Tarih boyunca hekimler, milletlerin tarih sahnelerindeki sosyal, ekonomik, siyasi, idari, askeri, sanatsal ve bilimsel faaliyetlerinde çok önemli roller üstlenmiş, birçok yenilikçi hareket ve akımların da öncülüğünü yapmışlardır. Bu fevkalade farklılık, özellikle bilime açık, hikmet ve sorumluluk sahibi entelektüel tabiplerin, sadece kendi mesleki alanlarında değil, hemen hemen her sahada bilgi, tecrübe ve söz sahibi olmaları, kafa yormaları, proje üretmeleri ve çeşitli eserler vermeleri sebebi iledir.
Gerek Osmanlı İmparatorluğumuzun son dönemlerinde ve gerekse Cumhuriyetimizin ilanından sonra, birçok alanda bunun çok çeşitli örneklerini görmek mümkündür. Musikiden sanata, felsefeden edebiyata, şiirden devlet yönetimine kadar, söyleyecek sözümüz olduğu için, Tıbbiye, Mülkiye ve Harbiye yarış, çekişme ve çatışma(!) üçgeni içerisinde, genellikle dominant düzeyde rol oynadık. Bütün bu nedenlerden dolayı, “Tıp fakültelerinden her şey çıkar, arada bir de doktor çıkar” darb-ı meselini serd etmişlerdir. İlk bakışta, mesleğimizi nispeten incitici(!) bir söz olarak telakki edilebilen bu deyimin, aslında meslektaşlarımızın göğüslerini kabartan bir gurur ve övünç ifadesi olduğu herkes tarafından çok iyi bilinmektedir.
Çanakkale Harbi’nde bütün öğrencileri şehit düşen ve bu sebeple de altı yıl mezun veremeyen Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin mirasını sürdüren (Acaba sürdürebiliyorlar mı?) torunları mesabesindeki tıp fakültelerimizin bugünkü durumu, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, yanlış politikaların uygulanması, çok şükür(!) iç ve dış düşmanlarımızın(!) kompleksleri ve gayretleri sonuç vermiş, artık bu darb-ı meseli de farklı bir söyleme çevirmiştir. “Tıp fakültelerinden artık, arada bir de doktor çıkmıyor”(!). Evet, doğruluk payı olan bir söz…
Tıp fakültelerinin esas görevlerinden biri, insanlığın sağlık problemlerini çözmede, hastalıklarını tedavi edebilmede, acil girişimleri yapabilecek düzeyde mahir, iyi pratisyen hekim yetiştirmektir. Oysa günümüzün ana gayesi, öğrencileri, yani doktor adaylarını mesleğe değil TUS’a hazırlamak olmuştur.
Tıp tahsiline başladığım yıllarda, İstanbul, Ankara, İzmir ve Erzurum dışında tıp fakültesi bulunmuyordu. Bu yıllarda, bazı fakültelerin yedinci sınıflarında (altı değil) uygulanan, pratisyen hekimlik için “olmazsa olmaz” olarak kabul ettiğim intörnlük sistemi, çok iyi işliyordu. Daha sonraki senelerde, diğer şehirlerde açılan fakülteler eğitim ve öğretime başladı. Özellikle 1990’lı yılların başlarına kadar, fakültelerin ana gayesi iyi pratisyen hekim yetiştirmekti. İhtisas ikinci planda kalıyordu. Pratisyen meslektaşlarımız, uzmanlar gibi saygın ve itibarlı idiler.
Mükemmel olmasa da, kesinlikle TUS’u eleştirmek amacı ile değil, ancak, uygulamada iyi doktor, iyi pratisyen yetiştirme ilkesinin yara alması sebebi ile konuya parmak basmak istiyorum.
Biz öğretim üyeleri, paramedikal faaliyetleri bir yana, maalesef “Ne kadar kaliteli doktor yetiştirdik”ten ziyade, “Ne kadar öğrencimiz TUS’u kazanmıştır” kriteri ile övünür olduk. Mezun ettiğimiz doktorların eğitimleri ve stajları süresince, ne kadar idrar sondası, nazogastrik sonda, küçük cerrahi müdahale, trakeostomi ve entübasyon uygulaması yaptıkları, takip ve tedavi yetenekleri, acil departmanındaki performansları, teknolojik esaretten kendilerini kurtarabilme kabiliyetleri, hastaya yaklaşımları ve pratik bilgi ve becerileri yeterince dikkate alınmadan TUS sıralamasındaki fakültemizin yerini merak eder olduk. Öğrencilerimizin stajlarını asarak(!), lise mezunları gibi, TUS’a hazırlanmalarına, yöneticilerin, ikballeri uğruna, öğretim üyeleri üzerindeki baskılarının(!) da etkisi ile göz yumar, umursamaz, hatta teşvik eder olduk.
İşte böylece bizler,“Tıp fakültelerinden artık, arada bir de doktor çıkmıyor”(!) söylemini, ironik de olsa geçerli kılar olduk.
Kıskananları çatlatırcasına inat, yeni bir rubaimizle nefeslenelim ve gözyaşlarımızı silip, mümtaz mesleğimizin ummani ufuklarına bakarak, umutvar çalışmalara yelken açalım.
Yalnızlık Can Yoldaşım
Yalnızım, çok yalnızım, yalnızlık arkadaşım,
Yalınız sakinleşti altmışa yakın yaşım.
Sende buldum umudu, heyecanı, huzuru,
Gayrisi düşman bana, yalnızlık Can Yoldaşım.