Toplum olarak en büyük sorunlarımızdan birisi analitik ve eleştirel düşünme sorunudur. Düşünmek de öğrenilen bir eylemdir. İnsanlara sorunlar üzerinde düşünme ve çözüme ulaşma yolları öğretilmelidir. Bazılarımız bu konuda daha fazla öğrenmeye istekli olabilir. Düşünme ve problem çözme yeteneğimiz sınırlı ise bu toplumsal bir sorun hâline gelecektir.
Bugünlerde okumaya fırsat buldum. Uzun zamandır masamda duran kitaplardan birisi Kropotkin’den “Etik”, diğeri ise Chomsky’den “Bilgi ve Özgürlük Sorunları”.
Chomsky, kitabında bir dönem Amerikan üniversitelerinden kurumu eleştiren genç öğretim üyelerinin atıldığından bahsediyor. Ne kadar ürkütücü bir durum! Eleştirmek, yıkmak, mahvetmek demek değildir. Zayıf ve eksik yönleri gündeme getirerek geliştirme ve iyileştirme amacı güder. Muhalefet yoksa iktidar da yoktur! Özgüvenli ve yetkin kurumsal yönetimler, eleştirileri dinler ve bu yolda düzeltmeler yapar. Chomsky kitabında, öğretim üyelerini kovan üniversiteler için seçkin olmayan kurumlar tanımlamasını kullanmaktadır.
Üniversitede öğretim üyesi olmak kanaatimce sorumluluk gerektiren bir durumdur. Mutlaka geleceğin iyi planlanması için iyi işler yapmak gereklidir. Özgürlük olmadan hem üniversitede hem de hayatın başka alanlarında iyi işler yapmak zordur. Epikuros, insanın her şeyden önce mutluluk peşinde koştuğunu tanımasına karşın, insanın en büyük mutluluğu kişisel çıkarı için başka insanları sömürmekle değil, çevresindeki herkesle dostça karşılıklı ilişkilerde bulunduğunu ileri sürer. İnsan gerçekten bu kadar hazcı mıdır? Bilmiyorum! Ama şundan eminim ki hâlâ feodal sistem bir yerlerde üniversitelerde de devam ediyor. Bizim görevimiz bu feodaliteye bir son vermek olmalı. Ayrıca kıdemli öğretim üyeleri, gençlere araştırma yöntemleri, bilimsel eğitim ve teknik destekler vermekle yükümlüdürler. Ancak başkalarına öğretecek bir şeyiniz olduğu sürece hoca olursunuz.
Önümüzdeki yıldan itibaren akademik performans mutlaka nitel bir gelişme sunacaktır. YÖK Başkanı Sayın Prof. Dr. Yekta Saraç, artık nitelikte artışın önemseneceğini bir toplantıda anlattı. Bu arada özellikle tıp fakülteleri için öğrenci kontenjanlarının tedrici olarak azaltılacağını da ifade etti. Sadece akademik performans bu nitelik artışı için yeterli olamaz. Çünkü üniversitelerin teknik ve bilimsel arka planları aynı değildir. O hâlde nitelik artışının birçok alanda gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu hem öğretim üyesinin niteliği hem laboratuvar altyapısı hem de diğer olanaklar alanında gerçekleştirilmelidir. Özellikle tıp fakültelerinde hedefler araştırma ve eğitimden hizmete kaymış durumdadır. Bu durumun mutlaka dengelenmesi gereklidir. Çünkü son zamanlarda tıp fakültelerinde hizmet ve daha açık söylemek gerekirse performansa dayalı gelir elde etmek en büyük hedef hâline gelmiştir. Bu durumun üniversitelerin geleceği açısından tehdit oluşturduğunu düşünüyorum. Üniversite hastanelerinin varlık nedeninin araştırma ve eğitim olduğunu hatırlamak şarttır. Tıp fakültelerinin varlıklarını sürdürmesi ve ayakta kalması önemlidir. Bütçelerin ayarlanmasında eğitim ve araştırma öncelikli olarak desteklenmeli, gerekirse bu konuda yeni düzenlemeler yapılmalıdır. Bu anlamda tıp fakültelerinin misyon ve vizyonlarının yeniden yapılandırılması gerekli olabilir.
Üniversiteler asla ve asla istihdam yerleri değildir, olmamalıdır. Sekreter, personel, gişe görevlisi için elbette istihdam yeridir ama akademisyen için değildir, olmamalıdır. Rekabet bilimsel alanda olmalı ve kurumların bilimsel gelişmesine hizmet etmelidir.
Tıp Fakültesinde 2015-2016 eğitim yılında başlamak üzere yeni bir dersimiz oldu. Senatodan onaylanarak geçti. Artık bunu ilan edebilirim: “Ayrımcılık ve Şiddet Karşıtlığı”. Bu dersin amacı, her türlü ayrımcılığa karşı çıkmak ve farkındalık yaratmaktır. Kadın erkek eşitliğinden, hasta ve hekim haklarına, toplumsal cinsiyete, geniş bir yelpazede insanı insanı kılan tüm farklılıkları olağan karşılamayı hedefleyen bir ders olacak.
İnsana saygı, toplumların ve kurumların varlıklarını sürdürmelerinde en önemli olgudur. Bazen seçimlerimiz ve çıkarlarımız başkalarınınkiler ile çatışabilir. Çözüm, o durumda etik kurallara başvurmaktır. Peki, etik kurallar herkesçe anlaşılmakta mıdır? Değilse neyse ki yasalarımız var. Ne yapıp edip onları işletmek zorundayız. Uygar toplumlarda yasalar, yerleşik gelenekler ve toplum kültürü önemlidir. Bilim insanları için de bu sayılanlara ek olarak, bir de bilimsel düşünce ve üniversite geleneğinin varlığından söz edilebilir. Geleceğin, dünden daha iyi olacağına inancım tamdır.
Yeni akademik yılda buluşmak dileğiyle, saygılar sunarım.