Doğrusu bu konuda çok şey yazılıp çizildi. Ancak şu anda yeni “Tam Gün Yasası” hazırlıkları ve tıp fakültesi öğretim üyelerine getirilen rotasyon uygulaması ile daha fazla gündemimize oturduğu için konu çok aktüel. Bu nedenle ben görüşlerimi sıralamak istiyorum.
Öncelikle Tıp Fakültesinin görevlerini sıralamakla başlayalım: 1- Araştırma, 2- Eğitim, 3- Sağlık hizmeti. Tıp fakülteleri bu görevleri yerine getirirken en bilimsel ve çağdaş yöntemleri kullanmak, en kaliteli sağlık hizmeti nasıl verilirse buna örnek olmak ve geliştirmekle sorumludur. En kaliteli hekimleri ve eğitmenleri bünyesinde barındırmalıdır. Başka türlüsü düşünülemez.
1- Araştırma: Sağlık bilimlerinde araştırma yapmak tıp fakültelerinin birincil görevi olmalıdır. Eğer bir tıp fakültesinde araştırma yapılmıyorsa, buralara “okul” demekten başka çare kalmayacaktır. Yeni kurulan tıp fakülteleri bu anlamda bir “okul” olmaktan öteye gidememektedir. Araştırma para getirmeyen, tersine genellikle karşılıksız para harcanan bir durumdur ve ülkemiz politikacıları tarafından en çok gözardı edilen durumdur. Gelişmiş üniversiteler de araştırma için ayrılan bütçelerini -kendilerine başka kaynak bırakılmadığı için- yer yer malzeme alımlarına ayırmaktadır. Örneğin; yeni bir MR cihazı almak için araştırma projesi hazırlayıp bunu bu fondan almak gibi bir yöntem kullanılabilmektedir. Araştırmaya daha çok zamanı ve bilgisi olan temel tıp bilimleri ise bu fonlardan daha az yararlanarak mutsuz olmaktadır.
2- Eğitim: Tıp fakülteleri her çeşit eğitimde önder olmak durumundadır. Bu yeni tıp doktorları yetiştirmek gibi lisans eğitimi olduğu gibi, uzman yetiştirmek için asistan eğitimi ve doktora öğrencisi eğitimi şeklinde olabilir. Bunlara mezuniyet sonrası eğitimi ve hasta eğitimini de ekleyebiliriz.
Tıp öğrencisi eğitimi, gelişmiş üniversitelerde bile layıkıyla olamazken, yeni kurulan üniversitelerin bunu iyi yapabileceklerini düşünmek hayal olacaktır. Gelişmiş üniversitelerin ideal kontenjanlarını koruyamadıkları, politikacılar ve YÖK aracılığı ile ideal sayılarının çok üstünde öğrenciyi yetiştirmeye zorlandıkları öteden beri bilinmektedir. Bu durumda kalabalık sınıflarda ve yeterli pratik yapamadan mezun olan, dolayısıyla yetersiz yetişen tıp doktorları mezun etmekteyiz.
Asistan sayıları da benzeri şekilde merkezi otoriteyle belirlenmekte, bazı dallarda gereğinden fazla asistanla yetersiz uzmanlık eğitimi yapıldığı bilinmektedir. Dahası asistan eğitiminin yeterliliği (akreditasyon) o uzmanlık dalındaki derneklere değil, Sağlık Bakanlığına bırakılmak istenmekte ve uzmanlık öğrencisine angarya işleri yapan, nöbet tutan, ancak eğitimine önem verilmeyen bir köle muamelesi layık görülmektedir. Kendileri eğitime muhtaç olan yardımcı doçentlerin yönetimindeki yeni kurulan tıp fakültesi anabilim dallarında ve altyapısı değil asistan yetiştirmek, o uzmanlık dalındaki temel işlevleri yerine getirmekten uzak kliniklerde bile asistan kadroları açılmakta ve sözde uzmanlık eğitimi yapılmaktadır.
Sadece sayıyı düşünen, kaliteyi düşünmeyen politikacılarımız bu gerçeklerden uzak yeni tıp fakültesi açma yarışına girmektedir.
3- Sağlık hizmeti: Evet tıp fakülteleri sağlık hizmeti de verirler ve bunu en iyi şekilde organize ederek en kaliteli sağlık hizmeti vermeye çalışırlar. Doğrusu birçok büyük üniversitemizin dünya standartlarında sağlık hizmeti vermesi ile övünebiliriz. Ancak memleketimin politikacıları bunu yanlış anladılar ve anlamaya devam ediyorlar.
Bu yargımıza en iyi kanıt, kaliteli sağlık hizmeti isteyen her ilin milletvekilinin kendi illerinde bir tıp fakültesi açma gayreti olmuştur. Böylece o ilde bir tıp fakültesi hastanesi olacak ve kaliteli sağlık hizmeti verilecektir. Söz konusu politikacılarımız bunu ne Devlet İstatistik Enstitüsü rakamlarına bakarak ne de üniversitelere sorarak yapmışlardır. Tek amaç kaliteli sağlık hizmeti almak olmuştur. Bu düşünceyle tıp fakültelerinin yukarıda saydığımız iki fonksiyonu olmasa da olur. Bu çabayı bölge devlet hastanelerinin altyapısını düzeltmek, bu şehirlerde görev yapan hekimlerin ve sağlık personelinin özlük haklarını düzelterek yapmak yolunu seçmemişlerdir. Yani, yeni tıp fakülteleri yukarıda saydığımız araştırma ve eğitim fonksiyonlarından değil, kaliteli sağlık hizmeti için kurulmuştur. İyi bir devlet hastanesi yerine, kalitesiz bir tıp fakültesi hastanesi.
Şimdilerde sadece tıp fakülteleri için az gelişmiş fakültelere bir rotasyon zorunluluğu getirmektedirler. Acaba bu politikacılarımız ve YÖK yetkilileri bu üniversiteler kurulurken neredeydiler?
Dahası önceleri sevk zinciri kuracağını söyleyen politikacılarımız tam genel seçimlerden önce eski SSK hastalarının da doğrudan üniversite hastanelerine gitmesine olanak sağlayarak halkımıza büyük bir kolaylık daha getirmiştir. Artık sağlık karnesi olan herkes üniversite hastanesi polikliniklerine sevksiz gidebilmektedir. Her başı veya beli ağrıyan beyin cerrahisi polikliniğine-sevksiz- gelebilmektedir.
Oysa tıp fakülteleri arzu ederse sadece belli hastalık gruplarında hasta kabul etmeyi düşünebilmelidir. Örneğin; bir grup hasta ile ilgili klinik serisini çoğaltmak için sadece o hastaları kabul etmek gibi yaklaşımlar gösterebilir. Bu nedenle uzmanlık eğitiminde aksamalar olursa asistanlarını başka hastanelere rotasyona gönderebilir.
Tıp fakülteleri bu politikalara direnmelidir. Asıl görevlerinin araştırma ve eğitim olduğunu unutmamalı, daha fazla öğretim üyesi yetiştirmek için kaliteden ödün vermemeli, sağlık hizmetinin öncelik taşımadığını her fırsatta vurgulamalıdır.