini icrası ile kısmi statüde görevlendirmenin bir arada yürümesi olası değildi. Bu değişimi yaparken, "Öğretim üyesi, kendisi için çok daha zor olan kısmi statüde çalışma tercihini niçin yapıyordu?" sorusunu sorup cevabına uygun kararları yeni yasaya ekleyebildik mi?
İyi niyetlerinden asla şüphe etmediğim, bu kanunun hazırlanması aşamalarında görev alan meslektaşlarımın hedefledikleri ve çoğu zaman görsel ve yazılı kaynaklarda ifade ettikleri beklentileri ile tıp fakültelerindeki gerçeklikler arasında hiçbir benzerliğin olmadığını üzülerek ifade etmek isterim. Hedeflenen kamuda çalışan öğretim üyesinden daha fazla yararlanmaksa, öğretim üyesini poliklinik hizmeti vermeye mahkûm eden bir sistemle bu ne mümkündür ne de bu şekilde kaliteli sağlık hizmeti sağlanır. Hedeflenen öğretim üyesinin daha fazla hasta tedavi etmesini, daha fazla ameliyat etmesini sağlamaksa, öğretim üyesi, her bir ameliyatın ve tedavinin getireceği stresi hesap ettiğinde motive edici düzenlemeler yapılmaksızın bu zor yolu tercih etmeyecektir. Hedeflenen akademik ve eğitim faaliyetlerine daha fazla zaman ayırmak ise öğretim üyesini poliklinik veya ameliyathanelere yönlendiren ve hatta mahkûm eden bir sistem ile bu zaten mümkün olamaz. Amaçlanan hekim-hasta ilişkisini, sadece hekimlik yemini ile sınırlı durulukta tutmaksa, en azından şahsi düşüncem olarak bu sistemle geleceğe yönelik endişe taşıdığımı ifade etmek isterim.
Özetle; tıp fakülteleri öğretim üyeleri olarak ülke gerçeklerinden soyutlanmamış beklentilerimizin olduğunu, bu yasal düzenlemenin yanında olarak, akademik ve eğitim faaliyetlerimizi yürütürken bu faaliyetlere destek olarak kaliteli sağlık hizmeti de vermek ve bunun karşılığı olarak fakültelerimizin ve dolayısıyla çalışanlarının emekleri karşılığında desteklendiği düzenlemelerin acilen yapılması beklentimizi ifade ediyoruz. Tıp fakültelerinin içinde bulunduğu şartlardan tamamen bağımsız, iyi niyetle kâğıt üzerinde yapılan hesaplamaların, halkın hekimle ilgili yanlış algılara yol açabileceği sebebiyle yapılmaması gerektiğine inanıyoruz. Yıllardır fakültemizde bu ödeme kararlarında görev almış birisi olarak, hiçbir öğretim üyesine hasta katılım payı olmaksızın ifade edilen ödemelerin yarısının bile yapılabilmesinin mümkün olmadığını, akademik, eğitim ve hasta hizmeti faaliyetlerinin birlikte değerlendirildiği yeni düzenlemelerle bu değerlere yakın ödemeler sağlanabilecekse öğretim üyelerinin bundan memnun olacağını ifade etmek isterim.
Tıp fakültelerini küçülten, içini boşaltan, sağlık sistemi içinde önemini küçümseyen değil, tersi bir anlayışla yapılan her düzenleme, bu ülke sağlık sisteminde ziyadesiyle olumlu yansımalara yol açacak, dolayısıyla bunu sağlayan anlayışa artı değer katacaktır. Ülke olarak "bugünü kurtarma" düşüncesi ile atılmış adımlardan çok çektik. Artık yarını, yarınlarımızın sağlık sistemini, sağlıklı adımlarla inşa edelim.