Son zamanlarda eğitim hayatımızı etkileyebilecek nitelikteki bazı gelişmelerle doçentlik sınavında yapılan ya da yapılacak olan iyileştirmeler üzerine, durumdan vazife çıkararak, bu konuya ilişkin düşüncelerimi ayrıntıya girmeden sizlerle yeniden paylaşmak istiyorum. Zira, öğretim üyelerinin yaş haddinin 73 yıla çıkarılması, Doçentlik Sınav Yönetmeliği’nde yapılan ya da yapılacak olan bazı değişiklikler, dil sınavı barajının düşürülme düşüncesi, tıp fakültesi öğrenci kontenjanlarının düşürülmesi, temel bilimlerin özendirilmesine ilişkin çalışmalar ve benzeri girişimler üzerinde özenle kafa yorulması gereken çok önemli hususlardır.
Bizler gibi biraz kıdemli olanlarla 1985 ve daha sonraki ortaokul ve lise mezunları muhtemelen çok iyi hatırlayacaktır; 1980 öncesi, o zamanki iki ve üç yıllık eğitim enstitülerine alınan lise mezunu öğrenciler, 45 günde öğretmen olarak ortaokul ve liselere tayin edilmişlerdi. Hatta bu durumu istihza etmek için “Kabak bile iki ayda yetişiyor, öğretmen nasıl oluyor da 45 günde yetişir!” şeklinde bir de tekerleme uydurulmuştu. Fazla söze gerek yok, geldiğimiz durum ortada! Aynı durum korkarım öğretim üyeleri için de gerçekleşiyor ya da gerçekleşmek üzere. Umarım, bundan birinci derecede sorumlu olan Yükseköğretim Kurulu (YÖK) gerekli önlemi alacaktır ya da mutlaka almalıdır.
Aslolan öğretim üyelerinin sayısını ve yaşını artırmak değil, iyi yetişmelerini ve uygun yerlerde ve gerekli verimlilikte kullanabilmektir. Öncelikle doçentlik sisteminde köklü bir reorganizasyona ihtiyaç vardır. Bana göre; aday uzmanlık ya da doktoradan sonra deneye dayalı, bir başka çalışmanın tekrarı olmayan ve A sınıfı dergilerde yayımlanmış bir çalışmanın birinci ismi olmalı ve bu çalışmanın değeri 100 üzerinden 60 olmalıdır. Diğer çalışmalar daha düşük oranda katkı yapmalı ve 80 puandan aşağı alanlar tezden geçmemelidir. İkincisi, doçentler için ders anlatma tekrar konulmalı ve önemli bir aşama olmalıdır. Üçüncüsü, uzmanlıktan sonra üniversitede kalması uygun görülenler bir ya da iki yıl süreyle ilgili üniversitenin anlaşmalı olduğu bir ülkeye gönderilerek dil eğitiminin ve bir çalışmanın gerçekleşmesi sağlanmalıdır. Dönüşünde dil sınavını geçemeyenlerin sözleşmesi sonlandırılmalıdır. Burada şu tekrarı yine yapacağım; yardımcı doçentlik mutlaka kaldırılmalıdır. Ayrıca doçentlik ehliyet sınavı gibi değil, üniversitenin kadro kontenjanına göre yapılmalıdır. Böylece belli yerlerdeki kadro şişkinliği önlenir ve yeni yerlerin kadro ihtiyacı karşılanmış olur. Keza doçentlik ve profesörlük üniversitelere has bir unvandır ve karşılığı “üniversite öğretmenliği” olarak tercüme edilebilir. Onun için üniversiteden ayrılanların da unvanları orada kalır. Bunun anlamı, dışarıdan doçentlik de olmamalıdır. Uzman ettiğiniz ve hastanelere yerleştirdiğiniz hekime üniversitedeki öğretim üyesinden daha fazla olanaklar sağlamalısınız. Nitekim Amerika denen yerde de durum aynen böyledir. Keza tıp fakültelerindeki öğretim üyelerinin birinci görevi öğretim ve araştırma olmalıdır. Oysa zamanımızda, yanlış ücret politikasından dolayı maalesef sadece hasta bakan hekim konumuna gelmiştir. Oysa tıp fakültelerinin görevi rutin hasta bakımı olmamalıdır!
Profesörlük konusuna gelince; yine üniversitelere norm kadro getirilmeli ve birkaç profesör kadrosu dışında kimseye kadro verilmemeli ve o üniversite alacağı elemanı belirlediği kriterlere göre kendisi almalıdır. Profesörlükteki yaş haddi ise öğretmen ve diğer memurlarda olduğu gibi 65 olmalı, fakat ihtiyacı olan taşra üniversiteleri ya da yeni kurulan üniversitelerde, ilgili üniversitenin isteği hâlinde oraya gidip 73 yaşına kadar çalışabilmelidir. Fakat her bilim dalındaki bir ya da en fazla iki profesörün kadroları devamlı olurken, diğer her kademedeki akademik personel sözleşmeli olmalı ve sözleşme sonunda bulunduğu kadronun gereklerini yerine getirmeyenlerin görevi otomatik olarak son bulmalı, yani bu işin mahkemesi falan olmamalıdır.
1750 sayılı Kanun zamanında her fakülte alacağı öğrenci kontenjanını kendisi belirler ve şartlarına uygun sayıyı bulurdu. Artık sayıyı YÖK belirlerken, bana göre çok isabetli bir kararla tıp fakültelerinin öğrenci kontenjanlarının ihtiyaca göre ayarlamasını yapacaktır. Nihayet aklı başında olması gereken bir karar ortaya çıkmaktadır.
Beni mutlu eden bir başka haber de artık temel bilimlerin dejenere edilmeden özendirilmesi en yetkili ağızdan gündeme getirilmiştir. Zira temel bilimleri doğru dürüst gelişmemiş olan ülkelerde bilimsel kalkınma ve dolayısıyla ülke kalkınması belli bir noktanın ötesine geçemez.
Yeni bir konuda yeniden buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.